Paylaş
YIL 1994. Ben Hürriyet'in Washington'da temsilciliğini yapıyorum.
Bir akşam Bülent Ali Rıza aradı.
Çok önemli bir meseleyi anlatacağını söyledi.
Çok heyecanlıydı. Zaten o, politik konularda daima heyecanlıydı ve o zamanlar benim bir gazeteci olarak bu tür heyecanlara sahip olmamamı da kınardı.
İşin güzel yanı, her kınadıktan sonra ceza olarak bana bir Çin yemeği ısmarlamak zorunda da kalırdı.
Dinledim bir süre anlattıklarını.
Fakat birkaç dakika içinde konsantrasyonum tamamen kayboldu.
O boru hattı diyor, ben bir büyük Samuel Adams birası düşünüyorum.
Bakü-Ceyhan diyor, aklıma acısı tam kıvamında bir portakallı tavuk yemeği geliyor.
Novorossisk diyor, ben bir sussa da içmeye kaldığım yerden devam etsem diyorum.
***
Bülent bir süre heyecanla anlattıktan sonra sesimin hiç çıkmadığını fark etmiş olmalı ki, ‘‘Ne oldu, bu konu seni alakadar etmiyor galiba’’ dedi.
Washington'da çalıştığım yıllarda Beavis and Butthead'in maceraları, beni politik bağlantılı teorik meselelerden çok ama çok daha fazla ilgilendiryordu.
Bülent bunu bilir, bilir de kendisi Amerikanca deyimiyle tam bir ‘‘politikal animal’’dır. Uykuya geçmeden önce bile gevşemek için boru hattı meselelerini veya KKTC'nin geleceğinin ne olacağını düşünebilir.
O nedenle beni bildiği halde anlamamakta ısrarlıdır hep.
‘‘Katiyen ve kesinlikle ilgilendirmiyor’’ cevabını verdim.
***
Herhalde o gün Çin lokantasına da götürmek istemiyor muydu nedir, çünkü münakaşa çıkarmak ister gibiydi.
Neden ilgilendirmediğini de sordu.
Bana göre Bakü-Ceyhan hattında boru hattı döşenebilmesi imkánsızdı.
Çünkü bu hattın geçeceği coğrafyadaki bütün ülkeler ayak oyununda dünyaca tanınmış uzmanlardı.
Herkes birbiriyle dost geçinir gibi görünüp arkadan bıçaklardı birbirini.
Türkiye'nin komşuları arasında, benim akşam yemeğinde yarım saat bile konuşmaya tahammül edebileceğim kalitede insan yetiştiren tek bir ülke yoktu.
Komşularımızın hepsi üçkáğıtçı, puştluktan iyi çakan ve fırsat bulduklarında da Türkiye'ye zarar verecek tiplerdi.
Dünyada en belalı ülkelerin hepsinin bizim etrafımıza toplanması da tesadüf değildi; çünkü bunlar bize Osmanlı'nın bir hediyesiydi. Osmanlı bunları öylesine bir becermişti ki bunlar bir daha kendilerine gelememişti; şimdi de bunun öcünü bizden almak için hazırlardı.
Türkiye de harikulade bir yer değildi açıkçası; çünkü bu memleketi yönetenler bana sorarsan beş para etmezdi.
Dolayısıyla bu kadar belalı ve modernite dışındaki ülkelerin bir araya gelip de bir petrol boru hattı konusunda uzlaşabilmeleri kesinlikle imkánsızdı.
***
İşte böyle konuştum Bülent'e. Konuşmam bitince bir süre sessizlik oldu, sonra ‘‘Haydi sonra konuşuruz’’ dedi. Tam ‘‘Peki ya Çin yemeği’’ diyecekken de telefonu kapadı.
Bunları şimdi Bülent'in izniyle neden anlattığıma gelince...
O konuşmanın yapıldığı gün, bir Türk gazetecisinin Bakü-Ceyhan boru hattıyla ilgili sorunları ilk kez bu kadar net duyduğu gündü büyük ihtimalle.
Ben buna rağmen konuyla ilgili tek cümle yazmadım. (Önemli not: Üst düzey yöneticilerin en üst düzeyi Ertuğrul Özkök -ki kendisi bir zamanlar Köylü Derneği asil üyesiydi- benim geçmişe yamadığım şeyleri böyle yazdığım, anlattığım zaman hafiften bir sinir krizi geçiriyor. Bir keresinde de çekmediğim bir fotoğrafı anlatıyordum, balık yiyordu sinirinden kılçık boğazına kaçtı, yarım saat kadar öksürdü. O nedenle bu satırları yazarken ayrı bir keyif de almaktayım, bilmem anlatabiliyor muyum?)
Ancak o tarihten bu yana Türk basınında bu konuda hiç çıkmadıysa bin yorum herhalde yayınlanmıştır. Ben suskunluğumu hep korudum bu konuda.
Ve gelinen noktaya bakın.
Bakü-Ceyhan hattını ortak kuracak ülkeler birbirlerine hálá kazık atmakla meşgul.
Ruslar ise şak diye Kazak petrolünü Novorossisk limanına taşıdılar.
Bundan sonra Boğaz'da balık yerken artık her yarım saatte bir geçen büyük tankere el sallayacağız ve bizi yönettiklerini sananlara yine söveceğiz.
Paylaş