Paylaş
Yazıma başlamadan önce dün ihmal ettiğim bir şeyi yapmak istiyorum.
Dün ‘‘Dünya Okuma Yazma Günü’’ kutlandı.
Hasan Pulur'un, Metin Toker'in ve başta Rahmi Turan olmak üzere Gözcü Gazetesi'nin bütün üst düzey yöneticilerinin okuma-yazma bayramını kutlar, yaşamlarında başarılar dilerim.
* * *
Yıllardır Türk basınındaki kalite düzeyini yükseltme yolunda yaptığı son derece olumlu çalışmalarla tanınan Rahmi Turan'ın gazetesi Gözcü salı günkü baskısıyla dünyada başarılı araştırmacı gazetecilere verilen Pulitzer Ödülü'nü bu yıl almaya layık olduğunu ortaya koydu.
İki nedenden dolayı bu böyle:
1- Ben pazartesi günkü yazımda bir köşe yazarını sıkıcı yazılar yazan, popülist, safsatacı, orijinal fikir yoksunu şeklinde tanımlamıştım. Ad vermemiştim.
Adamlar şak diye bu tanımladığım kişinin Hasan Pulur olması gerektiğini keşfetmişler.
Bravo doğrusu. Ya onlar müthiş bir istihbarata sahipler ve kimi kastettiğimi hemen buldular, ya da basın çevrelerinde benim yaptığım tanımlama o kadar çok konuşulan bir şey ki hiç zorlanmadılar kimi kastettiğimi bulmakta.
2- Son sayfalarında beni manşet yapmışlar. Pulitzer jürisi başka hiçbir neden bulamasa bile sadece bu cesur yayınlarından dolayı Gözcü'yü ödüllendirecektir.
Tamam mı abim?
***
Nereden nereye geldik? İnsan unutmak istediği şeyi bile bazen hiç ummadığı bir anda hatırlayıveriyor.
Yıllar önce ben bir gün Hürriyet'ten istifa etmiştim.
Nedenim de Rahmi Turan'ın gazeteye genel yayın yönetmeni olarak atanmasıydı.
Yanlış anlamayın, benim onunla fazla sorunun yoktu, sadece kendisinin Hürriyet'in başına pek uygun olmadığını düşünüyordum, o kadar.
Bakın aradan yıllar geçti, bana kızgın olması gereken Rahmi Bey hiçbir önyargı taşımadan, büyük bir olgunluk gösteriyor ve beni gazetesinin arka sayfasına manşet yapıveriyor.
Ne diyeceğimi bilemiyorum bu olgun davranış karşısında.
Babıali'nin örnek alması gereken bir tutum bu vallahi.
***
Kucağıma bir eylül sabahı düşüveren bu tartışma nedeniyle okuyuculardan özür dilemek istiyorum.
Aslında çok güzel yazı konuları vardı kafamda.
Örneğin Domino Piza servisinin ‘‘Yarım saat içinde mutlaka servis yapılır’’ sloganını görünce kendi PENİSİNİ hatırlayan adamın acıklı öyküsünü yazabilirdim.
Veya Nike'ın ‘‘Just Do It’’ reklam sloganını her görüşünde kendi PENİSİNİ hatırlayan bir adamdan yola çıkarak erkeklerin aptallığı konusunda felsefi gözlemler de yapabilirdim.
Böylesine esaslı konular varken elimde, Babıali'de ahı gitmiş vahı kalmış yazarlarla polemiklere girerek vaktinizi almak istemezdim.
Ama yapılacak bir şey yok, arada gerekiyor böyle şeyler.
Size yalan söylemiş de olmayayım, ben bu tür kavgalardan hoşlanırım, hemen üstüne atladım tabii meselenin.
***
Dün psikoloğumu telefonla aradım. Bazı konulara onun açıklık getirebileceğini tahmin ediyordum.
‘‘Bir yıldır penis konusunda yazmıyordum. Acaba bu adamlar neden durup dururken bunu hatırladılar?’’ diye sordum.
Bana üç olasılık saydı. Aynen veriyorum:
1- Anlayamadığı, kavrayamadığı insanlara tek bir ad vererek, onu kategorize etmek azgelişmiş beyinlere özgü bir olaydır. Azgelişmiş beyinler insanların her birine bir ad takarak onları kafalarında kategorize edemezlerse hayatın karmaşası karşısında tutunabilmeleri mümkün olmaz.
2- Bayan olsalardı ‘‘penis kıskançlığı’’ denilen psikolojik durum ile karşı karşıya kalmış durumdayız diyebilirdim. Ancak şu da unutulmamalıdır ki ilerki yaşlarda erkekler de ‘‘penis kıskançlığı’’ durumunu yaşayabilirler. Bunu da normal karşılamak gerekir. Kelimeyi bunca zamandan sonra aniden hatırlamalarının nedeni budur.
3- Yazarlar durup dururken sana bulaşarak adlarını gündeme getirmek istiyorlar. Senin cevap vereceğinden emin oldukları için bir taktik uygulayarak kendi promosyonlarını yapıyorlar.
Üçüncü tespitine hemen itiraz ettim ve ‘‘Saçmalama. Bak deniyor ki bu iki yazar basın tarihine geçecek kadar önemliymişler. Böyle bir şeye itibar etmezler’’ dedim.
O da bana ‘‘Yine olaya yanlış bakıyorsun. Aslında benim dediğimin doğru olduğu senin cevabından da görülüyor. Onlar tarihe mal oldukları ve bir türlü de oradan günümüze gelemedikleri için üçüncü maddede yaptığım gözleme uygun davranıyorlar’’ cevabını verdi.
Benden aktarması, araştırmacı gazeteci olarak görevimi tam yapayım istedim de.
***
Reklamcılar Derneği Başkanlığına,
Yeni piyasaya sürülen uyku ilacı hakkında bir reklam kampanyası yapılacağını duydum.
Benim bir reklam önerim olacak.
Eğer kabul ederseniz, başrolde kimi mutlaka oynatmanız gerekeceğini de bilahare bildireceğim.
Reklam şöyle başlasın.
Ünlü yazar, çalışma masasının başındadır. Habire bir şeyler yazmaktadır.
Bu arada ekranda bir yazı geçmeye başlar ve ihtilal olduğunu haber veren spiker sesine benzeyen bir ses de bu yazıyı aynen okur.
Şöyle demektedir yazıda:
‘‘Biliyorsunuz sadece o, uyku ilaçlarının bile uykusunu getirecek kadar sıkıcı yazılar yazardı.’’
Sonra görüntü değişsin ve yeni çıkan ilacın kapağı gelsin ekrana.
Ve bu kez de şu yazı okunsun: ‘‘Şimdi yeni ilaç sayesinde artık onun yazılarını okumanıza gerek kalmadı.’’
Bilmem anlatabiliyor muyum?
Paylaş