Paylaş
MİLLETİN gözünün içine ‘dümdük’ bakarak “Ben bu seçimin sonucunu saymıyorum” diyemiyorlardı.
Lakin yeniden seçim sandığı kurmakta kararlı oldukları da “ülkenin kan revan içinde” bırakılmasından anlaşılıyordu. Yine de o hengâmede “Balık haberi”
gözüme takılmıştı.
Yazı işlerinin haberi ufak vermesinden belli ki okuyanların da aman aman dert edeceklerine ihtimal verilmemiş. Bana sorarsanız haber son derece önemliydi, denizlerde uğrayacağımız akıbeti tarif ediyordu.
* * *
Okura “Yazar efendi, niye bu kadar kastın?” dedirtmemek için haberi özetleyivereyim.
Türkiye’nin balık rezervi yüzde 30 azalmış. Bir önceki av mevsiminde 334 bin ton balık avlamışız, bir sonraki sezonda bu miktar 231 bin tona düşmüş.
Denizlerimizde bazı balık türleri görülmez olmuş. En çok kefal, kalkan, levrek, çipura ve akya balığının neslinde kırılma varmış.
Siz buna “istavriti” de ekleyin. Yakında on iki santimlik bir istavrite Kaşıkçı Elması muamelesi yapılacağı günler gelecek.
GİDİŞ BELLİYDİ
Her yaz altı ay geçirdiğim, sabah-akşam denize girdiğim su belliydi. Kıyısını santim santim bellemiştim. Akşama balık yemek istediğimde vururdum, öldürmek için öldürmezdim.
Ayrıca vuracağım balığın da beni tek seferde doyuracak irilikte olması lazımdı. “Avcı palavrası” sıkmış gibi olmayayım ama arandığımda elim boş dönmezdim.
Suda gezinirken bazen, yüz-iki yüz adetlik levrek sürüleri karşıma çıkıverirdi. Önce o sürüler “tane hesabına” düştü. Sonra tek balık bile görünmez oldu.
Geçen yaz, altı aylık deniz dolanmasında üç-beş kez levreğe rastladım, üç-beş kez de çipuraya.
Kıyılara akşam karanlığında yılan balığı, müren, mıgri gelirdi karın doyurmaya. Balık olmayınca onlar da gelmez oldu. Denizyıldızı, patlıcanı kalmadı.
Kabuklularla karın doyuran yengeçlerin irileri, şimdi kayaların üzerine çıkıp kendilerine ekmek atacak şehir bebelerine arsızlık ediyorlar.
Daha önceleri, Marmara’dan gelip Bodrum’da koylara sokulan balıkçı gemileri, geçen yıl bir gece dahi kalmadılar.
* * *
Necip milletimiz şimdi balıkların güzergâhı olan Boğaz’ı kurutmak derdinde. Her gün binlerce olta denize atılıyor. Binlerce olta çaparisinden sarkan onbinlerce iğne, balık çekiyor.
Serçe parmağı kadar istavritleri kovalarına doldurup avcılık cakası yapan yüzsüzler var. Köprüler, boğaz kıyıları onlarla dolu. Gemilere konan av yasağı onlara işlemiyor.
Çünkü büyüklerimizin kafası, onbinlerce oltadan sarkan yüzbinlerce iğnenin, yüzlerce balıkçı gemisi kadar “yok edici olduğuna” basmıyor.
BİR BALIK ŞEHRİ
Gündelik hayatımızın en eski tanıklarından Aydın Boysan ağabeyimiz “İstanbul’un Kuytu Köşeleri” kitabında elimizde kalan “balıksız şehri” anlatmış.
İsmi balıkla birlikte anılan İstanbul’da gelinen noktaların altını ne güzel çizmiş?
Lafı balığa getirdiği zaman da “Ben atkuyruğu kılından olta yapmayı bilirim” diye başlayıp, devam ediyor.
“Samatya’dan kürekle Ahırkapı’ya girip çapari salladığımızı, istavrit çıkarsa uskumru olmayacağı için, hemen olta toplayıp geri döndüğümüzü bilirim.”
“Palamut yiyenlerin ağzının tadını bilmezlikle aşağılandığı zamanları bilirim.”
“Lezzetli ve ucuz balık bolluğu yüzünden, tutumlu insanlar çarşısı Samatya’da levrek ve kalkanların bütün olarak, nefis kılıç balıklarının ise dilimlenerek satıldığını bilirim.”
“Bu nedenlerle, Samatya ve benzeri semtlerde kebap denen yiyeceğin tanınmadığını bilirim.”
Balığın soyunun kurutulması ile birlikte İstanbul’da kebap istilası yaşandığını söyleyen Aydın Boysan denize dair tespitlerini de bir kahır cümlesiyle bitiriyor.
“Hay bilemez olsaydım!”
* * *
Gündüz Vassaf’ın bu yıl içinde Boğaziçi’nde Balık adlı bir kitabı çıktı. O güzel kitapta İstanbul’un denizle haşır neşir geçen iki bin küsur yıllık hayatına dokunuşlar var.
İstanbul daha Konstantiniyye bile olmadan, Bzantium iken bastığı sikkelerin bir yüzünde palamut resmi varmış. Böylece palamutun şehrin en eski simgesi olduğunu öğreniyoruz.
İyi de umurumuzda mı?
“Bana balık verme, balık tutmayı öğret” diyen Çinlinin atasına karşı “Bana bir balık yap, rakıyı tazele, buz getir” atasözünü geliştirmiş ahalimiz adına konuşayım:
“Zerre kadar umurumuz değil! O balık illa ki tükenecek.”
Paylaş