Paylaş
Amerika’da Eğitim Bakanlığı kaldırılsın tartışması yapılıyor!
20 yıldır Amerika’da bir akademisyen olarak çalışıyorum ancak “Eğitim Bakanı kim?” diye sorsanız bilmem. Çünkü o bakanın ne benim akademik hayatımda ne de çocuklarımın eğitiminde ciddi bir rolü var. Eğitim sistemiyle ilgili tüm kararlar yerelde öğretmenler ve veliler tarafından alınıyor. Milli eğitim politikaları ise tek bir bakanın uhdesine bırakılamayacak kadar önemli olduğu için uzmanlar tarafından tartışılıp meclisten çıkıyor. Tam da bu nedenle Amerika’da eğitim bakanlığının kaldırılması tartışılıyor. Ama bizim Amerika’yı yeniden keşfetmemize gerek yok.
1 kişi 50 milyonun hayatını belirliyor!
Bizde Milli Eğitim Bakanı demek 20 Milyon öğrencinin, 1 milyon öğretmenin yani aileleri de hesaba katarsak 50 milyonu aşkın kişinin hayatını belirleyen kişi demek. Çünkü bizim eğitim sistemimiz merkezi otoritenin mutlak egemenliği üzerine kurulmuş bir yapı. Milli Eğitim Bakanı okul takviminden, müfredata, sınav sisteminden öğretmen alımına kadar sistemin her alanında karar verme tekelini elinde tutuyor. İstediği reformu hayata geçirme, kafasına eseni yapma yetkisi var. Dünyada bundan daha güçlü bir bakan varsa da ben bilmiyorum.
Eğitim değil, yönetim sorunu!
Her iki senede bir eğitim bakanı değişince sonuç ne oluyor derseniz? Aşağıdaki tabloda detaylarını görebilirsiniz. Milli Eğitim Bakanlığı tarafından yürütülen PİSA verilerine göreMatematikte, Fen Bilimlerinde ve okuduğunu anlamada çocuklarımız ilk 40 ülke arasında değil! G20 içindeyiz ama geleceğimiz olan çocuklar ilk 40 ülke arasında yok. Bu sonucu değiştirmek için acil olarak reform yapıp sistemi değiştirmemiz gerek. İşte sorun da tam buradan kaynaklanıyor.
Türkiye’de reform yapmayı beceremiyoruz!
Ya da daha doğrusu ölçmeden, biçmeden ha bire reform adı altında çocukların geleceğiyle oynuyoruz. Çünkü sistem reform işini de bakanlara teslim etmiş durumda. Ve her gelen bakan ayrı bir reform başlatmış. Arada çok iyi uygulamalar olsa da fikri takip olmadığı için onlar da heba olmuş. Bunun en güzel örneği okulöncesi eğitim, ki yapılması gereken ilk reform da bu. Nimet Baş bu alanda örnek bir reform başlattı; devam etseydi bir kuşak çağ atlayacaktı. Ama ardından gelen bakan bu reformu rafa kaldırıp 60 aylık çocukları zorla okula almaya kalktı. O uygulama da bir sene geçmeden rafa kaldırıldı. Olan da kobay olarak kullanılan milyonlarca çocuğa oldu.
Öğretmenin de, öğrencinin de velinin de sözü geçmiyor!
Aşağıda Milli Eğitim Bakanlığı tarafından yürütülen bir OECD çalışmasından çıkarttığım tablo var. Her ülkede öğretmenlere “Yönetime ne kadar karışabiliyorsunuz?” diye sorulmuş. Maalesef Türkiye son sırada yer alıyor. Çünkü bizim sistemimiz en tepedeki dışında hiç kimseye güvenmeyen bir sistem. Oysa öğretmeni, öğrenciyi, veliyi okul yönetimine katan sistemler daha başarılı. Ortak aklı işleten her sistem, bir kişinin uhdesine terkedilmiş bir sistemden muhakkak daha başarılı oluyor. Her halanda. Eğitimde de!
Şura geleneğine geri dönmeliyiz!
Türkiye’nin eğitim alanında öncelikle yapması gereken reform, nasıl reform yapılacağını gözden geçirmektir. Madem bakanlık 2 yılda bir el değiştiriyor o halde gelin hep birlikte, bizde var olan şura geleneğini yeniden, ama gerçek manasında harekete geçirelim. Mustafa Kemal’in savaş koşullarında işlettiği bu mekanizma ile siyasi partilerden bağımsız olarak bir ortak eğitim reformu geliştirelim.
Gerçekten ‘milli’ bir pusula!
Gerçek manada ‘milli’ yani milletin her kesiminin katıldığı bir ortak eğitim yol haritası belirleyelim. Hedef çocuklarımızın dünya ile rekabeti: Gereken beceriler belli. Tek yapmamız gereken bu yol haritasında bakanın rolünü mümkünse sıfıra indirmek. Böylece her gelen bakanın kafasına göre oynadığı bu sistem, yerini her gelen bakanın uymasını ve uygulamasını beklediğimiz bir sisteme bırakır. Hayal biliyorum; fakat 20 milyon çocuğun geleceği için hayal etmekten başka çaremiz yok!
Paylaş