Paylaş
Eskiden çok etkilendiğim bir kitap okumuştum. ‘‘Bakmanın önemini’’ anlatıyordu.
Bir fotoğrafa, bir resme bakmanın söylemi üzerineydi kitap.
Dün onu ne kadar aradıysam da bulamadım kitapların arasında.
Yanlış hatırlamıyorsam John Berger'indi galiba. Yanılıyor olabilirim, aklımda da kalmamış bütün argümanlar kitaptaki.
Ancak bir sanat eserine, ondan yola çıkıp dünyaya, adına gerçeklik denilen şeye ‘bakmanın’ önemini bana içimden hissettirdiğini hatırlıyorum o eserin.
Son olarak o kitabı Floransa'da Ufizi Müzesi'nde hatırladım 15 gün kadar önce. Titian'ın (Tiziano) hizmetçileri tarafından giydirilmeyi bekleyen çıplak kadın tablosunun önünde büyülendim.
Yataktaki dağınıklık, kadının suratındaki ifade sanki biraz önce ateşli bir sevişme yaşandığını ima ediyordu.
Canlıydı kadın ve size bakarken de neden baktığınızı sorar gibiydi.
Ufizi'de bulunan birçok sanat şaheserine dikkatli bakarsanız, resimde bazı hatalar görürsünüz. Özellikle el ve ayak detaylarında oransızlıklar olabilir.
Tiziano'nun kadınının el ve ayak detayı da mükemmeldi. Müthiş bir seksüalite vardı resimde.
Onun karşısında dururken insan ‘‘İşte bir şaheser, başka tanımlayacak laf yok bunu’’ diye ister istemez düşünüyor.
* * *
Son iki gündür sinema üzerinde yazıyorum ya, birçok yazı okudum yanlış bir şeyler yazmayayım diye.
Okuduklarım hayalimde bazı ‘an’ların canlanmasına yol açtı.
Enstanteneler bunlar. Çeşitli filmlerden aklımda kalmış.
Bazılarının hangi filmde yer aldığını hatırlamıyorum bile.
Örneğin daha ortaokuldayken bir film seyretmiştim (Bergman'ın mıydı acaba). Tek sahne hatırlıyorum ondan.
Garson kafede oturan güzel kadına içkisini getirir, kadın parayı uzatır, para yere düşer, garson parayı almak için eğilirken kadının bacağına hafif bir öpücük kondur.
Müthiş bir sahneydi o ve bugün ‘cinselliği’ anlatmak için sinemada kullanılan abartılı dile de gerçek bir eleştiriydi aslında o görüntü.
Sonra bazı bakışlar kalmış aklımda. Örneğin ‘‘Yurttaş Kane’’ filminin ilk sahnesinde, adamın ölürken hemşerinin kapıdan içeri girmesi ve o görüntüyü çarpıtarak ölen adamın gözünden veren teknik.
Hayata son bakışın filmi çekilebilir mi sorusuna ‘‘Evet çekilebilirmiş’’ dedirten sahneydi o.
Bir de ‘‘All That Jazz’’de kendi ölümünü bile bir Broadway şovu olarak yaşayan ve bence Bob Fosse'nin kendisini canlandıran aktörün hayata son bakışı da çok etkilemişti beni.
Son bakışlardan açılınca laf ‘‘Godfather’’ filminde Marlon Brando'nun torunuyla bahçede oynarken kalp krizi geçirmesi sahnesindeki son bakış da çok etkileyiciydi.
Ancak Brando gibi bir usta tek bir bakışla hem ölümden duyduğu dehşeti hem de o anda bile torununu kollama şefkatini aynı anda dile getirebilirdi.
‘‘Chinatown’’ filminde Jack Nicholson'ı da unutmaya imkán yok. Faye Dunaway son sahnede vurulunca Nicholson dünyaya öylesine bir bakış attırır ki, bunu yazarak tarif etmek imkánsız.
* * *
Aynı katogoride olmamakla birlikte Clint Eastwood'un western filmlerindeki bakışları da akıldan kolay kolay çıkmıyor.
‘‘Spagetti Western’’leriydi onlar. İtalya'da ve özellikle de Sergio Leone usta tarafından çekilenler mükemmeldi.
İşin tuhafı biraz da şamata olsun diye çevrilen bu filmler eski zamanların kovboylarını bence en iyi anlatmayı da başarmışlardır.
‘‘İyi, Kötü, Çirkin’’ filminde sadece Eastwood değil bütün karakterler sürekli olarak bakar. Kamera bakan gözlerin üzerinde saniyelerce durur.
Ama bir tek Eastwood bakmayı iyi bilir. Sanki yazının girişinde bahsetmiş olduğum kitabı okumuş gibi dünyaya ‘‘anlayarak’’ bakar.
Bir yerlerden bulursam bu filmleri tekrar izleyeceğim. Eminim ki nüanslarda kaçırmış olduğum, ilk izleyişte bakmayı bilemediğim için kaçırdığım çok detay vardır onlarda.
Bu yazıyı neden yazdığımı sorarsanız... Aslında buna verecek fazla bir cevabım yok ama şunu biliyorum ki, öyle ya da böyle derinden bakmayı biliyorsanız eğer dünyaya, bu Türkiye insanı çok ama çok yoruyor..
Bu yazıyı da benim gibi yorgun insanları bir nebze olsun dinlendirmek için yazdım, o kadar işte.
Paylaş