Paylaş
Önceki akşam elimde olmayan nedenlerle bir Türk filminin on dakikalık bölümünü seyretmek zorunda kaldım.
Sonradan öğrendiğimi göre ‘‘İstanbul Kanatlarımın Altında’’ymış bu enteletüel felaketin adı.
Neden izlemek zorunda kaldığımın basit bir açıklaması var.
Filmin oynadığı kanal benim televizyonda dokuzuncu kanala ayarlı.
Zapping yaparken tembellikten kanalları sırayla geçiyorum. Bilim alemi ne yazık ki sekizinci kanaldan dokuza uğramadan onuncuya geçmenin yolunu henüz bulamadığı için, sadece bu nedenle filmi görmek zorunda kaldım.
On dakika kadar, izlediğim şeyin ne olduğunu anlamaya çalıştım.
Sonradan bunun çok beğenilen bir Türk filmi olduğunu gazeteden okuyunca mesele açıklık kazandı. Hemen başka kanallara atladım ve de en kısa zamanda Türk filmleri hakkındaki gözlemlerimi yazma kararını aldım.
Aşağıda, Türkler'in film yapamama nedenleri TOP 5 listesini bulacaksınız:
***
1- Türkiye'de ilkokul eğitimi bence sanıldığından çok daha güçlü.
Öylesine güçlü ki insanlar yaşını başını alıp, film yönetmeni olunca bile ilkokulda verilen temel eğitimin etkisinden kurtaramıyorlar kendilerini.
İlkokullarda yapılan müsamerelerin etkisinin Türk sinemasında bunca yaygın olmasını ben ancak böyle açıklayabiliyorum.
Nedense bilinmez ama bizde aktörler aynen bir müsamerede oynarmış gibi konuşmak zorundalar.
Her biri şiir mısraı olmayı hak edecek zenginlikte olan ve gerçek hayatta tabii ki duymanız mümkün olmayan cümleleri bu aktörler birbirlerinin sırasını bekleyerek söylüyorlar.
Ne demek istediğimi anlatmak için basit bir örnek vereim. Diyelim iki karakter sokakta karşılaştı. Tipik bir Türk filminde bu sahne şöyle canlandırılıyor:
Kamera birinci karakterin suratına çevrili.
Birinci karakter: Oooo, merhaba
Kamera bu kez ikinci karakterin suratını veriyor.
İkinci karakter: Oooo, merhaba
Kamera birinci karakterde: Nasılsın?
Kamera ikinci karakterde: İyiyim sen nasılsın?
Ve bu böyle ikisi arasında ping pong maçı gibi gidip gelerek uzun dakikalarca sürüyor. Sıra bekleyerek konuşuyorlar yani. Tabii bu arada ağız hareketleri de İngilizce dublajlı Çin filmlerinde olduğu gibi konuşmaları ile katiyen uyumlu değil. Bunu da katiyen başaramıyoruz her nedense.
Öyle bir hava yaratılıyor ki, sanki aktörlerin karşısında repliklerinin yazılı olduğu levhalar var ve bunlardan okuyarak konuşuyorlar.
Türk filmlerinde normal hayatta yaşanabilen bir rutin sohbetin neden beyazperdeye taşınmasının imkânsız olduğunu bugüne kadar anlamam mümkün olmadı.
***
2- Türk sinemasındaki mali kriz nedeniyle film yapacak para zor bulunduğundan yönetmenler tek bir kameraman ile işi bitirmek zorundadır.
Filmlerde aktörlerin sıralarını bekleyerek karşılıklı şiirler okumalarının nedeni de budur.
Bir numaralı tespitimdeki ilk karakterin selamını çeken kameraman hemen kamerayı durdurup öbür tarafa koşmakta, bu kez de ikinci karakterin suratını çekmektedir. Bu nedenle filmdeki her karakter kameramanın kendi karşısına koşmasını beklediğinden filmler de bir büyük müsamere provasına dönüşmekte, bu arada olan da durmadan koşup durmakta olan kameramana olmaktadır.
***
3- Bütün bu handikaplara rağmen Türk filmcileri basit konuları işlemekten hoşlanmamaktadırlar.
Her yönetmen yaklaşık 30 yıllık bir tarih kesiti hakkında görüşlerini filmde sunmadığı takdirde görevini yapmamış gibi hissetmekte ve gece içki masasında bir arada bulunduğu arkadaşlarına karşı bu ideolojik zayıflığını nasıl açıklayabileceğini bilemediği için yorumlarını vargücüyle sürdürmektedir.
Türk yönetmenler için basit bir aşk, bir cinayet olayını anlatmakla yetinmek, bir hakaret gibi algılanmaktadır.
Aşk yaşanacaksa bile bu toplum üzerine yorumlarla dolu bir aşk olmalıdır ve sonuçta da Osmanlı'dan bugüne tarihi gelişimimizin sembolleri de mutlaka o aşkta kendisini göstermelidir.
Kabul etmelisiniz ki, tarihi her an yargılama görevi tek kamera ve sıra bekleyerek konuşan aktörlerle yapıldığında durum daha da vahim olmaktadır.
***
4- Türk filmcilerin sembollerle bir şeyi anlatma merakı da vardır.
Örneğin seslerin yankılanması bu sembollerden bir tanesidir.
Dünya sinemasında ses yankılanması efektini en çok kullanan sinemacılar Hintliler'le Türkler'dir.
Konuşan ses yankılanmaya başlayınca ya vahim bir şey anlatmaya başlamıştır, ya yönetmenin tarih ve toplum hakkındaki görüşlerini senaryodan okuyordur, ya da cinayet işlemek üzeredir.
Yönetmenin tarih ve toplum hakkındaki görüşlerini senaryodan okuyan sesin bir başka özelliği de davudi tonda olmasıdır.
Zaten davudi tonda konuşan sesli karakterler de Türk filmlerinde o kadar fazladır ki baritonu bu kadar fazla olan bir ülkede yaşamak hepimizin göğsünü kabartmalıdır.
Davudi sesle konuşanların hemen hepsi sert erkeklerdir, hele bir de sesleri yankılandı mı Allah korusun kimbilir ne vahim şeyler olacaktır.
***
5- Doğan Hızlan dünkü yazısında ‘‘Genç kuşak bu filmleri seyrediyor’’ dedikten sonra ekliyor: ‘‘Benim için sanatın/edebiyatın onaylanmasında genç nüfusun zevk onayı çok önemli.’’
Bunları diyor ama nazik insan olduğu için bir şeyi eklemeyi unutuyor.
Onu da ben söyleyeyim. Evet genç nüfus bu filmleri izliyor ve onaylıyor, çünkü genç nüfusun çoğunluğu da o filmler gibi zevk fukarası.
Paylaş