Paylaş
Gilles Lipotevsky bir sosyolog. Kitabının adı ‘Paradoksal mutluluk – Hipertüketim toplumları hakkında bir araştırma’. (Ben adını böyle tercüme ettim) Özetle diyor ki:
(1) Bir ‘hipertüketim’ toplumuna doğru gidiyoruz.
(2) Tüketimle erişilmeye çalışılan refah, gelecek endişesini dengelemeyi amaçlıyor.
(3) Tüketim çılgınlığının sebebi ekonomik değil, sosyal.
(4) Bu yüzden işsizliğe ve ekonomik krizlere dirençli...
Yes, yani bugün biraz ciddi takılıyoruz.
Bu da bizim ‘teşebbüs aşamasında kalmış aydın’ kompleksimizi gidermek için bulduğumuz bir nevi savunma mekanizması. Arada katlanacaksınız. Hani ‘üfürük şeyler yazıyorum ama, istesem...’ ayakları.
Kendime ispat çabaları.
(Bugüne not: O tarihte daha da gayriciddî şeyler yazıyormuşum demek ki...)
*
Soru: Hanelerin tüketiminin satınalma gücünden daha hızlı artmasını nasıl izah ediyorsunuz? (Tüketim nasıl gelirden daha hızlı artıyor, diyecek...)
Cevap: Paradoksal bir durum olduğu muhakkak. Gelecek konusundaki endişeleri büyük ama Fransızlar yine de harıl harıl tüketiyorlar, dahası korkmadan borçlanıyorlar. Çünkü tüketim dinamiği giderek ekonomik gerekçelerin dışına taşıyor. Aksine, tüketimle ulaşılmaya çalışılan refah, geleceğe yönelik endişeleri telafi ediyor. Özetle geleneksel topluma sırtımızı dönmüş durumdayız. ‘İyi yaşamak’ kitlelerin tutkusu ve demokratik toplumların nihai hedefi haline geldi. Bu, kapitalizmin yeni bir evresi, adına ‘hipertüketim toplumu’ diyebiliriz. Bu sarmal bir diğer ‘sosyal endişe’yi de telafinin yolu: Sosyal yalnızlık! Bu anlamda, satın almak bir tür terapi.
*
Soru: Arzın bollaşması ve yeni icatlar da tüketmeye, harcamaya yöneltmiyor mu tüketiciyi?
Cevap: Gayet tabii. ‘Konsümerist’ (tüketimci) bir toplumda yaşayan Fransızlar yeniliğe çok düşkün. Hiper-tüketici yaşadığını hissetmek için yeni heyecanların peşinde.
Sonuç: Kırk yılda kitlesel tüketim toplumundan ‘yenileme toplumuna’ geçtik. Ve ekonomik sistem bu yenileme ihtiyacı karşılıyor. Mesela yirmi yıl önce, büyük parfüm markaları piyasaya ortalama yedi senede bir yeni bir ürün sürerdi, bugün her sene bir ürün çıkarıyorlar. Ama dikkat edin, marketingin gücü sınırsız değil, bu arz bombardımanına rağmen tüketici inisiyatifi elinde tutuyor. Karşılaştırmayı ve bilinçli seçim yapmayı biliyor. Tüketici giderek daha bilgili, demek ki giderek daha talepkâr; ürünlerin kalitesi de yükseliyor. (...)
*
Soru: Bu ortamda, tüketimin işsizlik ve gelirle ilgili dalgalanmalara daha dayanıklı olduğunu söylemek hatalı olur mu?
Cevap: Doğdudur. İnsanlar trafik sıkışıklığından, plajlardaki kalabalıktan, çirkinleşen şehirlerden, komşuların gürültüsünden, politikacılardan şikayetçi. Yani ‘özel konfor’ eksikliğinden ziyade, ‘kamusal konfor’ eksikliği insanları rahatsız eden. Bugünün kıskançlığı maddî değil, manevî zenginliklere yönelik; aşk, güzellik, prestij, başarı... Bugün siyasî ve dinî beklentiler, tatmin edilmeyen maddî beklentilerden daha çok düş kırıklığı yaratıyor. Geleneksel toplum düzeninde, kültürel sistem, meşakkatli (sıkıntılı, zor) günlük yaşam mücadelesinin bir parçasıydı.
Bugün durum tam tersi: Kültürel ve siyasal memnuniyetsizlik büyük, buna karşılık maddî tatmin imkanları neredeyse sınırsız.
*
Soru: ‘Kendini şımartma’ isteği kalıcı bir fenomen midir?
Cevap: Olabilir. Tüketim toplumu insanları zayıflattığı, alışkanlık yarattığı gibi, mutluluk da verebilir. Mesela bireysel ve içsel estetiğe daha bir önem vermek. Son model arabayı almaktan maksat, komşuyu çatlatmak değil, kendini mutlu etmek. ‘Çünkü ben buna değerim’ diyen meşhur reklam sloganının modası geçeceğe benzemiyor.
*
Sonuç: Sosyal bariyerler çöktü. Eskiden işçiler, işçi gibi yer, içer, giyinir, tüketirdi. Bugün böyle bir ayrım yok. Gelir düzeyi ne olursa olsun, lüks mallara yönelim bunun ispatı. Hipertüketici eskiden bilmediği bir özgürlük elde etti. Eğer bugünkü toplumumuzu ‘kırılganlık ve güvensizlik üreten toplum’ diye tarif ediyorsak, bunun sebep olduğu mutsuzlukları telafi edecek çareleri de getirdiğini söylemek gerek.
Tatminsizlik için çok sebep olduğu doğru, ama bunları aşmak için bize sunulan fırsatlar da sonsuz. Neticede, tüketim çılgınlığı böyle süreceğe benzer... başka çılgınlıklar yerini almazsa eğer! (Röportaj: Danièle Oliveau, 18.com)
Bugüne not: Küreselleşen dünyada Batı ile Türkiye arasında ‘tüketici-insan davranışları’ açısından pek bir fark kalmadı. 6 yıl sonra tekrar okuduğum bu röportaj, Türkiye’nin önemli bir kesiminin ‘uyanık gördüğü rüyadan’ uyanmamak için niye her şeye gözünü kapadığını bir nebze de olsa açıklıyor.
Paylaş