Paylaş
“Bu, Türk meslektaşımın beş dakika önce sözünü ettiği güven meselesine dayanıyor. Bu gibi projeler bu güven olmadan gerçekleştirilemez...”
Türkiye ve Rusya’nın cumhurbaşkanlarının devasa bir ortak işbirliği projesini hayata geçirirken yaptıkları konuşmalarda güven faktörünün bu ölçüde kuvvetli bir vurgu alması, iki ülke arasındaki ilişkilere hâkim olan iklimi anlamak bakımından önemli bir unsur.
Rusya’yı bugün Türkiye’nin en sıcak ilişkiye sahip olduğu ülkelerin ilk sıralarına koymak hata olmaz.
İlişkilerin her alanında ciddi bir yoğunlaşmanın yaşandığı bir dönemden geçiyoruz Ankara İle Moskova arasında.
Siyasi ilişkileri ele alırsak, bu yoğunluğun kendisini gösterdiği alanların başında Suriye geliyor. Türkiye ve Rusya, 2017’de İran’ı da yanlarına alarak başlattıkları Astana sürecinde sergiledikleri yakın işbirliğiyle bugün Suriye denkleminde önplana çıkan başat aktörlerdir. İki ülkenin Almanya ve Fransa’yı da yanlarına alarak gerçekleştirdikleri İstanbul zirvesi bu durumun bir yansımasıdır.
Burada özellikle ikili düzeyde varılan İdlib mutabakatıyla -uygulamasında yaşanan bütün sorunlara rağmen- büyük bir çatışma ve güç dalgasının şimdilik bertaraf edilmesinin bütün uluslararası camiaya derin bir nefes aldırmış olması da bu algıyı pekiştirmiştir.
Kuşkusuz, ilişkilerin kazandığı bu ivmede Türkiye’nin Rusya’dan S-400 hava savunma sistemlerini alma kararı da kritik bir rol oynamıştır. Ankara’nın bir anlamda “ABD ve NATO ile ilişkilerimi sarsma pahasına seninle savunma alanında işbirliğine giriyorum” mesajını vermesinin Kremlin’de yarattığı olumlu atmosferin etkisi yabana atılamaz.
Karşılıklı çekim alanını kuvvetlendiren bir başka faktör, ABD’nin PKK’nın Suriye’deki uzantısı YPG/PYD unsurlarıyla Fırat’ın doğusunda kurduğu askeri ittifaktır. ABD’nin kuzeydoğu Suriye’de devletleşmeye doğru ucu açık bağımsız bir Kürt oluşumunun altyapısını kurduğu yolunda hem Moskova hem de Ankara’da duyulan ortak rahatsızlığın, siyasi düzeyde iki ülkeyi birbirine doğru ittiği inkar edilemez.
Siyasi düzeydeki ısınmaya paralel bir şekilde son boru hattı projesinin de gösterdiği gibi, yükselen bir ekonomik işbirliği ilişkilerin geleceğine damga vuracak gibi görünüyor. Akkuyu nükleer santralinin 2023 yılında işletmeye alınması bu alandaki işbirliğini daha da perçinleyecektir.
Ancak işin ticaret boyutunun Türkiye’nin lehine işlemediği ortadadır. Rusya, doğalgaz alımı nedeniyle Türkiye’nin en çok ithalat yaptığı üçüncü ülkedir. (2017 yılında 19.5 milyar dolar) Buna karşılık Rusya, Türkiye’nin ihracatında ilk 10 içinde bile değildir. Rusya, 2017 yılında Türkiye’nin ihracat sıralamasında 18’inci ülke olmuştur. (2.7 milyar dolar)
Bu orantısız tabloyu kısmen dengeleyen bir faktör, Türk müteahhitlerinin Rusya’da üstlenmiş oldukları ihalelerdir. Rusya’da bugüne kadar 67 milyar dolarlık müteahhitlik hizmeti gerçekleştirilmiştir. Devam etmekte olan projelerin toplamı 10 milyar dolara yaklaşmaktadır. Turizmde yaşanan patlama da olumlu bir diğer gelişmedir. Türkiye’ye gelen Rus turistlerin sayısı 2018’in ilk 9 ayında 5.1 milyonla rekor kırmıştır.
Aynen sürmesi halinde, bütün bu yönelişlerin önümüzdeki yıllarda Türkiye ile Rusya’yı çok daha yakın bir yörüngenin içine çekmesi kaçınılmazdır. Bu yakınlaşmanın Türkiye’nin Batı ile ilişkileri açısından nasıl bir durum yaratacağı önümüzdeki dönemin en kritik sorularından biridir.
Türkiye’deki kamuoyu desteğinin de bu yakınlaşmayı destekleyici yönde evrildiğini söylemek mümkün. Metropoll araştırma şirketinin 2017 Ekim ayında yaptığı bir araştırmada “Türkiye’nin Rusya ile askeri bir ittifak içinde olmasını destekler misiniz” sorusuna katılımcıların yüzde 53.9’unun “Evet, desteklerim” karşılığını vermiş olması bu bakımdan dikkat çekicidir.
Metropoll’ün verilerine göre, Rusya’yı ‘dost’ olarak görenlerin oranı Şubat 2016’da yüzde 6.6 iken bu oran Eylül 2018’de yüzde 24.2’ye yükselmiştir. ‘Düşman’ görenlerin oranı ise aynı dönemde yüzde 79.6’dan 61.1’e gerilemiştir. Aynı zaman dilimleri içinde ABD’yi ‘dost’ görenlerin oranı yüzde 13.2’den yüzde 2.9’a düşmüş, ‘düşman’ görenlerin oranı 66.7’den 89.2’ye çıkmıştır.
Kamuoyu eğilimlerinin bu çizgide devam etmesi, yine Batı ile ilişkiler açısından üzerinde düşünülmesi gereken bir mesele olarak beliriyor.
Paylaş