Paylaş
“Şimdi biri gelse, ‘Hasan Bey tesisi çok beğendim, param da var’ dese, hemen ceketimi alıp, ‘Haydi tapuya gidelim’ derim. Bıktım, burama geldi.”
Bu sözler, Türkiye’nin ilk organik şarap üreticilerinden Manisa Saruhanlı Koldere’de Dörttepe Bölgesi’nde “4 Tp” ve “Maya” markalarıyla şarap üreten Yücel Tarım Ürünleri’nin sahiplerinden Hasan Yücel’e ait. Bundan bir süre önce Hürriyet Ege Temsilcisi Deniz Sipahi’nin köşesinde yer almıştı. Yücel, eşiyle birlikte doğumgünü kutlaması için gittiği bir restoranda kendi ürettiği şarabın iki şişesine 180 TL ödeyince isyan etmişti. Hasan Yücel, restoranlarda normal fiyatının 5–6 katına satılan şaraplarla müşterinin cezalandırılmasını eleştirirken, Saruhanlı’daki tesislerinde bir dokunduk bin ah işittik.
Aileden çiftçi olan Hasan ve Mustafa Yücel kardeşler, üniversite eğitimleri sırasında şarap üreticiliğinin önemini keşfetmişler. Hasan Yücel İngiliz Dili Edebiyatı, abisi Mustafa Yücel ise ekonomi mezunu. İngiltere’deki eğitim döneminde sık sık Fransa’ya giden kardeşler, kendi sahip oldukları arazilere göre çok kötü olan yerlerdeki üzüm bağlarını ve şarap üretim tesislerini görünce, “Onlar yapıyor, biz niye yapmayalım” diyerek bu sektöre yatırım kararı almışlar. Zaten yıllardır ekmek yedikleri pamukçuluk artık Türkiye’de ölmektedir. Sahibi oldukları iki çırçır fabrikasında işler bozulmaya başlamış, kurmayı planladıkları iplik fabrikası projesinden de vazgeçmişlerdi.
18 milyonluk yatırım
Artık başka ürünlere ve sektöre geçmenin zamanının geldiğini düşünen Yücel kardeşler, 2000’de, büyük umutlarla bir Fransız uzmanın danışmanlığında şaraplık üzüm bağları dikmeye başlarlar. Fransız danışman, iyi bir şarabın alınabilmesi için bağlar dikildikten sonra yedi yıl geçmesi gerektiğini söyler. Yedi yıl içinde eğer bağ kaliteli üzüm yaptıysa şarabı da kaliteli yapmak mümkün oluyor. O nedenle 2008’de butik tarzı organik şarap üretimi yapacak şekilde planlarını yaparlar. Önce o dönemin parasıyla 2.8 trilyon TL (2.8 milyon) yatırımla 250 ton kapasiteli bir tesis kurulur. Daha sonra zaman içinde kapasite giderek artarak 860 tona, yatırım miktarı da 18 trilyona (18 milyon) kadar ulaşır. Toplam 690 dekarlık alanda Merlot, Cabernet Saugvignon, Şiraz gibi yabancı; Narince, Kalecik Karası, Boğazkere, Öküzgözü gibi yerli üzüm türleri dikilir. Küçük parsellerde değişik çeşitlerle hepsinin denemesi yapılır.
Yücel ailesinin projeleri kağıt üzerinde buraya kadar güzel gider. Ama sonradan evdeki hesaba uymayan gelişmeler olur. Hasan Yücel, “Bağları 2000’de dikmeye başladığımızda iktidar değişikliği olacağını bilseydik zaten böyle bir yatırıma girmezdik” diyor. Sektöre iyi gözle bakılmadığı için tesislerin kuruması, şarap üretim ve satış izinleri ancak 18 ayda alınabilir. Ardından şarap üzerindeki vergiler yükselmeye başlar. Yücel, tesislerinin büyüyerek yaklaşık 1 milyon 250 bin şişe üretim yapacak kapasiteye ulaştığını anlatırken, “Yavaş yavaş büyüdük ama bu işin de cılkı çıktı. ÖTV arttı. Burada ciddi bir vergi var. Düşünün, 100 lira para kazansak yaptığımız üründen 63 lirasını devlete vermiş oluyoruz. Kalanıyla da kendi hayatımızı sürdürmeye çalışıyoruz. Devletin hiçbir riski yokken yüzde 63’le bize ortak oluyor. Ortakçıdan daha fazla ortak” diye konuşuyor. Bununla da bitmediğini söyleyen Hasan Yücel, şunları ekliyor:
Pamuğa alternatif olacaktı
“Dünyanın işini yapıyor, katma değer, istihdam yaratıyoruz. 650 dekar bağımız var. Zaten bağlar kendimizin olmasa bu tesisi şimdiye kadar kapatırdım. Aslında önceleri pamuk üretiyorduk, iki de çırçır fabrikamız vardı. Sonra pamuk işi bitti. O zaman paralarımızı bir finans uzmanına verseydik aslan gibi değerlendirirlerdi. Ama biz üretmeden kazanmak istemediğimiz için buraya 18 trilyonluk (18 milyon) yatırım yaptık. ‘Kaç para kazanıyorsun’ derseniz, hiçbir şey kazanmıyoruz ama devletin tahsildarlığını yapıyoruz. Devletin alamadığı özel tüketim vergilerini biz tahsil etmeye çalışıyoruz. Bayimin birine 107 bin lira fatura kesmişim, o da bana 180 günlük çek göndermiş. Aldım defterdar yardımcısına götürdüm. ‘Üstadım 52 milyar lira vergi var burada. Bu ayın 15’inde siz benden vergiyi istiyorsunuz. Ben henüz parasını alamadığım faturanın vergisini nereden bulup da size vereceğim’ diye sordum. ‘Bizde tahsilat hesabı değil, tahakkuk hesabı geçerlidir’ diye cevap verdi. Böylesine anlaşılmaz bir sistem. 52 milyarı ödeyebilmem için başka ürünler satmam gerekti. Mısır, pamuk, buğday satıp ödemeye çalışıyorum. Beş kuruş vergi borcum yok. Devlete ayağını bastırmayacaksın. Biz rahmetli babamızdan öyle öğrendik. Tamamen yasal çalışıyoruz, kapımız 24 saat herkese açık. Ama senede iki kez vergiye zam yap, bin tepesine olmaz böyle bir şey. Teşvik filan da istemiyoruz. Bu tesis geçen yıl 1.3 trilyon ÖTV ve KDV, kurumlar vergisi ödedi, ama yolumuza daha asfalt bile dökemediler. Hani vergiler yol, su elektrik olarak dönecekti?”
Türk şarabının tanınmaması büyük ayıp
İç pazardaki sıkışıklığı aşmak için yurtdışı pazarlara yöneldiklerini kaydeden Yücel, “Almanya ve Belçika’ya numuneler gönderdik. Tahliller yapıldı, ürünlerimizi beğenip aldılar. Ama çok yeni olduğumuz için henüz çok küçük miktarlarda ihracat yapıyoruz, pazarda kendimizi tanıtmamız zaman alacak” diyor. Buna karşılık bütün dünyaya 7 bin yıl önce Anadolu’dan giden şarabın bugüne kadar Türk üreticiler tarafından tanıtılmamasını büyük bir ayıp olarak gören Yücel, isyanını şöyle dile getiriyor: “Yıllardır bu sektörde faaliyet yapan firmalar Türk şarabını dünyaya tanıtmamışlar. Yurtdışına gittiğimiz zaman, ‘Türkiye Müslüman ülke. Orada şarap mı var?’ diye soruyorlar. Uzakdoğu’ya gittiğimizde tek bir yerde Türk şarabı göremedik. Almanya’da sadece Türk mahallelerinin olduğu yerde birkaç Türk şarabı var, onun dışında bir şey yok. Ama biz çalışmalar yapıyoruz. Çin, Hong Kong, Singapur, Tayvan ve Kore’ye gireceğiz. İşimiz pek kolay değil. O piyasalara Avustralyalılar, Amerikalılar, İtalyanlar ve Fransızlar zamanında yerleşmişler. Biz ürünümüzü pazarlamaya 2010’da başladık. Yine de her türlü engel ve sıkıntıya rağmen Türk şarapçılığı giderek iyi bir noktaya geliyor.”
Butik şaraba hayat hakkı yok
Sektördeki haksız rekabetten de şikayetçi olan Yücel, “Biz şimdi büyük firmalarla birbirimizin gözünü oymaya başladık. Restoranlarda, zincir marketlerde sıkıntılar yaşıyoruz” diyerek büyük üreticilerin sadece kendi şaraplarını sattırmak için restoranlarla yaptıkları anlaşmalardan şikayetçi olup şunları söylüyor: “Rekabet Kurumu’nun da bunda yanlışları oldu. Önceden sadece tek bir markanın ürününü satmak yasaktı. Sonra ince bir ayar yaptılar. Şimdi restoran sahibi, ‘Ben sadece şu markayı satacağım’ derse, Rekabet Kurulu, “Eğer işletme sahibi böyle bir beyanda bulunuyorsa biz ona bir şey yapamayız’ diyor. Tamam, işletme sahibi haklı olabilir. Zaten kendini döndüremiyor, 100 bin lira peşin para bir restoran için iyi rakam. Ama şarabı bir sene de mi satar, iki sene demi o hiç önemli değil. Önemli olan paranın gelmesi. O nedenle her tarafımızdan sacayağı gibi sarılmış durumdayız. Bu durumda butik şarap üretiminin gelişmesi ve rekabet ortamının oluşması mümkün mü?”
Paylaş