Paylaş
YENİ bir yıla daha gözlerimizi açtık. İnsan güzel düşünce ve beklentilerle başlamak istiyor yılın ilk gününe. İlk yazının satırlarında karamsarlık, umutsuzluk olmayacak. Pembe gözlüklerle bakacağım 2014’e. Başlangıçta şiddetli dalgalanmalar olsa da, denizler durulduğu zaman fırtınayı atlatmış Türkiye gemisinin geniş ufuklara yol alıp yeni dünya düzeninde hak ettiği limana demir atacağından emin olacağım. Bunlar temenni değil, gerçekleşeceğine inandığım hayaller.
Türkiye son dönemlerin moda deyişiyle diktatörlerin yönettiği bir muz cumhuriyeti değil. Kökleri 600 yıl derine uzanan bir tarihin en büyük imparatorluklarından birinin küllerinden doğmuş, kültürü, gelenekleri, görenekleri olan bir Cumhuriyet.
Bu Cumhuriyet’te yaşayan 74 milyonun gideceği başka bir ülke yok. Herkes birbirinin hakkına, hukukuna, dinine, yaşam tarzına saygı gösterip eninde sonunda gerçek demokrasiyi ve bir arada yaşamayı öğrenecek. Yeni dünya düzeninde Türkiye’nin gerçek yükseliş devri ondan sonra başlayacak.
Zaman zaman inişler olsa da her defasında suyun üstüne çıkmayı başarmış bir ülke burası. Bu ülkede yaşayanlar istiklal savaşıyla bağımsızlıklarını kazanıp Cumhuriyet’i kurmuş bir neslin evlatları. Geçen 90 yıl boyunca ekonomiden siyasete her alanda başarının tadını almış, özellikle son 30 yılda kendine güvenmeyi öğrenmiş bir kuşak yetiştirmiş bir ülke burası.
Bu ülkenin insanları öyle zengin bir deneyime sahip ki, seçim sandığının başına gittiklerinde yoldan çıkmış siyasetçilere gerekli ayarı verecektir. Gezi olayları bunun en önemli işaretiydi.
Şimdi inat değil, akıl zamanı
GEÇEN hafta İstanbul üzerinden yurtdışına uçarken yanımda oturan Türkiye’de yatırımları olan Fransız bir şirketin Hollandalı yöneticisiyle ilginç bir sohbetimiz oldu. İzmir’de oturduğumu öğrenince elindeki kitabı açıp bir harita gösterdi. Antik çağa ait İzmir’i Smyrina olarak tanımlayan, Efes’in, Teos’un o dönemde Akdeniz’in en önemli limanları olduğunu gösteren bir haritaydı.
Kitabı Hollanda’nın en ünlü yazarlarından biri kaleme alıp o çağlarda Efes’teki, İzmir’deki yaşam biçimini romanlaştırarak anlatmış. “Ne kadar şanslısınız, ne kadar önemli bir coğrafyada oturuyorsunuz” dedi işadamı. Ama sözünü de esirgemedi. “Sahip olduğunuz potansiyeli hiç kullanamıyorsunuz. Bu kadar büyük ve genç nüfus, böylesine önemli bir kültürel mirasla çok başka yerlerde olmanız” gerekirdi diyerek sözü o günlerde tutuklanan bakan çocukları ve emniyetteki görevden almalara getirdi.
İç siyaseti yakından izlediği belliydi. Yabancı işadamı gözüyle gelişmeleri değerlendirmesini istediğimde, “Sermaye güvenli limanlar arar. Kimse parasını riske atmak istemez. Şimdi yatırıma başlamak üzere olanlar bile tozun dumanın dağılmasını bekleyecektir” dedi.
Bu sözler bana 2001 krizi öncesi yaşadıklarımızı anımsattı. O zaman da Türkiye siyasi istikrar başta olmak üzere pek çok açıdan güven vermeyen ülkeydi. Türkiye’ye borç verenler paranın batabileceği riskini de hesaplayarak inanılmaz yüksek faizler istiyordu. Sonunda ekonomi duvara çarptı. Milyonlarca kişi işsiz kaldı, on binlerce işletme battı. Türkiye o krizden çok ağır bedeller ödeyerek çıktı.
Geçen hafta yaşananlardan sonra “Halk bunca fedakarlığı boşuna mı çekti?” diye düşünüyorum. Yeni bir umut diye AKP’yi iktidar yapan halk 10 yıl sonra ülke yine bir ekonomik krizin bataklığına sürüklenirse nasıl tepki gösterecek? Sosyal medyanın on binleri birkaç saatte meydanlara dökebildiği bir çağda yaşıyoruz. Yeniden canı yanan halktan 10 yıl önceki olgunluk beklenebilecek mi? Hem de ayakkabı kutularının simge haline geldiği bir dönemde.
Neyse ki henüz yılın ilk günündeyiz. İnat değil, akıl galip gelirse kabus senaryolarını önlemek için hala vakit var.
Paylaş