Paylaş
O da “Ahlaktır!” demiş. “O olmasaydı herkesin tepesine bir bekçi dikmek zorunda kalırdık!” Peki ahlakın kaynağı nedir? Ahlaksızlığa nasıl kılıf uyduruyoruz? Elimde tam da bu soruya yanıt arayan bilimsel bir çalışma var.
Araştırmaya geçmeden önce size araştırmanın ilk iki yazarını, Zeynep Ecem Piyale ve Beyza Tepe’yi tanıtayım. İkisini de üniversiteye yeni başladıkları sene tanımıştım. Türkiye’de misafir öğretim üyesi olarak verdiğim dersi almışlardı. Yıllardır e-mail, Skype, Twitter üzerinden “Hocam e-mailimize dönmediniz!” uyarıları ile ortak bir proje yürütüyoruz. Geçen hafta nihayet beklediğim e-mail geldi: Makalemiz oldukça prestijli bir dergiye kabul aldı (5-yıllık Etki Değeri 2.5 olan bir dergi!!). Yıllar evvel Türkiye’de bu ilk araştırma ekibime yazarlık verince itiraz edenler olmuştu. Şimdi o 1. sınıf öğrencileri benim ancak doktora sonrasında ulaştığım seviyedeler. Yani, mutluyum bir mentör olarak zira bu iki genç araştırmacının adını uzunca bir süre duyacağız.
Ahlakın kaynağı nedir?
Bu hafta yayınlanan makale, bu köşenin müdavimlerinin yakından tanıdığı Jonathan Haidt’in ahlakın kökenine dair tezlerini test ediyor. Haidt’a göre, ahlaki ve politik tercihlerin temelinde akıl yürütme yok, duygusal sezgiler var. Yani bir şeye önce ahlkasız diyoruz, sonra kılıf uyduruyoruz. Bu tez pek çok kültürde doğrulanmış. Bizimki Türkiye’deki ilk çalışma. Çalışma çerçevesinde 167 kişiyle 20 dakika süren mülakatlar yaptık. Amacımız, insanların ahlaki yargılarını nasıl oluşturduklarını öğrenmek.
Ahlakı anlamanın yolu tabulara yaklaşımdan geçiyor
Haidt’in kurduğu sistemde, ahlaki karar verme süreçlerini anlamak için 5 değişik tiksinti senaryosu ile ölçüm yapılıyor. Hindistan’dan Brezilya’ya pek çok kültüre adapte edilen sistemde katılımcılar bu senaryolara verdikleri tepkiye göre değerlendiriliyor. En az tiksinti uyandıran senaryo şu: Düşünün ki bir adam süpermarkete gidiyor ve bir tavuk alıyor; ilk onunla cinsel ilişkiye giriyor ve sonra da temizleyip pişirdiği tavuğu yiyor. Ne düşünürsünüz?” Evet bir tiksinti hissettiniz ama neden?
Türkiye’de ahlak hem kutsal hem toplumsal ama bireysel değil!
Katılımcılarımız, bir vakayı ahlaken yanlış bulduklarında en çok kutsallığı kullanıyor. Daha sonra sırasıyla toplumsal düzeni tehdit ve bireysel haklara tecavüz geliyor. Bu bulgu Amerika, Brezilya, Filipinler ve Japonya’dan farklı. Kutsallık, hiçbirinde bizdeki kadar ahlaki yargıları belirleyici değil. Özellikle batılı kültürlerde ahlakın temelini daha ziyade bireysel etik değerler oluşturuyor.
İslami kesim kutsallığa, Kemalistler toplumsal düzene vurgu yapıyor!
“Peki ahlaksızlığı meşrulaştırmada Türkiye içinde bir ayrışma hiç mi yok?” derseniz; bu konuyu da katılımcıları kabaca 3 gruba ayırarak inceledik. Kendisini İslami kesime yakın görenler ve kendisini Kemalist görenler kutsal değerlere en fazla yaslanan grup. Kemalistler, diğer gruplara göre toplumsal düzene daha fazla vurgu yapıyor. Kendisini ne İslamcı ne de Kemalist görenler ise diğer gruplara göre bireysel etik değerleri daha fazla önemsiyor.
Özetle, ahlaksızlıklar karşısında bir taraf kutsal olan üzerinden grupsal refleks gösterirken, diğer taraf toplumsal olan üzerinden grupsal refleks gösteriyor. Oysa kendisini ne Kemalist ne de İslami kesime yakın görenler ise grupsal tavırdan ziyade bireysel bir tavır yürütmeyi başarabiliyor. Bu üçüncü gruba göre mühim olan, grup aidiyeti üzerinden taraf tutmak değil, bireysel etik prensiplere göre insanların hayatına müdahale edilip edilmediğine bakmak.
Giderek kutuplaşan Türkiye toplumunda ya herkesin başına bir polis dikerek grup aidiyeti üzerinden ahlak bekçiliği dayatacağız ya da hakkaniyet prensibine dayanan etik değerlere sahip çıkacağız. Bu topraklarda huzur içinde bir arada yaşamanın yolu buradan geçiyor.
Makalenin tamamına buradan ulaşabilirsiniz: Tepe, B., Piyale, Z.E., Şirin, S. & Rogers-Şirin, L. (2016) Moral decision-making among young muslim adults on harmless taboo violations: The effects of gender, religiosity, and political affiliation, Personality and Individual Differences, 101, 243-248.
Paylaş