Serdar Turgut: Hocalara düzeltme operasyonu

Serdar TURGUT
Haberin Devamı

Elinde olmayan nedenlerden dolayı Türkiye'de görev yapmak zorunda olan bana, insanlar arada bir sorular soruyorlar.

‘‘Her gün yazacak konu nasıl buluyorsun?’’ sorusu, yazarlık mesleğinin aslında zor bir iş olduğunu düşünenlerin ana sorusunu oluşturuyor.

Ben hava atmayı beceremem.

Yaptığım işin son derece basit, kolay olduğunu düşünüyorum.

Harcadığım emeğin azlığına rağmen de iyi para almamı sosyal adalet ilkelerine aykırı buluyorum.

Benimle sohbet girişiminde bulunan insanlara bunu söylediğimde nedense bana inanmak istemiyorlar.

Yazarlık mesleğinin çok zor olduğuna beni inandırmak için uğraşıp didinmeye başlıyorlar.

Yazma eyleminin kolay ve kısa süren bir olay olduğuna onları sonunda inandırabilsem de bu kez ‘‘Canım, kimbilir bu duruma gelmek için ne çalışmalar yapıyorsunuzdur’’ diyorlar.

Anlayacağınız bizim halkı, gazete köşe yazarlığının aslında kolay bir iş olduğuna ikna etmek mümkün değil.

***

Tahmin ediyorum ki bu insanlar yazar olarak daha çok Hadi Uluengin veya Hasan Cemal'i tanıyıp, biliyorlar.

Hasan Cemal bana bir gün, on the record, yani haber yapılması kaydıyla dedi ki: ‘‘Yazılar beni öylesine yoruyor ki hafta sonunda elimi kaldıracak halim bile kalmıyor.’’

Evet böyle dedi.

Hadi Uluengin ise bir yazıyı ortalama 7 saatte yazar.

Bunu yazarken de iki paket sigara, üç adet Prozac içer.

Hatta uzun yazı maratonunun ara yerinde stres atmak için Belçika devletinin sosyal güvenlik bakanlığının sorumluluğuna yeni bir çocuk eklemek için girişimde bile bulunur.

7 saat sonunda ise hem yazı biter, hem de Hadi.

Halk yazar olarak bunları tanıyıp bildiğinden benim açıkladığım gerçekleri kabul etmek istemiyor.

Zaten bütün köşe yazarları da haklarındaki gerçeğin ortaya çıkması durumunda prestijlerinin bozulacağını bildiklerinden, beni susturmak da istiyorlar.

***

Anlatamıyorum meseleyi.

Yahu burası Türkiye.

Yazacak konu bulamamak imkánsız çünkü memleketin dört bir yanından konular kendi kendilerini yazarak masamızın üstüne gelip konuyorlar.

Yani bu ülkede bile yazar, yazı yazmakta zorlanıyorsa pes doğrusu.

***

İşte buyurun bakalım, alın size konu.

İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü, bütün dekanlıklara bir talimat göndererek, çalışan personelin kılık kıyafetlerini düzenlemeye kalkıştı.

13 Mayıs 1999 tarihli bu talimat doğal olarak sadece Ünüversite bahçelerinde çalışan bahçıvanları ve çay servisi yapan hademeleri ilgilendirmiyor.

Profesörler, doçentler, yardımcı doçent ve asistanları daha çok ilgilendiriyor talimatta denilenler.

Haydi buyrun, gelin üst makamlara göre kendi hallerine bırakıldıklarında sapıtmaları kaçınılmaz olan bu insanları rektörlük nasıl düzeltmeyi planlıyor bunu görelim.

Birlikte okuyalım rektörün talimatını.

***

‘‘KADINLAR: Elbiseler temiz, düzgün, ütülü, sade; ayakkabılar ve/veya çizmeler sade ve normal topuklu, boyalı; görev mahallinde baş daima açık, saçlar düzgün taranmış veya toplanmış; tırnak normal kesilmiş olur. Ayrıca bazı hizmetler için özel iş kıyafetleri varsa görev sırasında kurum amirinin izni ile bu kıyafet kullanılır.

Pantolon, kolsuz ve çok açık yakalı gömlek, bluz veya elbise giyilmez. Etek boyu dizden yukarı ve yırtmaçlı olamaz. Terlik tipi (sandalet) ayakkabı giyilmez.

ERKEKLER: Elbiseler temiz, düzgün, ütülü ve sade; ayakkabılar kapalı, temiz ve boyalı giyilir. Sandalet ve atkılı ayakkabı giyilmez. Bina içinde ve görev mahallinde baş daima açık bulundurulur. Kulak ortasından aşağı favori bırakılamaz. Saçlar kulağı kapatmayacak şekilde uzatılabilir, temiz, bakımlı ve taranmış olur. Her gün sakal tıraşı olunur ve sakal bırakılmaz. Bıyık tabii olarak bırakılır, uzunluğu üst dudak boyunu geçemez, üstten alınmaz, yanlar üst dudak hizasında olur. Alt uçları dudak hizasında kesilir. Kravat takılır, kravatı örtecek şekilde balıkçı yaka veya benzeri süveterler giyilmez.

Bina içinde gömleksiz, kravatsız ve çorapsız dolaşılmaz. Gereğince giyimde hizmete uygunluğun esas olduğu dikkate alınarak Anayasa'da belirlenen uygar, çağdaş, laik anlayış ile bağdaşan kılık kıyafet içinde görev yapılmasını bütün öğretim elemanlarına ve diğer personele duyurulmasını rica ederim.’’

***

Gördünüz mü bakın?

Hangi ruh hastası kaleme almış bunu bilmiyorum ama her kimse profesörleri, doçentleri adamakıllı hizaya sokmayı kafaya koymuş gibi gözüküyor.

21'inci yüzyıla girerken bilim insanlarını neden böyle yazılarla rahatsız etmekte, onları böyle şeylere muhatap etmekte ısrar ediyoruz, bilemiyorum. Burada laik ideolojinin faşizme dönüşmüş ruh halinin izleri gözüküyor.

Anlaşılan sadece Kadınlar bölümünde yer alan ‘görev mahallinde baş daima açık olacak’ lafını söylemenin ayıp olacağını düşünmüşler, profesörlerin giyeceği çoraba, onların her gün tıraş olmalarına, ayakkabılarının boyasına kadar getirmişler işi.

‘Bıyık tabii olarak bırakılır’, ‘tırnaklar normal kesilmiş olur’ gibi saçmalıklarla dolu bu utanç belgesini Türkiye'de yazacak konu bulmak çok zor olmalı diyen okuyucularıma sunuyorum.



Yazarın Tüm Yazıları