Paylaş
* * *
Türkiye medyasının, iş dünyasının ve televizyon denen güzellikler âleminin en seçkin isimleri olarak Maçka’daki Günaydın Et Lokantası’nda toplandık.
Maksat Harvard Mektebi tarafından Hasan Cemal’e verilen “Dürüst Gazetecilik ve Temiz Vicdan” Ödülü’nü kutlamaktı.
Davete en son ben icabet ettim. Masanın şeref konuğu Hasan Cemal’di. Gazete dünyasından Ertuğrul Özkök, Mehmet Y. Yılmaz, Eyüp Can, Kanat Atkaya, İsmet Berkan ve Zafer Mutlu vardı.
Reklam dünyasından Cefi Medina, televizyonlardan Mustafa Oğuz ve Cem Aydın, iş dünyasından Atilla Türkmen ile Mudo masayı tamamlıyorlardı.
Sanat, edebiyat, sinema, sualtı avcılığı, futbol, marina işletmeciliği, esnaf lokantacılığı, deniz hidrografi ve oşinografi dünyalarını da tek başıma ben temsil ediyordum.
ELİF ŞAFAK OLAYINI ÇÖZDÜM
Masaya taze oturmuş, verilen selamları blok yaparak karşılıyorduk ki gazetecilik âleminin hülyalı bakışlı yazarı Eyüp Can lafı koydu:
“Hocam, Harvard tek (v) ile yazılır (w) ile yazılmaz.”
Biz Hasan Abimizin müjdesini verirken (w) ile yazmışız. “Yazıya İngilizce laf tıkıştırmak senin neyine...” demeye getirip, lafı oradan sokuyor. Anında cevabını aldı benden.
“Kardeşim” dedim. “Biz de bilirdik (v) ile yazmasını. Koskoca Hasan Cemal’den söz ediyorduk. Yazı zengin dursun diye (w) ile yazdım.”
Sustu, gözlerini yine son albümünün son parçasına şarkı sözü arıyormuş gibi derinlere daldırdı.
Ben bu arkadaşın Elif Şafak ile mutlu evliliğinin sırrını o bakıştan sonra çözdüm.
Kızcağız, hülyalı bakışlı kocası ile göz teması kurabilmek için uğraşırken, aklına gelmedik fikir kalmıyor. Onları yazıya döktüğü zaman da “çok satışlı roman” oluyor.
Eyüp Can’ın edebiyatımıza yaptığı bu derin katkı, bir gün mutlaka ödül olarak geri dönecek.
* * *
Hasan Cemal Amerika’ya boş bavulla gitti, boş bavulla geldi. Ödül parası diye eline bin dolar tutuşturmuşlar. O da pantolonun yan cebinde bile şişkinlik yapmıyor. Boş bavulun boynu bükük kalmış. Nasıl sinirlendim, anlatamam.
Ulan tek (v) ile yazılan Harvard!
Senin verdiğin o bin dolar, Kırkpınar’ın provası sayılan Karaadilli Yağlı Güreşleri’nde bile geçmiyor. Büyük ortayı kazanana bin dolar verseler, adamı kaptığı gibi zeytinyağı kazanına tıkar.
Hasan Abim, yaradılıştan efendi insanları andırdığı için ödülü sorun yapmamış. Gurur duyduk.
İSA’NIN SON YEMEĞİ GİBİYDİ
On iki kişilik kadrosuyla masanın dış görünümü böyleydi, lakin sofra zenginliği bakımından TÜSİAD kutlamasına benziyordu.
Ev sahipliği yapan Atilla Türkmen (ki uzak akrabamdır) masada kuş sütünü bile unutmamış. İsa’nın havarileri o sofrayı değil de bu sofrayı görseydi bugün Hristiyanlık diye bir din olmazdı.
Ertuğrul Özkök masanın öbür ucunda kaldığından pek konuşamadık. Her zamanki gibi çok şıktı. Ancak her gördüğümde “söyleyeyim” diyorum, söyleyemiyorum. O gözlükleri var ya! Özkök’ün şıklığına uymuyor.
El işi dersinde yapılmış gibi duran gözlüğün kaba yuvarlakları, Ford’un ortadirek için 1929’da ürettiği T tipi aile otomobilinin jantlarını andırıyor.
* * *
Mudo’nun yüzünde bir ışık, bir huzur vardı. Meğer umre yapmış. Mekke’ye, Medine’ye gitmiş. Hem sevaba girmiş hem de orada dikilen AVM’lerde yer var mı diye bakmış. O söylemedi ama ben hissettim.
Yemekte Hasan Abimin tam yanında oturduğumdan savunmada kaldım. Kendisi darbeli matkap türü yazar olduğundan, gardımı hiç düşürmedim.
Hasan Abimin yaptığı duygu yüklü konuşmayı, tam o sırada bir buçuk metrelik Adana kebaba saldırı başladığından, pek dinleyemedim.
Biri bana “Ödül mü, yemek mi?” diye sorsa vereceğim cevap bellidir. Benim de basın özgürlüğüne katkıda bulunma yöntemim böyle.
Acıktım mı laf dinlemem. Önüme demokrasiyi koysalar, yerim.
Paylaş