Renkler

Serdar TURGUT
Haberin Devamı

Hiç bitmeyen hikáye

Evli bir erkeğin feminist olmasına imkán yoktur. Çünkü feministler gerçek yaşamda kadının ezilmiş olduğunu öne sürerler. Evli erkek ise kadının ezilmiş olduğunu duymaya bile tahammülü olmayan, genelde zavallı bir tiptir.

AKŞAM 19.30 olmasını hasretle bekliyordum. Çünkü gün boyunca Amerikan Evlilik Projesi örgütünün hazırlamış olduğu raporu okumuş, feci halde yorulmuştum.

Sinirlerim laçka haldeydi raporu bitirdiğim an.

Zaten daha başta böyle bir projenin yapılmasına neden ihtiyaç duyulduğunu anlayamamış, normal olarak bir daha dirilmemek üzere yıkılması gereken bir kurumun, daha da iyileştirilmesi için neden çalışma yapılması gerektiğini de kavrayamamıştım.

Rapordan anlayabildiğim kadar Amerika'da artık genç insanlar evlenmekten kaçınıyorlarmış.

Benim bir teorim var. Her kuşak bir öncekine göre çok daha akıllı, bilinçli oluyor, bu kesin.

Artık aldıkları vitaminlerden midir bu, yoksa yedikleri içtikleri yemeklerden mi bilemiyorum.

Rapor bu teorimin doğruluğunu tekrar ispatlamış durumdaydı.

* * *

Fiilen evli olmakla kalmayıp hem de gün boyu evlilik teorisi üzerinde kafa patlatmam nedeniyle akşam saatlerine doğru fiilen bitmiştim.

Güzel bir cin tonik hazırladım kendime.

Daha doğrusu buna sadece cin demek daha doğru olacak çünkü toniği bardakta yer kaplamasın diye koymaktan son anda vazgeçtim.

O bardağı tamamen kafaya diktikten sonra evlilik teorisinin de pratiğinin de benim için hiçbir stres oluşturucu yanı kalmayacağını kesin olarak biliyordum.

Televizyonu açtım ve koltuğuma oturdum.

* * *

Ve birden tuhaf bir şey oldu.

Sanki özel olarak o saati bekliyormuş gibi Rana çantasını temizlemeye karar verdi.

Ve çantasını açtı.

Ben bu çantanın içinde radyoaktif maddeden tutun da Ebola virüsüne kadar hemen her garip şeyin bulunduğuna inanırım.

Ve hiçbir zaman da bu çantanın içine elimi sokmaya cesaret edemem.

Gerçi Rana arada bir çantanın içine elini sokar ama o da hiçbir zaman aradığı şeyi bulamaz. Dolayısıyla çantanın içi ikimiz açısından da son derece esrarengiz bir mitolojik olay haline dönüşmüştür.

* * *

Birbiri ardına káğıtlar çıkmaya başladı çantanın içinden.

Káğıtların bir bölümü o kadar eskiydi ki hemen oradan alınıp bir müzeye filan konulsalar, millet bunları eski zamanlardan kalma değerli belgelermişçesine dikkatle ve keyifle izleyebilirdi.

Doğal olarak her bir káğıt parçasının onun açısından çok önemli olan bir anısı da vardı.

Bu anıları bana da anlatmaya başladı.

Daha o dakikada tek bir içkinin bu kez üzerimdeki stresi atmaya katiyen yetmeyeceğini anladım.

Sadece bana anlatmakla yetinse bir dereceye kadar olayı kazasız belasız atlatabilirdim belki.

Ancak evlilik kurumunda kadın tarafı illa da interaktif bir yaşam talep etmekte ısrarlı oluyor.

Yani sorular soracaklar, bunlara cevaplar alacaklar, bu cevaplar arasında yanlışlar ve çelişkiler bulacaklar, bu yanlış ve çelişkilerin hesabını soracaklar falan filan.

Rana da her bir káğıt parçasının nerede, hangi saatte, hangi amaçla ve hangi duygularla bu çantanın içindeki yerini aldığını bilmemi talep ediyordu.

Çiklet ambalajı koleksiyonu da yapmıştı çantanın içinde.

O çikletleri nerede ve ne zaman çiğnediğini de soracak diye korktum bir an.

* * *

Bu arada konuşuyormuş gibi yapıp televizyona konsantre olursam, durumumu azıcık da olsa kurtarabileceğimi düşündüm.

Birden fark ettim ki televizyon da görüş alanımdan yavaş yavaş silinmek üzere.

İlk önce adamların ayakları yok oldu ekrandan.

Herhangi bir Alfred Hitchock filminde bataklıkta yavaş yavaş batan bir araba gibiydi bizim televizyon.

Tek farkı ne yazık ki BİZİMKİNİN İÇİNDE TERCİHAN BOĞAZI SIKILARAK ÖLDÜRÜLMÜŞ BİR KADIN CESEDİ BULUNMAMASIYDI.

Eğer siz şimdi diyorsanız ki bir kadının çantasından televizyondaki görüntüyü kapayacak kadar káğıt çıkması mümkün değildir, ben de size diyorum ki siz kadınları katiyen tanımayan ve böyle kaldığınız sürece de mutlu olabilecek nadir insanlardan birkaçısınız.

Evet televizyonun da kurtarıcı olabilmesi imkánsızdı artık.

* * *

Hatıralarımızı tazelemeye birazcık ara vermemize izin vermesini rica ettim.

Gerekli onayı alınca yerimden kalkıp ikinci içkimi hazırlamak için mutfağa gittim.

Bu gibi anlarda Dolmabahçe Sarayı'nda yaşamadığımız için hep üzülürüm.

Orada yaşasaydık mutfağa kadar gidip gelmem birkaç gün sürebilirdi ve büyük ihtimalle sarayın oturma odasında yaşanmakta olan dram da ben dönünceye kadar kendiliğinden biterdi.

Bizim evde ise neredeyse yerimden hiç kalkmadan mutfağa uzanabileceğim, mesafeler o kadar kısa.

Bu kez toniği dolaptan çıkarmaya bile girişmedim.

Cin ile toniğin aynı hava sahasını paylaşmaları durumunda içkinin sertliği azalabilirdi. Bu ise benim o anda alabileceğim bir risk katiyen değildi.

Odaya döndüm.

Çantanın içinden yeni ve değişik yanıcı cisimler çıkmaya devam ediyordu.

Tabii onların her biri de çok özeldi, hatıralarla doluydu.

Bu arada çaldığı zaman katiyen bulunamayan o gizem dolu cep telefonunu da çantanın dibinde bir yerlerde görür gibi oldum.

Yemin ediyorum bir gün karşılıklı birbirimizi boğsak, sonra polis eve gelse, akşam televizyon haberlerinde evimizi ‘Sapıklar evlerini eski ve kullanılmış eşyayla doldurmuşlar’ diyerek tanıtacaklar. Ben işte bundan korkuyorum.

Yazarın Tüm Yazıları