Paylaş
- Ulan bugünkü yazın… Gene eline sağlık diyeceğim ama sonra vicdan azabı çekerim diye korkuyorum.
- Ben de sağ ol diyeceğim de, hele bir lafı tamamla bakalım, altından bir halt çıkmasın.
- Oğlum sana ‘aferin’ dedikçe dozu artırıyorsun. Kovduracaksın kendini. Ben de seni gaza getirdim diye kendimi suçlayacağım.
- Mesele buysa üzülme: Bugüne kadar kendimi kovdurmak için kimseyin yardımına ihtiyacım olmadı elhamdülillah!
Gülüştük. Ama ciddi ciddi endişeliydi.
*
Anlatmaya çalıştım:
Gazetecilik dünyanın her yerinde riskli bir meslektir.
Medenî ülkelerde gazeteciler, eğer mafyanın yahut bir psikopatın ayağına basmazlarsa, en azından hayatları için endişe etmezler.
İşlerini kaybetme riskleri de, diğer meslek erbabından fazla değildir.
Medenî ülkelerin medeniyetten nasibini almamış ve/veya savaş halindeki ülkelerde görev yapan mensuplarının, ölüm, yaralanma, yeni yeni kaçırılma riski yüksektir.
Bizimki gibi geri toplumlarda ise gazeteciler, akla gelebilecek küçüklü büyüklü her türlü tehdit altındadırlar.
Uzatmama gerek yok.
Freedom House’un 2014 basın özgürlüğü raporuna bakmak yeterli mesela:
Türkiye (Ekvador, Ermenistan, Libya ve Güney Sudan’la birlikte) 197 ülke içinde 134’üncü sırada.
Hapisteki gazeteci sayısında da son yıllarda birinciliği Kuzey Kore’ye bile kaptırmıyoruz elhamdülillah.
İktidar baskısıyla işsiz kalmış meslektaşlarımın sayısını bilmiyorum.
Aynı listede sadece 30’uncu sırada olan ABD’de dahi ‘whisthle-blowers’ yani ‘ihbar edenler’ (muhbir diyemedim, olumsuz geldi) yasaların koruması altındadır.
Vatan hainliğiyle, karanlık güçlerin adamı olmakla, casuslukla, çete üyesi olmakla, satılmışlıkla filan suçlanamazlar.
Bu yasa bildiğim kadarıyla gazetecilerin haber alma ve yapma özgürlüğünü de garanti altına alır.
Ama bu yasal güvence bile Edward Snowden’i koruyamadı, biliyorsunuz.
Yani gazeteciliğin aslında hiçbir yerde yüzde 100 garantisi yoktur çünkü...
Fıtratında iktidar ve para hırsı; yolsuzluk, hırsızlık, soysuzluk ve üstelik yüzsüzlük olan insanlar var oldukça, gazeteciler rahatsız etmeye devam edecek ve rahat etmeyecektir.
Gazeteciliğin fıtratında ‘rahatsız etmek’ ve ‘rahat etmemek’ vardır.
Bu iki fiilin dozu, ülkesine göre (demokrasi ve hukukun üstünlüğüne göre) değişir.
‘Rahat ettirerek rahat eden’ taharet medyası bir yüz karası, bunlar gazeteci filan değil, tamam da; yanlışları görmemek, yanlış yapanları rahatsız etmemek, susmak bile başlı başına mesleğe ihanettir.
Siyaset yazmak da şart değil, gazeteci sadece ‘ne güzel şeyler oluyor; canım ülkem; sevelim, sevilelim...’le yetinemez.
Yanlışları görmek ve söylemek zorundadır.
Hele bir yanlışın bin doğruyu götürdüğü Türkiye’de bugün.
*
Ayrıca, Hürriyet İK’nın yöneticisi değil, İK yöneticisi de olsaydım, gene aynı şeyi yapardım
Anlatmaya çalıştım:
Doğru söylediğim için kovulmayı,
- yalan söylediğim için kovulmaya
- işimi kaybetmemek için doğru bildiğimi susmaya yahut (pek farkı yok aslında) yalan söylemeye
- yalan söylemek için maaş almaya tercih ederim.
Doğru bildiğimi yaptığım için kovulmayı,
- yanlış bir iş yaparak kovulmaya
- işimi korumak için bile bile yanlış işler yapmaya
- benden istenen yanlış işleri yapmak için para almaya tercih ederim.
Biraz bilmece gibi ve ahmethakanvârî oldu ama, doğrusu budur.
İK olarak budur.
Gazetecilik olarak budur.
İnsanlık olarak budur.
Hepsi bir araya gelince, başka çaresi yoktur.
Dipnot-1: Bu söylediklerim Hürriyet’ten başka bir gazetede yazılabilir miydi, sanmıyorum. Biraz da bundan cesaret alıyorum.
Dipnot-2: Kendimden bahsettiğim, ‘Ben, ben...’ dediğim için özür dilerim!
Not : Serdar Devrim’in bu sitede yer almayan eski İK yazılarını http://serdardevrim-ik.blogspot.com.tr/ adresinde bulabilirsiniz.
Paylaş