BUGÜN Türkiye denilen toplumsal olaya bilimsel bir soğukkanlılıkla yaklaşacağım.
Tamam biliyorum ki sosyal bilimlerin, matematiksel netlikte formülasyonlara uydurulmasının mümkün olmadığını savunan bir görüş de var.
Ancak, ben onlara katılmıyorum. Toplumların da bilimsel netlikle çözülebileceğini, mantıki açıdan net ve kesin olan çözümlere ulaşılabileceğini düşünüyorum.
Dolayısıyla bu yazıda Wittgenstein metodolojisi ile Türkiye'yi çözümlemeyi ve tüm, evet TÜM toplumsal problemlerimizi çözmemize yarayacak sonucu, buna ulaşmamızdaki tüm mantıki adımları tek tek sıralayarak, net olarak göstermeye karar verdim.
* * *
Türkiye gibi özellikleri olan bir ülkede, demokraside ısrar edildiği durumlarda her zaman kaos koşullarına gidildiği tarihi bir gerçektir.
Bunun ilk işareti 1946 yılında verilmiştir. Tek parti dönemine son veren adımların atılmasıyla birlikte daha önce düzenli olarak tek bir hedefe doğru yürütülen toplum modelinden çıkılmış, çıkar çatışmaları başlamış ve bugün Türkiye'ye musallat olan tüm yanlışların kökü 1950-60 döneminde atılmıştır.
Bu toplumun gündeminde demokrasi ne zaman yer alsa, aynı anda ve buna paralel olarak ‘‘din meselesi’’ de gündeme gelmiş; mantıken gerek olmadığı, teorik açıdan anlamlı da olmadığı halde oy verme hakkına sahip kılınan cahil kitleler, hayattaki en önemli meseleleri olarak dini sorunlarını algıladıklarından, bu mesele demokrasi nedeniyle sanki memleketin en önemli meselesiymiş gibi görülmüştür.
Siyasi liderler hem yedinci maddedeki önkoşulu sağlayacak söylemler sürdürürlerken, hem de demokratik sistemin tabiatı gereği oy talep etmek zorunda kaldıkları bu kitlelerin gönlünü de hoş tutmak için sürekli olarak din motifini kullanarak politika yapmışlardır.
Yedinci ve sekizinci maddelerin toplam etkisi sonucunda bir yandan cahil insanların sayısı katlanarak artarken, bir yandan da din özgürlüğünün hayattaki en önemli özgürlük olduğu yolundaki yanılsama da topluma yayılmıştır.
Türkiye'de onuncu maddede işaret edilen muazzam çelişkiyi çözmek için ortaya çıkan, hem kendi dinine gerçekten inanan, hem de Batı tipi demokrasiyi savunan hareketler olmuştur.
Üçüncü maddede işaret edilen gerçek unutulup da demokraside ısrar edildiği anlarda bu tür hareketler samimi programlarla ve önemli bir iş yapmak için ortaya çıkarlar.
Ancak her durumda bunlara, ‘‘Siz bunları bilmezsiniz, bunlar bir iktidara gelirse bakın neler yapacaklar. Bunlar yalan söylüyor. Bunlar büyük tehlikedir’’ diye örgütlü tepki verilir.
Demokraside ısrar edildikçe bu tür İslami hareketler olacaktır, ancak Türkiye bu tür hareketlerin hiç ortada olmayacağı bir özel tip demokrasi hayaliyle yaşamaktadır uzun yıllar boyunca.
On dördüncü maddede yer alan istek mantıksızdır, iç çelişkilerle doludur ve bu yüzden de anlamsızdır.
Ancak bunu samimi olarak öneren fikirler ortaya atıldığında, köşe yazarları, aydınlar, sanatçılar ve sosyal bilinç sahibi insanlar tepki vermekte ve bu önerileri faşizm diye nitelemektedirler.
Öte yandan on yedinci maddede sıralanan türde insanların en büyük korkusu da dine atıf yapan bir partidir. Onun iktidara gelmesinden en çok onlar korkar ve onların iktidara gelmemesi için ellerinden geleni yaparlar, elden gelen yapılınca da ona destek verirler.
On yedinci ve on sekizinci madde bir arada muazzam bir mantık çelişkisidir ve toplumda ağırlığı olan bu insanlar bunun farkında da değillerdir. Dolayısıyla Türkiye'de
20 A- Demokraside illa da ısrar edilecekse,
20 B- Her partinin eşit şartta yarışıp, dıştan müdahale ile karşılaşmadan iktidara gelme şansı olduğu kabul edilecekse.
20 C- B ve C şartları varken İslam'a atıfta bulunacak partilerin var olacağı ve bunların da iktidara geleceği gerçeği mantığın bir gereğidir. Ancak Türkiye'de bu konuda yerleşik tavır, o partilerin mutlaka yalan söylemekte olduğu ve iktidara gelince kötülük yapmaya başlayacakları yönünde olduğundan...
Ortaya konulan tüm bu mantık silsilesi sonunda, mantık sistemimiz içinde yer alan muazzam çelişkiyi ortadan kaldırıp, daha az sorunlu bir topluma geçebilmemiz için yapılabilecek tek şey, atılacak tek adım kalmıştır.
Dininizi değiştireceksiniz.
Bu bir Kanun Hükmünde Kararname ile mi olur, yoksa MGK kararıyla mı bilemem ama yöntem önemli değil, asıl önemli olan sonuçtur.
Din değişimi sağlandığında, çelişkisiz ve mantıken tutarlı işleyen bir sisteme ulaşacağımız kesindir.