Yönetici olarak gözüm arkada kalmayacak. Vazgeçilmez yönetici kötü yöneticidir derdim ya hep... 8 yıldır emek verdiğim gazetemi Hürriyet İK editörü Burcu’ya (Özçelik Sözer) emanet ediyorum; Deniz’le (Türsen) ve Burcu (Yaşar) ile bu işi gene benden iyi götüreceklerdir, eminim.
Yazar olarak da, size minettarım. İlginize, teveccühünüze ve 331 haftadır sonsuz hoşgörünüze çok teşekkür ediyorum.
Hoşça kalın!
Not: Serdar DEVRİM’in eski İK yazılarına http://serdardevrim-ik.blogspot.com.tr/ adresinden ulaşabilirsiniz.
Sürekli yeni ve içi boş unvanlar uyduruluyor. Bugün pek çok şirkette işe ‘uzman’ (= aslında büro çalışanının yeni Türkçesi) olarak başlıyor, taş çatlasa bir iki yıl sonra ‘koordinatör’, peşinden de ‘grup direktörü’ oluyorsun. Bu unvanlar artık ne demekse, mesela müdürden farkı neyse... (Herkesin yönetici olduğu departmanlarda bunlar kimi yönetiyor, işi kim yapıyor, o da ayrı bir soru.)
*Konuya gene hani ya kulağım işte girdim, yazıya şu cümleyle başlayacaktım aslında:
Belli bir mevkiye geldiğinizde kendi marifetiniz sanıyorsunuz değil mi? Aslında siz de bal gibi biliyorsunuz ki, değil. Çünkü - özellikle Türkiye gibi marifet ile iltifat arasındaki bağın kopuk, kriterlerin muğlak, İK süreçlerinin fake (gördüğünüz gibi ben de İngilizce kelimeler sokuşturmayı beceriyorum) olduğu ülkelerde – küçük büyük her başarıda ahval ve şeraitin, dayının, torpilin, karar vericilerin değerlendirme hatalarının, şansın ve daha daha pek çok sübjektif faktörün rolü vardır.
Bu faktörlere, hiç akla gelmeyenler de dahildir.
70’lerin başında ailece bilimkurgu romanlarına sarmıştık. A.E. Van Vogt, Philip K. Dick, Daniel Keyes, Robert Merle vd.
O tarihte adı sanı (en azından bizde) pek bilinmeyen Michael Crichton’ın Türkçe’ye Uzay Mikrobu diye çevrilen (The Andromeda Strain) kitabını o günlerde okudum. Ve 12-13 yaşlarında mikrobiyolojist olmaya karar verdim. Yol yordam sorduğum bir prof. bana mealen “Türkiye’de aç kalırsın, üstelik araştırma yapacak ne laboratuvar ne fon ne de destek bulabilirsin. Ama ABD’de okumak ve yaşamak istiyorsan, hiç durma...” dedi. Hevesim kaçtı. Hayattaki sayısız ‘keşke...’lerimden biridir.
Bu sebeple, bağışıklık bilimi uzmanı Prof. Patrice Debré’nin yeni çıkan kitabı L’Homme Microbiotique benim için nostaljik bir keyif vesilesi.
Uzman değilseniz ‘mikrobiyota’ kelimesini duymamışsınızdır. ‘Evsahibi ile uyum içinde yaşayan mikro-organizma popülasyonu’ diyebiliriz. Özetle (konumuz insan olduğuna göre) insan vücudunda yaşayan bilumum bakteri, mantar, virüs vb mikro-organizmalar. Küçümsemeyin çünkü vücudumuzda 2 kiloya yakın mikrop taşıyormuşuz. Sadece bağırsaklarımızda 100.000 milyardan fazla, yani vücudumuzdaki hücre sayısının 2 katı bakteri yaşıyormuş.
Söz konusu olan yaşam hakkı ve özgürlükler ise, asıl, asıl çocuklarımızın geleceği ise, gerisi teferruattır.
Sadece, boşluktan istifade, bir eleştiriye kısa bir cevap vermeye çalışacağım.
*
Her şeyden menfaat ve kâr bekleyen insanlar olduk. (Üstelik küçücük menfaatler... Gerçek çıkarlarımızı idrak edecek eğitim ve akıldan yoksunuz.)
Bir köşe yazısı size ne menfaat, ne de (kısa vâdede en azından) kâr sağlayabilir. At yarışı yahut İddaa tahmini (bunun adının ‘iddia’ yerine eminim yanlışlıkla ‘iddaa’ yazılması da ayrı bir gıcıklık) ya da borsa yorumu okumuyorsanız eğer...
Hayret, çünkü büyük olasılıkla siz de bir ‘perfect phubber’sınız. Her birimiz gibi.
Bir örnek vererek anlatayım.
*
Bir hususta akıl danışmak isteyen iki genç meslektaşımla bir kafede oturmuşuz. Üçümüz de cep telefonlarımızı (silahşörler gibi) çıkarıp masaya koymuşuz. Ben bir cevap vermeye çalışıyorum. Sohbeti kendileri talep etmiş olmalarına rağmen, konsantre olmakta zorlanıyorlar. Biri esnemesini zor engellerken, diğeri bir bip’i bahane ederek kurtarıcı gibi cep telefonuna saldırıyor.
Ancak, özellikle dünya ekonomisinin teklediği şu günlerde, her ülke, ekonomimi nasıl canlandırırım, büyümeyi nasıl sağlarım derdinde.
McKinsey Global Institute tarafından yapılan ve Washington Post’un haberleştirdiği bir araştırmaya göre, çare gözümüzün önünde: KADINLAR.
Eğer kadınlar ekonomik hayatta erkeklerle aynı rolü oynasa, aynı imkan ve haklara sahip olsa, dünya ekonomisi 2025 yılında + 25.000 milyar dolar yani dörtte biri kadar büyüyebilir. Bu da dünya ekonomisine biri ABD biri Çin kadar büyük 2 ülke ilave etmekle eşdeğer.
Ancak araştırmacılar, ‘bugün kadınlarla erkekler arasında öyle bir uçurum var ki, 10 yıl sonra eşitlik hayal’ diyorlar. Onun için daha ‘ılımlı’ bir senaryo öneriyorlar. Her ülke, kadın-erkek eşitliği bakımından kendi coğrafyasındaki en ileri ülkenin seviyesini yakalarsa ne olur? G.Amerika’da örnek Şili, Batı Avrupa’da İspanya, Güneydoğu Asya’da Singapur, vs.
Sağcı ama kaliteli ve bilgili bir insan. Kariyerinde belki de tek kötü not, bir aralar Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy’nin danışmanlığını yapmış olması.
Geçen hafta, Fransız Le Figaro gazetesinde Soubie ile yapılan bir röportaj okudum. (26-27 Eylül 2015)
Özetle, tabii Fransa ekonomisine bakarak, şöyle diyordu:
- Fransa ekonomisi artık ‘hizmet sektörü’ ağırlıklı. Hizmet sektörü şirketleri, esneklik aradıkları için (size sağcı dedim ya!) taşeron kullanmayı tercih ediyor. Bu arada devlet de küçük-büyük girişimciliği destekliyor. Yani ‘ücretli çalışma düzeni’yerini yavaş yavaş farklı bir sisteme bırakıyor.
Bir de, çoğunluğu oluşturan diğerleri, yani ne başarılı ne başarısız insanlar vardır. Ki bunlar iki gruba ayrılırlarmış: ‘Başarılı olmayı başaramayanlar’ ve ‘başarısız olmamayı başaranlar’.
Evet, haklısınız, yazarken benim de kafam karıştı. Birlikte anlamaya çalışalım.
Birinci grup, yani ‘başarılı olmayı başaramayanlar’ın başarılı olma potansiyeli varmış. Ama başarılı olurlarsa kendilerinden başka ve daha zor işler istenir, sorumlulukları artar diye frene basıyorlarmış.
İkinci grup, yani ‘başarısız olmamayı başaranlar’ ise asgarî bir sonuç almazlarsa gözden düşerler, işlerini kaybederler diye kendilerini zorlayıp başarısız olmamayı bir şekilde başarıyorlarmış.