Paylaş
İyi huylusu vardır, kötü huylusu vardır. Her ikisi de rahatsızlık vericidir.
İyi huylu olanına genelde ilişilmez, yani katlanılır. Kötü huylu olanı her daim tehdittir. Özellikle hükümet adamlarını ayar edenler de bu tarife girenlerdir.
Tek parti devrinde “köşe yazarı” ile nasıl baş edileceğini bulmuşlar. Daha doğrusu o işi İstiklal Mahkemeleri’ne havale etmişler.
Diyelim ki birilerine aykırı gittin.
Büyüklerimiz aykırı giden köşe yazarlarını “yeterli sayıya geldiklerinde” bir emirle başka başka şehirlerdeki İstiklal Mahkemeleri’ne gönderir, hesabı orada kestirirlermiş.
Yargılanmak üzere jandarma eşliğinde seyahat eden köşe yazarının da “nerede yanlış yaptığını” düşünmek için yolda bolca vakti olurmuş.
SİNİR BOZAN YAZAR
Bu yöntem tek parti döneminde gayet başarılı olmuş. Köşe yazarları mum gibi olmuşlar. Sadece bir tanesi aykırı gitmeye devam etmiş.
Ahmet Emin Yalman.
Bir elli beş boyunda ufacık bir adam, sanki köşeci değil de köşeci biblosu. Hükümetten yanaymış gibi yapıyor, yandan yandan da “Amerika’da olsa böyle yaparlardı, şöyle yaparlardı...” deyip icraatları didikliyor.
O kadar Amerikancı ki Nâzım’ın, Kemal Tahir’in hakkından gelen “Aha komünist!” formatı da işe yaramıyor.
Sonunda sinirleri laçka olan devrin bir memleket büyüğü, köşe yazarı adamımızı bir davette sıkıştırıp “Sen yazı yazma. Kim yazarsa yazsın sen yazma. Hatta bu ülkeden çek git. Yoksa seni toprak altı ederim!” diye hiddet göstermiş.
O da çekip Amerika’ya gitmiş. Demokrat Parti’nin devr-i iktidarında memlekete geri dönmüş, çıkardığı gazete ile büyüklerimizin sinirini bozmaya kaldığı yerden devam etmiş.
* * *
O Ahmet Emin Yalman’ın kendisi gibi düşünmeyenlere rahatsızlık veren hali bir köşe yazarı daha çıkardı. Yalman, 1952 yılında Malatya’ya gittiğinde Hüseyin Üzmez adındaki bir lise öğrencisinin silahlı saldırısına uğradı. Karnından iki kurşunla vuruldu ama ölmedi.
Kadere bakın ki Necip Fazıl’ın çıkardığı Büyük Doğu dergisinin gazına gelip Ahmet Emin’i vuran liseli genç, hapisten çıkınca gazete yazarı oldu.
İçeride kös kös düşünürken, köşe yazarlığının elde silah taşımaktan daha telef edici olduğunu keşfetmişti.
ÇOK KÖŞECİ MAĞDUR
Köşe yazarı için bugün durumlar değişik. Muhalifsen önce uyarılıyorsun. Büyüklerinin nasihatlerine kulak asarsan paçayı kurtarırsın.
Onlarla inatlaşırsan, sahibine kızmış dana gibi ayağını yere sürüp büyüklerine tos atacakmış gibi yaparsan, bir şekilde hakkından gelinir.
Yazacak gazete bulamayıp, bayrağını internet üzerinden sallarsın.
Tersini yapanlardan kimileri hem rahat ediyor hem de çok kazanıyor. Misal, adamın biri muhalif köşeciyken, hükümet adamları için demediğini bırakmıyordu.
Sonra evliyadan mübarek bir zatla karşılaştı. O mübarek zat “koyu muhalif köşecinin” gönül gözünü açtı. Saf değiştirdi. Şimdi devletin arpalığından ayda elli bin lira maaş alıyor.
Tabii herkes bu kadar şanslı değil.
Sabah akşam hükümet adamlarına methiye yazıp, beş kuruş kazanamayan köşe yazarları da var. Hepsi mağdur. Hepsi ilgi ve şefkat bekliyor.
Osmanlı’nın bu işi güzel hallettiğini Peçevi Tarihi’nden öğreniyoruz. Devrin yağcıları mübarek ramazana denk getirip Sultan Birinci Mahmut’a, “Kimsesiz dalkavuk kullarınızı arzuhalidir” diye başlayan bir dilekçe vermiş.
* * *
Nasıl ağladılarsa artık, o da bir ferman çıkarıp “dalkavukluğu” meslek ilan etmiş.
Böylece zamanın cümle yağcıları “Dalkavuklar Loncası”na kaydedilmişler.
Tabii o devirde gazete, köşe yazarlığı neyim olmadığından dalkavukluk davetlerde, iftar sofralarında sözlü yapılıyor.
Osmanlı tarihçisi Peçeci İbrahim Efendi bu dalkavuk işini “iktidarın gözüne girerek para ve mevki koparmak” olarak tarif ediyor.
Nitekim sonunda “dalkavukluk” bir meslek sayılmış, esnaf kuruluşu olarak defterde yerini almış.
‘Dalkavuk Loncası’na kâhya tayin edilen Şakir Ağa’nın teklifi, padişahın da inayeti ile ücretler dahi tespit edilip bir nizama bağlanmış.
Her işte Osmanlı’ya heves edenler, itilip kakılan yandaş köşe yazarı taifesi için niye bir güzellik düşünmüyor?
Paylaş