Medya

Serdar TURGUT
Haberin Devamı

Hürriyet'in kısa tarihi

Bir süre için izne ayrılıyorum.

Bu nedenle medya yazılarına 15 gün kadar ara vereceğim.

Bu köşeye başladığımdan bu yana çok da uzun zaman geçmemesine rağmen köşeye başlarken kendime koyduğum hedefi az çok tutturmuş olduğumu düşünüyorum.

O hedef te şuydu: Mesleğimiz ile ilgili olan her konu hakkında saldırgan olmayan, sakin bir düşünce sistematiği kurabilme üzerinde kafa yormak.

Hedef buydu ve ben de elimden geldiğince kendime koyduğum ilkelere uymaya çalıştım.

Ama tabii ki bu, konusu itibariyle son derece yoğun hislere yol açabilecek bir köşe.

Çünkü doğal olara yazılar gazeteciler ile, onların mesleklerini yapış biçimiyle ilgili.

Ve gazeteciler hemen her mesleği acımasızca eleştirdikleri halde kendileri eleştirildiği zaman bunu katiyen soğukkanlılıkla karşılamamalarıyla meşhurdurlar.

Sadece Türkiye'de değil, bütün dünyada durum böyledir.

Tabii ben de zaman zaman yazılarımda eleştiri dozunu istemeden de olsa kaçırdığımı yazı basıldıktan sonra üzülerek farkediyorum.

Ara vermeye hazırlanırken istemeden kırdıklarım varsa, onlardan özür dilerim.

*

Bu tür yazıları farklı, sadece bu işe eğilen bir dergide yapmak yerine gündelik bir gazetede, üstelik eleştirilerin hedefi de olmak zorunda olan bir gazetede yapmanın çeşitli sakıncaları var.

En büyük sakınca ise yazarın kendi gazetesini savunur gibi görünmemek çabasıyla öbür uc noktaya gidip kendi gazetesini acımasızca eleştirmesidir.

Yazdıklarıma baktım da bir kaç iyi işin övülmesi dışında yazılarda Hürriyet ile ilgili eleştirel bölümler çoğunlukta.

Diyeceksiniz ki bu da normal sonuçta eleştiri amaçlı bu köşe.

Doğru da, bunun doğru olması benim kendimi biraz haksızlık yapmış gibi hissetmemi engellemiyor.

Yazılara kısa bir süre için ara verirken kendi gazetem hakkında bir vicdan muhasebesine beni bu hisler itti.

*

Bir düşündüm de 10 yıl önce nerdeydik, şimdi neredeyiz.

İnanılmaz bir şekilde, büyük bir hızla değişmiş herşey Hürriyet'de.

Açıkça söyliyeyim hem teknolojik altyapıda hem de zihniyette New York Times'ın 30 yılda zor toparladığı değişimi biz 10-12 yıl içinde yapmışız.

Hürriyet'e ilk bilgisayar 1984 yılında geldi.

Neredeyse 1990 yılına kadar bilgisayar, yoğun olarak kullanılmadı.

Ankara Bürosu Hürriyet'in birimleri içinde bilgisayara en hızla adapte olan bölüm oldu.

Hatırlıyorum da daktilolarımızı eve götürmemizi isteyen o zamanın Ankara Temsilcisi Ertuğrul Özkök'e hepimiz tepki göstermiştik.

Hele bize bilgisayarı öğretmek için gelen Mehmet Ali İskender'e veya herkes tarafından bilinen adıyla Mali'ye de yapmadığmız kalmamıştı.

Bütün bunlara rağmen Ankara Bürosu üç gün içinde düşe kalka bilgisayarı kullanmaya başladı.

*

İstanbul'da bilgisayar daha çok redaksiyon amaçlı kullanılıyordu.

Ekonomi, dış haberler ve spor birimleri bilgisayara adapte olmuşlardı.

Ancak yazı işlerinin bilgisayarlı yaşama geçmesi biraz daha zaman aldı.

Yıllardır alışılmış, benimsenmiş iş yapma biçimlerinin değişmesi kolay değildi ayrıca yazı işlerinin bilgisayara geçmesi demek, gazetenin basılış sisteminin de baştan aşağıya değişmesi anlamına geliyordu.

1990 yılında Genel Yayın Yönetmenliğine Ertuğrul Özkök atanınca, Yazıişleri Müdürü ve gazetede bilgisayarın zihinsel babası Cafer Yarkent, yazı işlerinin bir üst katında her tarafı kırmızı olduğu için ‘Kırmızı Oda’ diye adlandırılan bir bilgisayar odası kurdular.

Burada isteyene aşağıda yapılmakta olanın nasıl çok daha hızlı ve etkili yapıldığı anlatılıyordu.

Ayrıca bu ikili, gazetenin her yerine ‘ŞİMDİ MODA KIRMIZI ODA’ diye slogan yazdıkları pankartları da astılar.

Yazıişlerinin de 1990 'da bilgisayarlı sisteme geçmesiyle alt yapı çalışmalarının en zorlu bölümü tamamlandı.

*

Bütün bunlar 10 yıl önce oldu. Yani aslında tarihi süreçte daha dün denebilecek kadar yakın zaman önce yaşadık bunları.

1990 yılında gazetede spor yazarları dışında sadece dört yazar vardı: Oktay Ekşi, Emin Çölaşan, Ege Cansen ve Kamuran Gürün.

1991 yılından itibaren gazetede yazar yelpazesini genişletmek amacıyla cesur adımlar atılmaya başlandı.

Yeni isimlere köşeler açıldı.

Övünerek söylüyorum ki bu gazete aynen New York Times gibi yeni yazarlara, yazış üsluplarına, farklı ve değişik fikirlere sıcak bakan ilk gazete olmuştur.

Yine Hürriyet gazetenin iç sayfalarını aynen birinci sayfaymış gibi düşünmesiyle bunlara yepyeni mizanpaj getirmesiyle ve her sayfaya ayrı bir editör atamasıyla büyük bir devrim de yaratmıştır.

Bugün gazetenin iç sayfaları çok güzel gözüküyorsa, çok rahat okunuyorsa bu yazıişlerindeki fedakar insanların muhteşem profesyonellikleri sayesindedir.

*

10 yıl önceki Hürriyet‘e bakın . Bir de bugünkü Hürriyet’e.

Neredeyse görünüş itibariyle tamamen farklı iki gazeteymiş sanırsınız.

Radikal değişim sürecinde okuyucu tepkisi olmasın, yeniliğe geçiş sancısız yaşansın diye genel yayın yönetmenlerinin neler çektiğini bilirim.

Rahmetli Çetin Emeç, Hürriyet logosunun değişmesi sürecinde bile yaklaşık altı aylık çalışma yaptırmış, raporlar hazırlatmıştı.

1980'li yılların ortasında Hürriyet'in de bütün dünyadaki modern gazeteler gibi modern dünyanın taleplerine cevap verir hale getirilmesine karar verildi aslında.

Ancak hızlı geçiş süreci 1990 sonrasında yaşandı, adımlar çok daha cesur atıldı.

Ha, tabii ki bu geçiş sürecinde yanlışlar yapıldı ama önemli olan uzun dönemli hedefin tutturulmasıydı. Bu da başarıldı.

*

Biz gazeteciler gündelik yaşamaya alışmış insanlarızdır.

Hislerimiz, tepkilerimiz, sevinçlerimiz de gündeliktir çoğu zaman.

Gün olur çalıştığımız gazeteye küfrederiz. Manşeti beğenmeyiz, haberi beğenmeyiz, yazıyı beğenmeyiz.

Kavgalar ederiz kendi aramızda.

Tepkilerimizin bazıları haklıdır da.

Ama şunu da unutmamak gerekiyor: Geldiğimiz nokta başladığımız noktadan çok ama çok daha ilerde.

Başladığımız nokta ise daha dün.

Çok önemli bir iş başarıldı. Eleştiriye, kavgaya kısa bir mola verip, bu süreçte emeği geçen herkese ‘helal olsun’ diyelim bence.

Bu yazı da benim kısa molamdı aslında.

Yazarın Tüm Yazıları