Paylaş
Dünkü yazımı okuduysanız, hafiften delirmekte olduğumu hissetmiş olmalısınız.
Gayet tabii ki eskiden de doktorların arkasından ‘‘Maşallah ruhsal durumun demir gibi sağlam, Allah bağışlasın, tüh tüh tüh’’ diye konuştukları bir insan katiyen değildim.
Ancak son dönemde durumumda kalitatif bir değişiklik olduğunu gözlemliyorum.
Örneğin açık havada bir restorandayız diyelim.
Birden içimde o anda tamamen çırılçıplak ve ayağımda sadece paletle oturmak ve her şey normalmiş gibi rakımı yudumlamak gibi dayanılmaz bir istek beliriyor.
Ve emin olunuz ki bunu gerçekleştirmediysem eğer korktuğumdan, utanacağımdan veya meslek hayatımın sona ereceğinden değil.
Sadece Rana beni tehdit ediyor ve böyle bir şeyi yapmaya gayret ettiğim anda bile gerekli kâğıtları hemen imzalayarak beni kapattıracağını söylüyor.
***
Sadece hemen pratiğe geçirmekte hiçbir sakınca olmadığını düşündüğüm potansiyel olarak son derece tehlikeli halüsinasyonlar görmekle yetinsem belki bu konuya pek takmazdım.
Ama başka şeyler de oluyor.
Örneğin birkaç hafta kadar önce yazı işlerinden yine birkaç kişiye sinirlenmiştim.
Onları bir güzel öldürsem ne kadar da iyi olacağını ve hatta bunun insanlık âlemine hayırlı olacağını filan düşünüyordum.
Birden arkamda bir ses ‘‘Yine kimi öldürüyorsun?’’ diye sordu. Ve anında yeni bir paranoya başladı bende.
Yaptığı işkence yetmiyormuş gibi Rana şimdi de zihnimi okumaya başlamıştı.
Birkaç gün sonra iki kediden acayip şekilde sıkıldığımı, onları balkondan aşağıya atsam gerçekten mutlu olacağımı düşünmekteydim. Yine Rana ‘‘Böyle bir şeye gayret ettiğin an onlardan önce sen gidersin o balkondan aşağıya’’ dedi. Ve o an anladım ki mesele Rana'nın beynimi okumasından çok ama çok daha vahim.
Evet arkadaşlar, anladığım kadarıyla kendi kendime ve yüksek sesle konuşmaya başlamış durumdayım.
***
Bu, deliliğe giden yolun bir aşaması mı bilmiyorum.
Yani bizim ailede kendi kendine konuşan birkaç insan vardı gayet tabii ama onlar işi sonuna kadar götürüp tamamen çıldırmadılar.
Deliliğe giden yolun orta yerlerinde bir yerlerde kalıp öylesine yaşama veda ettiler.
Dedem ne kendi kendine, ne de başkalarıyla katiyen konuşmazdı ama o tımarhanede öldü.
Yani anlayacağınız bilim dünyası bu konuya net bir cevap getirmekten aciz.
Ancak bilim dünyası tek bir konuda gayet net. O da şu: Tamamen çıldırmasıyla sonuçlanmasa da evde kendi kendine konuşan ve bunun farkında olmayan bir erkeğin sonu hiç iyi olmayacaktır, çünkü onu bir gün karısının öldüreceği kesindir.
***
Kendi kendime konuşmaya başlamam aslında çok normal.
Çünkü bilinçli bir tercih sonucunda eğer çok mecbur kalmaz isem insanları ne görüyorum, ne de onlarla konuşuyorum.
Geçmişte insanlarla hem görüşür, hem de onlarla konuşurdum.
Anladığım kadarıyla öylesine çok kötü deneyim zincirleme olarak üst üste binmiş ki sonuçta beynim bu duruma isyan ederek bu tür sosyalleşmeye kendisini kapamış. Mesela şimdi arada bir de olsa yabancı bir insanla konuşmak zorunda kalıyorum, değil mi?
Siz deyin iki, ben diyeyim üç dakika içinde onu şu dört kategoriden bir tanesine sokuyorum: 1- Militan aptal 2- İlkesiz sahtekâr 3- İyi niyetli sıkıcı kişi 4- Kötü niyetli sıkıcı kişi. Bu kategorilerin doğru olduğu, objektif olduğu gibi bir iddiam yok.
Hatta o anda karşımda konuşan kişinin zekâ yaşı benimkinin iki misli olsa da fark etmiyor. Onu da 1 numaralı kategoriye koyabilirim.
Sonra o insana, kendisini koymuş olduğum kategoriye uygun biçimde davranmaya başlıyorum.
İşte o aşamada yine Rana devreye giriyor.
Karşıdan bana sesiz sinema oynamaya başlıyor.
Rulo halindeki bir kağıdı açıp, onu imzalıyormuş gibi yapıyor.
Sonra kollarını iki yana sarıyor.
İlk başta ben bu işaretlerin ‘‘Seninle evlilik anlaşması imzaladığıma çok memnunum. Seni çok seviyor ve sana sarılıyorum’’ demek olduğunu düşünüyordum.
Bu beni mutlu ediyordu gayet tabii ki ancak o mesajın yaklaşık 100 kişinin bulunduğu yerde neden aniden verilmek zorunda olduğunu ve yine bunun benim aslında zeki olması muhtemel bir insana militan bir aptalmış gibi davranmamla ne ilgisi olduğunu anlayamamıştım.
Daha sonra anladım ki Rana o işaretlerle tımarhaneye kapatılmamla ilgili kâğıtların hazır olduğunu, bu kâğıdı açıp imzalayacağını, sonra da bana sıkı bir deli gömleği giydireceklerini söylemek istiyormuş.
Bunu anladıktan sonra insanlarla ilgili gerçek hislerimi onları tesadüfen gördüğüm yerlerde bile söylememeye başladım.
***
Hislerim faşist güçler tarafından baskı altında tutulduğundan şimdi her şeye kızıyorum.
Kızgınlığımın hangi detaylara inebildiğini tahmin edebilmenize imkân ve ihtimal yok.
Örneğin dün Beastie Boys adlı Rap grubuna kızdım.
Onların da beyinlerini patlattığımı düşündüm. Tabii ki Rana yine ‘‘Haydi bakalım yine beyzbol sopası muhabbeti başladı’’ diye konuştu. Beastie Boys'a kızmamın gerekçesi ise şu; kardeşim bir Rap grubu Dalay Lama'yı ne kadar sevdiklerini anlatmak için müzik yapar mı allahaşkına?
Rapçi dediğin Dalay Lama'yı nasıl geberteceğini anlatır onu ne kadar da çok sevdiğini değil ya...
Paylaş