Serap Duygulu

Çocuklar her şeyi yapabilir mi?

8 Şubat 2018
Çocuğa "istediğin her şeyi yapabilirsin" demek ona "ebeveyn olarak ben sana rehberlik edemeyeceğim" demektir.

Evdeyim ve bir televizyon kanalında kayıpların bulunduğu bir programa denk geldim. 16 yaşındaki gencecik bir kız öğrenci günlerdir kayıp ve ailesi kızlarını aramak için canlı yayına katılmış. Programa bağlananların ve özellikle annesinin konuşmasından anlıyoruz ki, genç kız babasıyla tartışmış ve evden kaçmış. Genç kız lise öğrencisi ve ailesi haklı olarak kızının hayatından çok endişeli. Bugün ise emniyet güçlerinin genç kızı bulduğu haberi geliyor canlı yayında.

Programcı hanımefendi mutlu, yayına bağlanan anne mutlu. Bir genç kızın başına olumsuz olaylar gelmeden bulunmuş olması gerçekten çok sevindirici. Tam bu anlarda yayın sırasındaki konuşmalar ilginç bir hal aldı. Sunucu hanımefendi, anneyle kızı hakkında konuşurken kızının babasından şiddet görüp görmediğini sordu ve anne ‘evet biraz tartışmışlardı’ diye yanıtladı. Biraz tartışmanın ne ölçüde şiddet içerdiğini bilemiyoruz tabii ki. Çünkü şiddet sadece fiziksel olarak zarar vermek demek değil biliyorsunuz. Şiddetin fiziksel olmadan da uygulanan farklı türleri var: Ekonomik şiddet, cinsel şiddet, psikolojik şiddet gibi.

Programda anne ‘babasıyla da konuştuk ve karar verdik, kızım ne isterse yapabilir’ diyor. Ne kadar yanlış bir cümle kurduğunun farkında bile değil. Farkında olsaydı kızını ve kendilerini bu noktaya getiren olaylar zaten hiç yaşanmayacaktı. Hepimizin sınırlara ihtiyacı var. Nerede duracağımızı bilmeye, yapabileceklerimizin sınırını görmeye ihtiyacımız var.

Bu tıpkı 5 metrekarelik bir odada maraton koşusuna çıkar gibi bir hızla koşamayacağınızı bilmeniz gibi bir şeydir, hızla koşmaya çalışırsanız başınızı üç adım sonra karşı duvara çarparsınız ve yaralanırsınız. Çocuk eğitiminde de bu geçerlidir. Çocukların da aile içinde yapabilecekleri yani sınırları bellidir. Aile olmak, anne baba olmak çocukları dış dünyaya ve geleceğe hazırlamaktır. ‘İstediğin her şeyi yapabilirsin’ demek çocuğa ‘ebeveyn olarak ben sana rehberlik edemeyeceğim’ demektir. Çocukları baskıyla bunaltıp, alanlarını daralttıktan sonra ve çocuğu aile ile iletişimi reddedip evi terk etme noktasına getirdikten sonra ‘sen istediğin gibi davranabilir, istediğini yapabilirsin’ demek onu daha büyük tehlikelere atmaktır. Çocukların istediği bu değil ki…

Çocukları aileleri tarafından korunup kollandıklarını bilmek isterler, attıkları adımda, yapmak istedikleri şeylerde desteklerini görmek, onlarla iletişim kurmak, anlaşıldığını ve düşüncelerine önem verildiğini bilmek isterler. Sınırsız serbest bırakılmak değil çocukların istedikleri. Onlar yol arkadaşlığınızı isterler, bazen ileriye doğru itilmeyi, bazen durdurulmayı isterler. Siz önce ‘yapamazsın, gidemezsin, konuşamazsın, hatta öyle düşünemezsin’ diyerek çocuğu engelleyip, sonra onu kaybetme noktasına gelince ‘tamam sen ne istersen o olsun’ derseniz, zaten çocuğun neden sizden kaçtığını çok güzel örneklendirmiş olursunuz.

Çocukların ilk eğitim yeri ailedir. Aile olmak çocukları kendi istediğimiz gibi bir birey haline getirmek değil, çocuğun kişiliğine ve eğilimlerine göre eğitmek, yetiştirmek demektir. Zamanında aile kuralları içerisinde, sınırları verebilmiş anne babalar, çocuklarının ileriye doğru adımların engelleyen değil ama zarar görmeden nerede durması gerektiğini öğreten ebeveynlerdir. Çocukların alacakları eğitime, ilgi alanlarına, düşünce biçimlerine kadar engellemek, yasaklamak ya da kendi uygun gördüklerimizi dayatmak iyi anne babalık olmuyor sevgili anne babalar. Onların gözümüzün önünde hatalar yapmasına izin vermeden, kendi deneyimlerini oluşturmalarına fırsat tanımdan dış dünyaya hazır çocuklar yetiştirmek mümkün değil. Peki bu nasıl olacak derseniz?

• Çocuklar arkadaşlarıyla görüşmeye başladığında o arkadaşları mutlaka tanımalısınız.

• Arkadaşlarının aileleriyle görüşmeniz gerekir. Bu birbirinize gidip samimi ilişkiler kuracağınız anlamına gelmiyor elbette ama kim olduklarını, ne iş yaptıklarını bilmek, en azından bir tanışmak şart.

Yazının Devamını Oku

Helikopter aileler çocuklarına ne yapıyor?

24 Ocak 2018
Helikopter Aile terimi, ilk defa 1990’da Foster W. Cline ve Jim Fay’ın“Parenting with Love and Logic: Teaching Children Responsibility” kitabında yer alarak; bir çocuğun, annesi için “başımda helikopter gibi dönüyor” demesiyle ortaya çıkmış bir kavramdır. Peki, helikopter aileler derken asıl kastedilen nedir ve bu ailelerin genel tutumları nasıldır?

Helikopter Aile terimi, ilk defa 1990’da Foster W. Cline ve Jim Fay’ın“Parenting with Love and Logic: Teaching Children Responsibility” kitabında yer alarak; bir çocuğun, annesi için “başımda helikopter gibi dönüyor” demesiyle ortaya çıkmış bir kavramdır. Peki, helikopter aileler derken asıl kastedilen nedir ve bu ailelerin genel tutumları nasıldır? 

Helikopter aileler, çocuklarını daima kontrol altında tutan, onların hayatlarına ve kişilik oluşumlarına gereğinden fazla müdahale eden anne-babaların tutumuyla oluşur. Bu tip ailelerin özelliklerine genel olarak baktığımızda, çocukların kendi sorumluluğunda olması gereken şeylerin ebeveynleri tarafından benimsendiğini görebiliriz. Çocukların fiziksel, bilişsel, psikolojik ve sosyal gelişimleri adına yapabilecekleri ve yapmaları gerekendavranışları üstlenerek bu gelişimlerin gecikmesine veya sağlıklı bir şekilde tamamlanamamasına yol açabilirler.
Hatta kimi zaman bazı ailelerin sosyal ortamlarda çocuklarını kendi istedikleri biçimde ifade etmeleri, küçük yaştan itibaren çocukların bireyselleşme ve sosyalleşme evrelerinde kendilerini güvenle ortaya koyabilmelerinde birtakım sorunlar yaşamalarına sebep olabilir.
Bunun yanı sıra, helikopter ailelerin bir diğer önemli özelliği, çocuklarından beklentilerinin her alanda yüksek olmasıdır. Bu durumu özellikle de akademik alanda görüyoruz.

Çocuklarının başarıları ve gelecekleri için kaygı duyan bu aileler, çocuklarının ödevlerini kendi ödevleriymiş gibi kontrol edebilir, meslek tercihlerini kendi tercihleriymiş gibi benimseyebilir, sosyal çevrelerine kendi çevreleriymiş gibi hakim olmak isteyebilirler. Fakat bu durum sadece çocukluk ya da ergenlik çağında değil, yetişkinlik çağlarında da devam edebilir. İlkokul çağındaki çocuklarda çocuğun sorumluluğu olan ve tek başına yapabileceği eylemleri üstlenmek helikopter ailelerde görülen davranış şekilleridir. Lise ve üniversite dönemlerinde ise, düşük notlarından dolayı hocalarını aramak, alacağı dersleri veya çocuğunun mesleğini seçmek, arkadaşlarını seçmek ve girdiği ortamları ve gittiği yerleri kontrol etmek helikopter ailelerin yapabildiği davranışlara örnektir.

Bazı uç örneklerde, çocuklarının hayat arkadaşlarını, evlendikten sonra yaşayacakları yeri ve hatta torunlarının doğacağı zamanı bile kendileri belirleyen anne babaları görmek de mümkün. Helikopter ailelerin tutumları, kısa ve uzun vadede çocukların psiko-sosyal sorunlar yaşamalarına sebep olabilir.

Helikopter ailelerin ve onların tutumlarına maruz kalan çocukların en yüksek oranda görüldüğü kuşaklar ise, 1965-1980 yılları arasında doğan X-Kuşağı ve 1981-1999 yılları arasında doğan Y-Kuşağında ya da diğer adıyla milenyum kuşağıdır. Bu kuşakların özelliklerine bakıldığında, X kuşağının sorumluluk duyguları yüksek, rekabetçi, toplumcu, sadık, kanaatkâr ve idealist bir nesil olduğu, Y-kuşağında ise, başarı ve para elde etme gibi kavramların ön plana çıktığı ve aile arasındaki bağların da çok güçlü olduğu görülür. Bu kuşakların özelliklerine genel olarak baktığımızda helikopter ailelerin, uyguladıkları tutumları destekler nitelikte davranışlara sahip olabildiklerini görüyoruz.

Yazının Devamını Oku

Yeni neslin mobil cihaz bağımlılığı endişelendiriyor

15 Aralık 2017
Sabah uyanır uyanmaz telefona bakmak yerine yapmaktan daha fazla zevk alacağınız başka bir şey bulun

Günümüzde teknolojinin ilerlemesi ile birlikte e-hastalıklar olarak adlandırdığımız yeni nesil hastalıklar ortaya çıktı. Bu yeni nesil hastalıklardan ‘nomofobi’ yani akıllı telefonundan ve gelişmelerden mahrum kalma korkusu ve internetsiz kalma korkusu olarak adlandırılan ‘netlessfobi’ seviyelerinin endişe verici boyutlara ulaştığı görülüyor. Batı ülkelerinde intiharlara yol açan ve bizim gençlerimiz arasında da sık karşılaşılan telefondan ve internetten mahrum kalma korkusu günden güne artıyor.

Cisco Connected World Technology Report’un yaptığı araştırmalara göre her 4 Türk gencinden 3´ü akıllı telefon bağımlısı. Ayrıca yayınlanan rapora göre yeni neslin %77´si akıllı telefonlarını kontrol edemedikleri zaman kendilerini eksik ve endişeli hissettiğini ifade ediyor. Dünya´nın %90´ı sabah uyandığında akıllı telefonuna bakarken bu oranın ülkemizde %97 olması endişe verici. Bu oranlar akıllı telefon ve internet kullanımının kahvaltı etmek ya da elini yüzünü yıkamak gibi sabah rutini haline geldiğinin göstergesi.

Bilinçli ya da farkında olmadan sosyal yaşantılarını ve günlük faaliyetlerini ihmal eden, yüz yüze iletişim yerine telefonla konuşmayı ya da mesajlaşmayı tercih eden, şarjı bitene kadar telefonunu bırakmayan ve şarjı bittiğinde de paniğe kapılan ve daha da üzücüsü bu durumun farkında olmadan tüm bunları hayat tarzı olarak benimsemiş bir nesille karşı karşıyayız.

İnternet ve telefon bağımlılığın gençleri günlük hayattan ve yaşantılarından alıkoymasının dışında başka birçok olumsuz etkisi bulunuyor.

İnternet ve telefon bağımlılığına bağlı olarak ortaya çıkan fiziksel deformasyonla birlikte kollarda ve bacaklarda hareketsizliğe bununla birlikte de aşırı kilo almaya ve obeziteye sebep olabiliyor. Bu olumsuz etkilerin yanı sıra mobil cihazlara olan bağımlılıklar araç kullanırken ya da yürürken dikkat dağıtarak kazalara yol açabiliyor ve bu kazalar ölümle bile sonuçlanabiliyor.

Psikolojik açıdan ele alındığında akıllı telefon ve internet bağımlılığı bireylerde duygu ve davranış bozuklarına sebep oluyor. Karşılaşılan en ciddi problemler ise aşırı kaygı, stres ve depresyon. Mobil cihaz bağımlılığı uyku düzenini de olumsuz etkiliyor. Yapılan araştırmalar telefon bağımlısı gençlerin %63´ünün uyku problemi yaşadığını gösteriyor.

Tüm bunlara ek olarak hepimizi endişelendiren bu bağımlılık gençlerin kendilerini izole etmelerine, kişiler arası ilişkilerinin zayıflamasına, karşılıklı güvenin azalmasına ve asosyalliğe sebep olabiliyor. Sosyal zekaları düşük bir yeni nesil yetişiyor.

Yazının Devamını Oku

En çok kimi seviyorsun?

4 Ekim 2017
Bu soruyu da çocuklarınıza değil, kendinize sormalısınız. Yüzleşmeye ve gerçeği duymaya hazırsanız tabii.

Birçoğumuz çocukluğumuzda mutlaka bu soruyla karşılaşmışızdır. Ve birçoğumuz da çocuklarına bu soruyu sormuşuzdur. Bu soru, bir çocuğu hayatındaki en önemli ve biricik varlıklarıyla sınama sorusudur. En çok hangisini seviyorsun diye sormak, hangisini daha az seviyorsun demekle aynı şeydir. Sorarken masum gibi görünen bu sorunun, içerik anlamında çocuklara çok ciddi olumsuz duygular yüklediğinin farkında değiliz. Farkındaysak ve bilinçli olarak soruyorsak, çocuklarımızı böyle bir seçim yapmaya yönlendiriyorsak o zaman kendimizi sorgulamamız gerekiyor.

Seçim, aynı türde varlıklar ya da insanlar arasında yapılabilir. Elmalarla armutları toplarsak kaç mandalinamız olur gibi bir soru ne kadar anlamsız ve saçmaysa, anne ve babadan hangisinin daha çok seviliyor olduğu sorusu da o kadar saçma ve anlamsızdır. Hatta tehlikelidir. Bir çocuğa, öğretmenlerinden hangisini daha çok seviyorsun diye sorabiliriz, hangi teyzesini ya da hangi amcasını, hangi arkadaşını daha çok sevdiğini sorabiliriz ama sadece birer birey olan anne ve babadan hangisini seviyorsun diye sormak o kadar yanlış ki… Anne ve babadan başka anne ve baba yok. Bir anneyi yine biricik anne olarak, babayı sadece biricik baba olarak sevebiliriz. Onlar alternatifleri olmayan varlıklar.

En çok seviliyor olduğumuzu duymak belki iyi hissettirir ama aynı şekilde diğer ebeveynin de kötü hissetmesine yol açar. En çok da çocuğun kötü hissetmesine yol açar üstelik. Bir çocuğu neden böyle bir seçim yapmaya zorluyoruz? Buna hakkımız var mı? Çocuklar her ebeveyniyle ayrı duygular yaşayabilir, ayrı paylaşımlarda bulunabilir.

Bazen bir ebeveynin çocuğun hayatındaki etkisi diğerinden daha fazla olurken, başka bir zaman diğeri daha aktif izler bırakabilir. Bu etkileşimler yüzdelik dilimler olarak farklı oranlarda olabilir. Önemli olan her iki ebeveynin toplamının çocuğun üzerindeki etkisinin yüzde yüz olmasıdır. Çocuk anne babasından aldığı doğru oranlardaki ilgi ve sevgiyle yoğrulur, olgunlaşır ve büyür. Kimi hangi oranda sevdiği değildir önemli olan. Kaldı ki, çocuğun ilgisi zaman zaman, gelişim süreçlerine bağlı olarak bazen tek bir ebeveyne yönelebilir.

Kız çocuklar özellikle ergenlikte anneleriyle çatışırken, babalarıyla daha yakın ve hassas ilişkiler kurabilirken, erkek çocuklar ergenliğe kadar annelerine hayrandır. Kız çocuklar babaların prensesiyken, erkekler annelerinin prensleridir. Bu yakınlaşmalar doğrudan sevginin göstergesi değildir. Doğal bir gelişim evresidir ve çocuklar annelerini de babalarını da aynı aşkla, aynı tutkuyla ve aynı ihtiyaçla severler.

Sınıf arkadaşıyla, komşunun çocuğuyla ya da kardeşleriyle kıyasladığımız çocuklarımızı bir de bize olan sevgileriyle kıyaslamak onlara yapılacak en büyük haksızlıktır. Onlar nasıl ki, kişilikleriyle, doğuştan getirdikleri yetenekleri ve genetik özellikleriyle tamamen kendilerine has ve özel bireylerse, biz anne babalar da o derece özel ve biricik varlıklarız.

Çocukların gözündeki değerimizi anlamaya çalışmak istiyorsak onlara verdiğimiz değeri sorgulamamız daha doğru olur. Çocuklara verdiğimiz değer ise onlara aldığımız hediyeler, pahalı oyuncaklar değil, ayırdığımız zaman ve onları gerçekten dinlemekle doğru orantılıdır. Elimizdeki teknolojik aletlerin ekranlarından başımızı kaldırıp görebilirsek, çocuklarımızın gözlerindeki ışıktır, aşktır, bizimle olan sohbetleridir, kahkahalarıdır.

Özetle, çocuklarımızı seçim yapmaya zorlayarak bize verdikleri değeri anlamak mümkün değil. Hangimizi daha çok sevdiklerini öğrenmek de gereksiz bir çaba ve çocukları gereksiz yere seçim yapmaya zorlamaktır. Sizi daha çok seviyorlarsa diğer ebeveyni daha az seviyorlarsa bence asıl bunu sorgulamalısınız: Neden?

Yazının Devamını Oku

Sağlıklı olmak zayıf olmak mı?

2 Ekim 2017
Kilo vermek ve zayıf olmak sağlıklı olmanın en önemli belirtisiymiş gibi sunuluyor ama...

Sağlıklı olmak demek zayıf olmak demek mi ya da her zayıf olan aynı zamanda sağlıklı olan birey mi? Çok karmaşık bir soru gibi gelebilir ama dikkat ettiyseniz son zamanlarda yine kilo vermek ve zayıf olmak sağlıklı olmanın en önemli belirtisiymiş gibi sunulmaya başladı.

Yine bütün kadınlar sıfır beden olurlarsa güzel olacaklarmış gibi, yine zayıf olmanın en beğenilen özellik olduğu vurgusu yapılan reklamlar ve haberler izlemeye başladık. Oysa zayıf olmaktan ya da kilolu olmaktan daha önemli bir sorunumuz var: Yeme bozuklukları!

Ve bu sorun o kadar büyük ki, zayıf görünmek ya da hızla kilo vermek adına insanlar yeme davranışlarını ve beslenme alışkanlıklarını bozuyor, zararlı içerikleri olan bir takım takviyeler kullanıyor, sağlıklarından oldukları yetmiyormuş gibi, canlarından da oluyor ve hayatlarını kaybediyorlar.

Özellikle gençler arasında hızla yaygınlaşan yeme bozuklukları yakın gelecekte de bu konunun en önemli sorunlarımızdan biri olacağını gösteriyor. Bu konuda defalarca yazmış bir insan olarak tekrar yazmak istedim ve bu defa sevgili diyetisyen arkadaşım Didem Kanca Üstay’dan da fikirlerini paylaşmasını rica ettim. O da sağ olsun beni kırmadı ve yaşadığı bir vakadan yola çıkarak hem görüşlerini hem de tavsiyelerini yazdı. Buyurun önce Didem Hanım’ın yazdıkları:

12-13 yaşlarında tam ergenliğe yeni geçiş yapmış ya da yapmakta olan tıkınırcasına yeme bozukluğu (binge eating) yaşayan bir genç kızın annesi benden yardım istedi. Durumun beni aştığını ve bu konuda uzmanlaşmış bir psikologdan yardım almasını tavsiye ettim. Bundan önce kızcağızı diyetisyene götürmüşler bir iki ay diyete uyup kilo vermiş sonra katlanarak daha fazlasını almış. 

Bir gün annesine diyor ki “Anne, ben son beş senedir acıktığımı fark etmedim.” Sürekli yeme halinde olduğundan açlığını bile fark etmemiş. Kilosu 100'lerin bayağı üstünde... Annenin anlatımına göre; genç kızın reflüsü var ve bazen yediklerini bu yüzden kusuyor. O anda bu durumun reflüden değil psikolojik sorunlardan kaynaklandığını düşündüm ve ve anneye bu durumun ‘Blumia Nervoza (kusarak yediklerini zorla çıkarma) olabileceğini söyledim ama anne “Hayır, benim kızım da öyle bir şey yok. Hakikaten reflüden” diyerek karşı çıktı.. Nitekim daha sonra psikoloğuyla konuştuğumda Blumia başlangıcı olduğunu öğrendim.

Üç aydır doktoruna devam eden bu genç kız henüz diyetisyene başlamadı çünkü sonuçta ilk olarak zihninde oluşan sorunun ve yemeğe olan bakış açısının çözülmesi gerekir. Bir süre sonra aile beni aradı ve doktor takibi işe yaramıyor mu acaba diye sordu. Oysa bu yeme atakları bir iki günlük bir sorun değil ki bir iki günde çözülsün. Uzun süreçlerin birikimi.

Ailenin bir yakını ünlü modacı Karl Lagerfeld’in kilo verme hikayesini okumuş. Lagerfeld yediklerini çiğneyip sonra tükürüyormuş. Böylelikle de çok rahat kilo verdim diyormuş. Kızımızın doktoru bize neden bu yöntemi önermiyor diye bana sordular. İnsan ne diyeceğini bilemiyor. Öncelikle bu da bir yeme bozukluğudur ve bir dergide haber olarak yer alması bile çok yanlış. Bu tarz haberi yapan kişileri de etik bulmadığımı belirtmeliyim.

Yazının Devamını Oku

Servis cinayeti

6 Eylül 2017
Servis personeli psikolojik testlerden geçirilmeli

Hepimizi sarsan, bu kadar da olmaz dediğimiz olaylar yaşamadığımız gün yok artık. Son olarak gündeme düşen konu Ümraniye’deki bir okulda iki servis firmasının silahlı çatışma haberleri oldu. Okulların açılmasına birkaç gün kala tüm anne babaları ve çocukları okul telaşı ve heyecanı sarmışken birden bire dehşete düştük. Medya kuruluşlarında ‘anne babalar endişeliler’ şeklinde verilse de hayır, anne babalar endişeli değiller. Anne babalar dehşet içindeler.

Geçtiğimiz günlerde servise unutulan 3 yaşındaki çocuğun ölümü daha hafızalarımızdaki yerini korurken yine çocuklar üzerinden bir olayın gündeme gelmesi hepimiz için ciddi bir travma oldu.

Yaşanan olay sıradan bir tartışma ya da anlaşmazlık değil, şehrin orta yerinde bir İlkokulun bahçesinde silahlı çatışma yaşanıyor. Bir kişi ölüyor, iki kişi yaralanıyor. Şu an itibarıyla 8 kişi göz altında. 4 kişi aranıyor.

Bizi dehşete düşüren şey sadece bu olayın yaşanması değil. Olaya karışanların adli kayıtlarında ortaya çıkan sabıkaları. Çatışmada ölen kişinin kasten yaralama suçundan 3 ayrı adli kaydı bulunduğunu öğreniyoruz. Arananlardan bir kişinin ise çocuğa yönelik cinsel istismardan emniyette kaydı bulunuyor. Bu haberlerle birlikte olay aslında servisçiler anlaşmazlığından başka bir boyuta taşınmış oluyor. Uyuşturucu, silah, taciz ne ararsanız var. Ve bu kişiler bizim can parçalarımızı, çocuklarımızı okula götürmeleri için emanet edeceğimiz ve güveneceğimiz kişiler, öyle mi?

Haberin ilk duyulduğu gün servisçiler odasından bir yetkili ‘bu olayın sebebi okul yetkilileridir, servisçilerden rüşvet istiyorlar’ şeklinde bir cümle kullandı. Aynı yetkiliden hatta Servisçiler Odası başkanından şu sorulara da yanıt vermesini bekleyelim o zaman:

• Servis şoförlerinizi neye göre seçiyorsunuz?

Yazının Devamını Oku

Bir cinayetin ardından...

28 Ağustos 2017
Zaman zaman hayranları tarafından tacize ya da saldırıya uğrayan pek çok ünlü haberini okuduk geçmişte

Ekranların gülen yüzü olarak bilinen sunucu ve oyuncu Vatan Şaşmaz’ın bir kadın arkadaşı tarafından vurularak ölmesi ve vuran kişinin de intihar etmesi hem ülkenin hem de magazin dünyasının gündemini sarstı. Buna benzer olaylar maalesef zaman zaman duyduğumuz olaylar haline geldi ancak olaya konu olan kişinin tanınan bir ekran yüzü olması olayın farklı boyutlarını gündeme taşıdı.

Olayın gerçekleştiği andan itibaren yazılı ve görsel medyaya akan bilgilerden anlıyoruz ki, öldürülen ve öldüren kişiler geçmişten gelen bir tanışıklık yaşıyorlar ve anlatılanlara göre öldüren taraf saplantılı bir bağlılık geliştirmiş.

Olayın psikolojik ve hukuki yönü tam aydınlanmadan ve bireylerin içinde bulundukları psikolojik durumu sağlıklı bir biçimde anlamadan kesin ve net yorumlar mümkün olamıyor maalesef. Ancak bu olayın gündeme getirdiği bazı tanımlamaları yeniden gözden geçirmek ve benzer durumlara düşülmesi halinde olayın bu kadar kötü sonuçlanmaması için neler yapılabileceğinden bahsetmek gerek.

Öncelikle saplantı ya da takıntı dediğimiz durum bir duygu durum bozukluğu olarak bilinir ve kişiler bir eşyaya, bir kişiye ya da bir eylemi tekrarlama aşırı şekilde takılırlar.

Örneğin düzen takıntısında kişi eşyalarını belirli bir düzende yerleştirmeye dikkat eder, hatta tüm enerjisini bu eylemi yapmaya harcar ve hayat kalitesi hem kendisi hem de yakınları için de ciddi anlamda bozulabilir. Aynı şekilde bir eşyaya aşırı düşkünlük geliştirebilir ve o eşya olmadan hareket edemez, bir yere gidemez hale gelebilir.

Bazen de bu takıntı kişilere yönelik olabilir. Bu durumda birey saplantı geliştirdiği kişiyi kendisinden ayrı, bağımsız bir birey olarak düşünemez ve her anını, her davranışını bilmek ve hatta yönlendirmek ister. Bu tip kişiler geçmişte ilişki yaşadığı kişilere bağlanabileceği gibi, hiç tanımadığı insanlara karşı da bu türden bir takıntı geliştirebilirler.

Zaman zaman hayranları tarafından tacize ya da saldırıya uğrayan pek çok ünlü haberini okuduk geçmişte. Saplantı yaşayan kişiler genellikle bu durumun ipuçlarını ortaya koyacak duygu ve davranışlar sergileyebilirler. Yakın çevresindekiler takıntılı bireyin bağlandığı kişiyle ilgili olarak abartılı konuşmalarına ya da merak duygusuna genellikle tanık olmuşlardır ve olumsuz bir olaydan sonra bu saplantıyı ‘ona çok bağlandığını, sevdiğini biliyorduk ama bu kadarını beklemiyorduk’ şeklinde ifade ederler.

Yazının Devamını Oku

Ensest ilişki nedir?

24 Ağustos 2017
Son günlerde yaşanan olaylar sonucunda gündeme gelen ve sosyal medyada konuyla ilgili yapılan yorumlar ensest ilişki nedir sorusunu gündeme getirdi. Peki ensest ilişki nedir? Kimler arasında yaşanan ilişki ensest ilişki sayılır? Ensest ilişki ile akraba evliliği aynı şeyler mi? Ensest ilişki ile aile içi cinsel taciz arasındaki fark nedir? Sorularımızı Psikolog Serap Duygulu yanıtlıyor.

ENSEST İLİŞKİ NEDİR?

Ensest, sözcük olarak Türk Dil Kurumu tarafından ‘aile içi yasak ilişki’ olarak tanımlanıyor. Ensest ilişki, Wikipedia'da ‘yakın akrabalar arasında gönüllü ya da gönülsüz cinsel ilişki’ olarak tanımlanıyor ve çoğu toplumda bu ilişkinin bir tabu olarak görüldüğü belirtiliyor.

Haberlere konu olan olayın magazinsel boyutunu bir tarafa bırakıp aile içi ilişkiler konusuna odaklandığımızda konunun çok farklı boyutları olduğunu görmek mümkün.

ENSEST İLİŞKİNİN KAPSAMI NEDİR?

Aile içi cinsel ilişki kavramındaki aile tanımı pek çok kültüre göre son derece geniş bir anlamı kapsayabiliyor. Aile derken genellikle kast edilen anne baba ve çocuklardan oluşan çekirdek aile kavramı olarak anlaşıldığından bu bireylerin kendi aralarındaki ilişkiyi kapsayan cinsel ilişki doğrudan ensest olarak adlandırılabilir. Bununla birlikte, Türk Dil Kurumu’nun tanımıyla yakın akrabalar arasındaki ilişkiler de ensest ilişki olarak görülebildiğinden kardeşlere, kardeş çocuklarına kadar olan bireylerle olan ilişki aile içi cinsel ilişki olarak tanımlanabilir ve bu anlamlarıyla ‘Ensest’ olarak tanımlanabilir.

Temsili fotoğraf

ENSEST İLİŞKİ İLE AKRABA EVLİLİĞİ FARKLI ŞEYLER Mİ?

Günümüzde bazı ülkelerde ve bizim ülkemizde teyze, amca, hala çocukları gibi kardeş çocuklarının birbiriyle evlendiğini görüyoruz. Arada birer kuşak farkı olduğundan bu beraberlikler genellikle ensest ilişki olarak tanımlanmıyor ama özellikle tıp hekimleri tarafından karşı çıkılıyor. Bu karşı çıkışın fiziksel ve biyolojik haklı sebepleri var.

Ailede var olan ya da var olduğu halde bilinmeyen bazı hastalıkların bu tür yakın akraba evliliklerinde ortak genlerin artması sebebiyle ortaya çıkma ihtimalinin artması ve bu sıkıntıların sonraki kuşaklara kalıcı olarak aktarılması gibi haklı bir endişeyi vurguluyor hekimler. Kaldı ki bu endişeyi doğrulayan pek çok olay olduğunu biliyoruz.

Elbette ki her yakın akraba evliliğinde bu tip sorunlar çıkacak şeklinde kesin bir kural yok ancak bu evlilikler vasıtasıyla bazı hastalıkların ortaya çıkması söz konusuyken, bunu bilerek evlilikleri onaylıyorsak hepimizin bu sağlıksız yaşamak zorunda kalacak kuşaklar üzerinde sorumluluğumuz olacağı gerçeğini görmezden gelemeyiz.

Temsili fotoğraf

ENSEST İLİŞKİNİN TOPLUMSAL BOYUTU

Aile içi cinsel ilişki olarak tanımlanan ensest konusunda ‘aile içi’ kavramı aile sınırının hangi bireyleri kapsadığı hakkında birçok toplumda kafa karıştıran bir tanım. Belirttiğim gibi kardeş çocukları arasındaki evlilikler taşıyıcı olabilecekleri ve sonraki kuşaklara aktarabilecekleri hastalıklar dışında genellikle kabul gören ve uygulanan bir evlilik türü. Ancak habere de konu olan olayda olduğu bireyin kendi kardeşinin çocuğuyla yani yeğeniyle olan ilişkisi toplumlarda öncelikle ahlaken dışlanan bir ilişki olarak görülüyor. Bu tip bir olayın toplumu da ilgilendiren farklı boyutlarının olduğunu vurgulamak isterim.

Öncelikle bu ilişkiyi yaşayan bireylerin kendi yakınları ve aile bireyleri açısından son derece sarsıcı bir etkisi var. Kaldı ki tarafların evli olup olmamaları durumu daha zorlaştıran bir faktör. Bu olumsuzluktan etkilenen birey sayısını artırıyor ve bireylerin psikolojik olarak son derece olumsuz etkilenmelerine toplum içinde zor durumlara düşmelerine yol açıyor.

Konuyu sadece partnerini aldatma olarak görmemizin önündeki en büyük engel de ilişkinin aile üyeleri arasında gerçekleşmiş olması ve bir anlamda ailenin temellerini de dinamitlemesi.

ENSEST İLİŞKİ TÜM AİLE BİREYLERİNİ DERİNDEN ETKİLER

Bir aldatma ya da aldatılma olayında taraflar ya olayı unutup yeni bir sayfa açmaya karar vererek yollarına devam edebilirler ya da ilişkilerini sonlandırıp kendi yollarına giderler ancak burada kimse bir yere gidemez çünkü herkes birbiriyle genetik olarak kan bağıyla bağlı.Olayın bireylerde, aile içinde ve toplumda unutulup gitmesinin önündeki en büyük engel belki de bu nokta.

Temsili fotoğraf

ENSEST İLİŞKİ TOPLUMUN DİĞER BİREYLERİNE KÖTÜ ÖRNEK OLUŞTURUR

Bunun dışında yaşanan bu tip olaylar, toplumun diğer bireyleri açısından da olumsuz ve kötü örnek oluşturacak bir nitelikte. Bizde ve birçok kültürde ‘teyze anne yarısı, amca baba yarısıdır’ gibi tanımlamalarla aile içi bu yakınlığa ve doğan çocuklarla olan genetik bağlılığa vurgu yapılır. Aile büyükleriyle yeğenleri arasındaki ilişki özeldir ve önemlidir. Çocukların aile büyükleriyle olan ilişkisini tamamen cinsel içerikli bir eylem boyutuna taşıması bakımından bu olay, son derece olumsuz bir örnek oluşturdu maalesef. Bunun ötesinde ilişkiye giren bireyler ve ilişkinin boyutu aile içi yakınlık kavramını bir kez daha sorgulamamıza yol açtı.

ENSEST İLİŞKİ AİLE İÇİ CİNSEL TACİZDEN FARKLI DEĞERLENDİRİLMELİ

Bu olayı, aile içi cinsel tacizden farklı değerlendirmek gerektiğini özellikle vurgulamak isterim. Aile içi cinsel tacizde genellikle yaşı küçük çocukların veya bireylerin bir cinsel ilişkiye zorlanması ya da taciz edilmesi söz konusudur ve hukuken de suç oluşturur. Ancak bu olayda her ikisi de reşit olan iki bireyin tamamen bilinçli olarak ve kendi rızalarıyla bir ilişki yaşadıklarını görüyoruz. Dolayısıyla olay, sıradan bir magazin haberi, aldatma ya da aldatılma olarak görülemeyeceği gibi, normal veya masum olarak da görülemez.

Habere konu olan kişilerin medyatik olması konunun uzunca bir süre gündemde kalmaya devam edeceğini de gösteriyor.

CİNSEL İSTİSMAR KARŞI ÇOCUĞUMUZU NASIL BİLİNÇLENDİRMELİYİZ?

Ensest, sözcük olarak Türk Dil Kurumu tarafından ‘aile içi yasak ilişki’ olarak tanımlanıyor. Ensest ilişki, Wikipedia'da ‘yakın akrabalar arasında gönüllü ya da gönülsüz cinsel ilişki’ olarak tanımlanıyor ve çoğu toplumda bu ilişkinin bir tabu olarak görüldüğü belirtiliyor.

Haberlere konu olan olayın magazinsel boyutunu bir tarafa bırakıp aile içi ilişkiler konusuna odaklandığımızda konunun çok farklı boyutları olduğunu görmek mümkün.

Aile içi cinsel ilişki kavramındaki aile tanımı pek çok kültüre göre son derece geniş bir anlamı kapsayabiliyor. Aile derken genellikle kast edilen anne baba ve çocuklardan oluşan çekirdek aile kavramı olarak anlaşıldığından bu bireylerin kendi aralarındaki ilişkiyi kapsayan cinsel ilişki doğrudan ensest olarak adlandırılabilir. Bununla birlikte, Türk Dil Kurumu’nun tanımıyla yakın akrabalar arasındaki ilişkiler de ensest ilişki olarak görülebildiğinden kardeşlere, kardeş çocuklarına kadar olan bireylerle olan ilişki aile içi cinsel ilişki olarak tanımlanabilir ve bu anlamlarıyla ‘Ensest’ olarak tanımlanabilir.

Temsili fotoğraf

Günümüzde bazı ülkelerde ve bizim ülkemizde teyze, amca, hala çocukları gibi kardeş çocuklarının birbiriyle evlendiğini görüyoruz. Arada birer kuşak farkı olduğundan bu beraberlikler genellikle ensest ilişki olarak tanımlanmıyor ama özellikle tıp hekimleri tarafından karşı çıkılıyor. Bu karşı çıkışın fiziksel ve biyolojik haklı sebepleri var.

Ailede var olan ya da var olduğu halde bilinmeyen bazı hastalıkların bu tür yakın akraba evliliklerinde ortak genlerin artması sebebiyle ortaya çıkma ihtimalinin artması ve bu sıkıntıların sonraki kuşaklara kalıcı olarak aktarılması gibi haklı bir endişeyi vurguluyor hekimler. Kaldı ki bu endişeyi doğrulayan pek çok olay olduğunu biliyoruz.

Elbette ki her yakın akraba evliliğinde bu tip sorunlar çıkacak şeklinde kesin bir kural yok ancak bu evlilikler vasıtasıyla bazı hastalıkların ortaya çıkması söz konusuyken, bunu bilerek evlilikleri onaylıyorsak hepimizin bu sağlıksız yaşamak zorunda kalacak kuşaklar üzerinde sorumluluğumuz olacağı gerçeğini görmezden gelemeyiz.

Yazının Devamını Oku