Paylaş
Adam, kendini tıraş eden berbere “Saçımda aklar mı çok karalar mı?” diye sormuş. Bezgin berber cevap vermiş: “Saçın şimdi önüne düşecek, ak mı kara mı kendin görürsün”.
Biz de sandıktan çıkan ak mı kara mı akşama göreceğiz.
***
Ne zaman “Seçime gidiliyor” lafı edilse aklıma siyasetin tarihi bir figürü olarak Rıza Tevfik Bölükbaşı gelir.
Şarkısı da yapılan “Uçun kuşlar uçun doğduğum yere” şiirinin ünlü şairi Rıza Tevfik, çok partili hayatımızın susmak bilmeyen ilk hatibiydi.
Aynı zamanda dayak yiyen ilk politikacıydı.
Balkan coğrafyasında İttihatçıların tuttuğu adamlardan yediği dayak, siyasi tarihimize “ilk dayak” olarak geçmiştir.
ŞEKLEN FEYLESOF OLMUŞTU
Rıza Tevfik döneminin şairi ve düşünce adamı diye bilinir. Devrin yayınlarında adı “Feylesof Rıza Tevfik” diye geçer. Filozof olduğundan değil, filozofluğa hevesli olduğundan böyle anılır olmuş.
Zaten kendine antikçağın Yunan filozofları gibi şekil de yapmış. Ağarmış saçı sakalı ile Sokratvari fotoğraflar çektirmiş. O dönemin beyaz harmanisini sırtına, sandaletlerini ayağına geçirip Auguste Rodin’in “Düşünen Adam” heykeli gibi pozlar vermiş.
Fikir üretemiyoruz, bari şekli uyduralım demiş.
Vücudu da tepeden tırnağa kas. Yapılı, Herkül gibi bir adam ama dibine kadar da yalnız. Geceleri sırtına, çizgi roman kahramanı Batman gibi siyah bir pelerin atar, meyhaneleri ve batakhaneleri ile ünlü Galata’nın karanlık, pusular kurulan korkulu sokaklarına tek başına dalarmış.
Bir yanı rint, bir yanı siyasi bir adam olarak Talat’ların, Enver’lerin partisi İttihat ve Terakki’ye şiddetle muhalifti.
Balkanlar’a çıkıp, ahaliyi iktidar azgınlığına karşı uyarmak istemesi de bu muhalifliğindendi.
***
İttihat Terakki partisi ise demokrasiyi bellememiş ama ona aykırı ne varsa erkenden öğrenmiş. Siyasi şiddetin yararını(!) keşfetmiş.
Sandık başına muhalifleri sokmamak bunlarda, oy verenleri tehdit bunlarda, adayları konuşturmayıp yıldırmak bunlarda.
Fikir bu olunca, bir grup çakalı ayarlayıp, siyasi propaganda için gelen Feylesof Rıza’nın peşine takmışlar. Adamcağızı gecenin bir vakti tenhada kıstırıp öldüresiye dövmüşler.
Durumu da “ibret olsun” diye uydurma imzalı bir telgrafla İstanbul matbuatına bildirmişler.
HİÇ SUSMAYAN İLK HATİBİMİZ
Siyaseten oradan oraya savrulan, Damat Ferit’in “ihanet hükümeti” diye bilinen kabinesinde Eğitim Nazırlığı yapan Rıza Tevfik, malum Serv Antlaşması’nı Osmanlı adına imzalamaya gönderilen üç talihsizden biriydi.
Siyasete sıkı bir Abdülhamid düşmanı olarak İttihatçıların safında başlamıştı. Sonra İttihatçıların düşmanı oldu.
Ölümünden sonra Abdülhamid’e seslenen “Gel bizi kurtar” mealindeki ünlü şiiri yazdı. Atatürk’e de yaranamadı. Cumhuriyet’ten sonra “Yüz elliliklerin” arasına yurtdışına katılıp sürgün edildi.
Rıza Tevfik Bölükbaşı, İkinci Meşrutiyet dönemindeki çok partili hayatımızın ilk hatibidir. Gerçi ortada seçim filan yoktu ama Feylesof Rıza konuşmayı çok seviyordu. Nerede üç-beş kişiyi birikmiş görse, hemen yüksekçe bir yere çıkardı. Sol elini belinin arkasına koyar, sağ elini Napolyon gibi ceketinin önüne sokar, fesi arkaya yatırıp nutkuna başlardı.
Hitabet dalında en büyük rakibi de Selim Sırrı Bey’di. Hani adı spor salonlarına verilen şu ünlü spor eğitmeni Selim Sırrı Bey.
***
Bu ikili her yerde konuşup, akıllarına ne gelirse söylüyorlardı. Abdülhamid tahttan indirileli iki ay olmuştu. Selim Sırrı Bey ile Feylezof Rıza hâlâ söyleyecekleri lafları bitirememişlerdi.
Parti bunların çenesinden yıldı ve susmalarını “resmi bir yazıyla” ihtar etti. İkisi de o saatten itibaren, yeni iktidarın en büyük muhalifi kesildiler.
O günlerden bugünlere, siyasal şiddet daha da gelişti. Boş laf söyleme işi sanat halini aldı ancak öyle renkli insanlar da bir daha gelmedi.
Dört-beş yılda bir seçim de yapmasak, bu siyaset bizi sıkıntıdan öldürecek.
Paylaş