SON zamanlarda bende tuhaf bir ádet başladı. Katiyen olmayacak yerlerde bir anda ağlayan bebek sesi duymaya başlıyorum.
Bu bir restoranda, boş bir sokakta yürürken, alışveriş yaparken veya konser dinlerken de olabiliyor.
Geçen gün sokakta keman çalarak para toplayan birisi vardı mesela, ona da bence ağlayan bebek sesi eşlik ediyordu. Adam kemanı çok kötü çaldığından bebek sesi ile muhteşem bir uyum sağlamıştı
MTV ödüllerinin dağıtıldığı gece Axel Rose söylemeye başladığında arka planda ona da ağlayan bebek eşlik etmekteydi. Axel Rose buna neden sinirlenmedi anlamadım, o da benim gibi yaşlanmaya başladı galiba.
Eskiden olsa gider bebeği alıp getirir ve şan olsun diye sahnede onu bir güzel boğardı. Şimdi ise şarkısını bile kesmek ihtiyacını duymuyor adamcağız.
İlk başlarda etraftakilere ağlayan bebek sesini duyup duymadıklarını soruyordum ama artık bundan vazgeçtim. Tuhaf bakışlara muhatap olmak istemiyorum artık, bu da yoruyor insanı.
Bana özel vahim bir gelişmeyle karşı karşıyayım anlaşılan.
Eve telsiz aldık, çok lazımmış gibi bebekte olan biteni saliselerle izleyelim diye, telsizde de ağlayan bebek sesi duyuyorum ve bunların yüzde 80'i doğru çıkmıyor.
Bu gibi durumlarda Spielberg'in ‘‘Poltergeist’’ filmini hatırlıyorum elimde olmadan. Bir gece bu telsizden çıkacak ruhlar beni yakalayıp içine çekecek ve bir daha da beni kimse bulamayacak.
Bu beklentimi de kaçınılmaz bir şekilde anlattığım Rana'ya göre ise aşırı yorgunluk nedeniyle içimde zaten var olan potansiyel delilik enerjisi bir anda özgürleşmiş, patlama yapmış, öyle diyor bana.
* * *
Bebeklerle ilgili birçok teori var, belki biliyorsunuzdur.
Anladığım kadarıyla da her insan farklı bir teorik yaklaşımın ateşli savunucusu.
Hatta farklı teorisi olanları tek eliyle boğacak kadar sinirlenenler var bu konuda.
Durum böyle olunca sonuç itibarıyla bebeğin nasıl yetiştirilmesi konusunda herkes benim yanlış yaptığımı ve kendi doğrularının anında uygulamaya sokulmadığı takdirde son derece vahim gelişmeler olacağını düşünmekte.
Gerçekte var olmayan sesler kadar gerçekte var olan sesler de sinir bozucu olabiliyor yani, bilmem anlatabiliyor muyum?
Gerçekte var olan seslerin hepsinin farklı bebek teorileri olmasına rağmen nadiren birleştikleri ortak konular da var.
Bunlardan en başta geleni, ‘‘40'ı çıkınca kurtuluş’’ teorisi olarak adlandırılabilecek yaklaşım.
Özetle 40'ıncı gün dolunca bebeğin huyunda iyiye doğru gelişmeler olacağını ve ağlamalarının azalacağını söyleyen teori bu.
Bunu farklı laflarla ifade eden yaklaşık 100 ayrı tavsiye ve ‘‘dayan ve bekle’’ teşviki aldım bugüne kadar.
Şimdi buradan bir uyarı yapmak istiyorum.
Ben biliyorum, birkaç gün sonra 40'ı dolacak ve bizimkinde hiçbir değişim olmayacak.
Bunu biliyorum; çünkü bebek sabahın saat üçünde bile bana katiyen değişmeye niyetli değilmiş gibi bakıp duruyor hep.
Şimdi eğer 40'ının çıktığı gün bir kez daha bu teorinin bana anlatıldığını duyarsam, bunu o anda her kim bana anlatmakta ise bebeği anında ona evlatlık olarak vereceğim ve kendisini 40'ıncı yaş gününden sonra geri alacağım.
Böylece o kişi teorilerini pratikte de denemiş olacak ve teori ile pratik arasında insanlık tarihinin her döneminde var olan muazzam kopukluk en azından bir kişi düzeyinde bile olsa düzeltilmiş olacaktır.
Uyarmadım demeyin ha!..
* * *
22 saat filan uyanık kalmanın insana getirdiği bazı avantajlar da oluyor gayet tabii ki. Bu avantajlar, dezavantajların yanında son derece azınlıkta, marjinal kalıyorlar ama olsun, yine de varlar bir şekilde.
Örneğin, ben daha şu anda bile dünyanın sayılı ‘‘kötü ve hatta tahammül edilmesi katiyen mümkün olmayan film’’ uzmanlarından bir tanesi haline gelmiş durumdayım.
Gecenin bir saatinden sonra, aptal insanlar nasıl olsa uyumuşlardır diye düşünen değerli televizyon kanalı yöneticilerinin iyi filmleri gösterttiklerini sanırdım, ama yanılmışım.
Bunlar da var ama sayıları az. Çoğunlukta ise senaryosunun en kaliteli diyaloğu, ‘‘Ben üç parmak birden kestim ya sen... Ben kolu da birlikte koparıp aldım, kıskan bakalım’’ şeklinde geçen filmler yer alıyor.
Eline kamera alan kafayı yemiş her insan film çekmiş bence, dünyanın durumu onu gösteriyor.
Şu ana kadar hiç duymadığım öldürme tekniklerini de öğreniyorum bu filmlerden.
Eğer denilen doğruysa, eğer bebeklerin ileride nasıl bir insan olacakları bugünlerde bile belirlenmeye başladıysa hapı yuttuk demektir.
Çünkü bebek de benimle birlikte bu filmleri seyrediyor.
Gerçi o bunlara bakarken bir yandan da bağırarak ağlıyor; dolayısıyla gördüklerini hafızasına atması pek de mümkün görünmüyor.
Ama bir yandan var gücüyle ağlarken bir yandan da filmlerden son derece fantastik öldürme tekniklerini ezberlemeyi başarıyorsa bilemem artık. O zaman dünyanın geleceği için gerçekten endişe etmeye acilen başlasak derim ben.