Paylaş
Bir arkadaşımla birlikte Yenikapı’dan Samatya’ya doğru yürüyorduk. O kadar yol yürünmez tabii. Taksi yok muydu? Vardı elbet, hatta binmiştik, lakin Kuleli Lokantası’ndaki davete geç kalma durumu ortaya çıkınca inmek durumunda kaldık.
Saat yedi-sekiz arası Yenikapı’dan Samatya’ya yollar geçit vermez. Yürümek en iyi çaredir.
Hem zamandan kazanırsın hem de taksi şoförünün memleket meseleleri konusundaki yüksek fikirlerini dinlemek zorunda kalmazsın.
* * *
Benim bir süredir “ucuz kırmızı et” için Bağcılar sancağımızdaki kasaplara dadandığımı bilen arkadaşım, nedendir bilinmez, bana laf sokma ihtiyacı hissetti.
“Epey zamandır zürafa etine dadanmışsın” dedi.
Bizim gazetede çıkan “Kaçak ete baskın” haberini okumuş. Oradan yürüyor üzerime. O etlerin çoğu Afrika kökenli çıktığından, bir de Afrika faunası hakkındaki bilgisi “Tarzan filmleri” ile sınırlı olduğundan şöyle konuşuyor.
ASLAN YEDİRSEYDİN BARİ...
“Afrika” ve “kırmızı et” sözcükleri yan yana gelince aklına; aslan, çita, gergedan, hipopotam, zürafa hayvanları geliyor. Bağcılar’da yakalanan Afrika kökenli et de olsa olsa zürafadır deyip, şakasını böyle kurguluyor.
Afrika’da antilop, öküz başlı antilop, impala denen ceylan türü yok sanki. Yenirse bunlar yenir.
Hem koskoca ormanlar kralı aslan yiyor da maaşla çalışan Selahattin Duman niye yiyemiyor? Efendim, kaçakmış. O benim sorunum değil, maliyenin sorunu.
Ben kilosu yirmi beş liradan et buldum mu nüfusa kayıtlı mı değil mi bakmam, yerim.
O gece bana “Zürafa mı yiyorsun?” diye laf sokan arkadaşıma hak ettiği cevabı vermedimse efendiliğimdendir.
* * *
Zürafa denen mahluk Afrika’nın gözbebeği. Sayısı bin tane mi kalmış, iki bin tane mi bilmem. Bildiğim kıymet bakımından Afrika başkanlarının çoğundan daha fazla itibar görmesi.
Al o zürafayı, Birleşmiş Miletler binasına götür, protokolde çoğu devlet başkanının önüne geçer.
Dünya “Afrikalı devlet başkanlarının nesli tükeniyor” diye telaş etmiyor. Zürafanın soyu tükenir diye dertleniyor. Öyle bir canlıyı, kaçak Türkiye’ye sokup ekmek arası niyetine satmak mümkün mü?
BAĞCILAR ETİNİN KEŞFİ
Bağcılar’daki kaçak et dünyasını gazeteye gidip gelirken keşfetmiştim. Bizim gazete şehir merkezine yakındır. Bin helikoptere on dakikada Taksim’desin.
Ancak karayolunu tercih edersen, trafik geçit vermediğinden o yol sana Sürre Alayı ile Mekke’ye gidiyormuşsun gibi gelir.
O yüzden önce metrobüs ile Merter’e kadar gidiyorum. Oradan tramvaya aktarma yapıyorum. Bağcılar son durakla gazete arasında da kendimi taksici esnafına emanet edip, bu etapları yaklaşık bir saatte tamamlıyorum.
Taksiyle ana caddeden geçerken görmüştüm koca koca et mağazalarını. “Ne çok kasap varmış” deyince taksici gerisini getirdi:
“Bizim Bağcılar yeme-içme işinde İstanbul’un en ucuz yeridir” dedi. Bürokratı, memuru, dar gelirlisi hep buraya gelip et alırmış.
Bu notu kafaya yazdım ya! İki gün sonra metrobüs-tramvay tariki ile soluğu Bağcılar’da aldım. 25 liradan kıyma, 29 liradan kuşbaşı. Üstelik etler tertemiz reyonlarda lop lop gözünün önünde.
* * *
“Serçenin saltanatı bir arpa biçimi” derler. Bizim de kırmızı et ile saltanatımız bir baskında bitti. Efendim, Afrika etiymiş. Ne olduğu belli değilmiş.
Sanki bizim “yerli eti” nüfus kâğıdının fotokopisine sarıp veriyorlar. Bana ne etin hangi kıtadan olmasından. Hem ormanlar kralı aslan yiyor tiksinmiyor da ben mi buna kafayı takacağım?
Benim psikolojim menşei belli olmayan Afrika eti yediğimde değil, etin kilosuna elli beş lira verince bozuluyor.
Uzun lafın kısası “Bağcılar et düzenini” bozmakla hayırlı bir iş yapmadılar. Kasap milletine de laflarının geçmediğini gördük. Bu hengâmede at etine alışıp “Ne varmış at etinde, mis gibi” demesek bari.
Paylaş