Yargıtay, Balyoz ve ‘hayata uygunluk’...

Yargıtay 9’uncu Ceza Dairesi’nin Balyoz davasında verdiği kararın gerekçesini okurken karşınıza çıkacak ölçütlerden biri “hayatın akışına uygunluk” kavramıdır.

Haberin Devamı

Yargıtay, savunmanın dava dosyasındaki dijital delillerin “sahte olduğu” yolundaki tezine muhtelif görüşlerle karşılık veriyor. Bunlardan biri de bu delillerin “hayatın akışına uygun olduğu” görüşüdür.
Yargıtay, bu delilleri hayatın akışına da uygun gördüğü içindir ki, 361 sanıktan 327’si hakkında İstanbul 10’uncu Ağır Ceza Mahkemesi tarafından verilen mahkûmiyet kararlarını onaylamıştır.

***

Gerekçeli kararın 26’ncı sayfasında bu konuda şöyle deniliyor: “Dosya kapsamında yer alan ve hükme esas alınan dijital delillerin esasını korudukları, ilişkin oldukları olayları temsil niteliklerinin ortadan kalkmadığı... açıklanan kabule göre; hayatın akışına, akla ve mantığa uygun bulunduğu ve böylelikle de hukuka uygun deliller olarak hükme esas alınmalarının isabetli olduğu neticesine varılmıştır”.
Keza kararın 36’ncı sayfasında delillerde konu edilen darbe faaliyetleri kastedilerek, “Çalışmaların ileri sürüldüğü gibi tamamen kurgulanmış, asılsız ve sahte olduğu yönündeki savunmaların dosya kapsamına ve hayatın olağan akışına uygun olmadığı anlaşılmaktadır” deniliyor.
Yargıtay, darbe planları çerçevesinde yapılan tüm çalışmaların “suç tarihine ilişkin siyasi konjonktüre uygunluğunu” da göz önüne aldığını vurguluyor gerekçeli kararında.

***

Delillerin hayatın akışıyla uyumlu olduğu tezinin ileri sürülmesi, Balyoz davasında başından beri sorunlu gördüğüm ve daha önce bu köşede değerlendirdiğim bir dosyayı hatırlamama yol açtı.
Bu, Balyoz planının anayasası olarak görülmesi gereken “Balyoz Güvenlik Harekât Planı” başlıklı bir dijital belgedir. Word dosyası olarak oluşturulmuş bu belge, darbecilerin neden yönetime el koymak durumunda kaldıklarının gerekçelerini içeriyor. Bu çerçevede Türkiye’yi kaplayan olumsuzluklar da geniş bir şekilde tasvir ediliyor bu belgede.
“Balyoz Sıkıyönetim Komutanı”
sıfatıyla o dönemdeki Birinci Ordu Komutanı Orgeneral Çetin Doğan’ın adının yazılı olduğu bu belgede ıslak imza bulunmuyor.
Şimdi belgenin hayata ve siyasi konjonktüre uygunluğunu inceleyebilmek için önce tarihine bakalım. Üstündeki tarih 2 Aralık 2002. Yani,
3 Kasım seçiminden hemen bir ay sonra hazırlanmış bir belgeden söz ediyoruz.

***

Hatırlanacaktır, AK Parti Lideri Recep Tayyip Erdoğan o tarihte siyasi yasaklı olduğu için Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer hükümeti kurmakla Abdullah Gül’ü görevlendirmişti. Görevlendirme 16 Kasım’da yapıldı. Gül’ün hazırladığı liste Sezer tarafından
18 Kasım tarihinde onaylandı. Hükümet programı okunması ve yapılan görüşmelerin ardından Gül’ün kabinesinin TBMM’den güvenoyu alması 28 Kasım’ı buldu.
Dava dosyasına göre, 2 Aralık 2002 tarihli Balyoz Harekât Planı, Gül’ün güvenoyu almasından tam 5 gün sonra hazırlandı.
Belgede darbeyi haklı göstermek için “Özel sektörde sermayenin el değiştirmeye başladığı, iktidar ve irtica yanlısı basının palazlandığı, iktidarın medya, sivil toplum örgütleri ve bürokrasiyi kendine bağımlı hale getirmeye çalıştığı” gibi olumsuzluklar kesinlik ifadeleri içinde belirtiliyor.
Belgenin en çarpıcı noktalarından biri üçüncü sayfadaki şu cümlede yer alıyor:
“Toplumsal muhalefet sindirilmiş, muhalif basın ekonomik ve mali denetim tehdidi ile susturulmuştur”.

***

Sıralanan bütün bu olumsuzlukların hükümetin güvenoyu almasından sonraki 5 gün içine sığdırabilmiş olması hayatın akışıyla örtüşmüyor. Örneğin, mali denetim sonucu Doğan Grubu’nun vergi cezalarına hedef olması 2009 yılı başında ortaya çıkmış bir durumdur.
Aslında dijital deliller içinde bunun
gibi hayatın akışıyla uyumlu gözükmeyen pek çok durumla karşılaşmak mümkün; darbe planlarının yer aldığı 5 Mart 2003 tarihli
11 numaralı CD’deki belgelerin içinden daha sonraki yıllara ait olayların ve kurumların çıkmasında olduğu gibi...
Örneğin, 2003 tarihli bu CD içinde darbede görevlendirilmek üzere muhtelif kamu kurumlarında çalışan personele ait listeler mevcuttur. Gelgelelim, 2003 yılında ASELSAN, TÜBİTAK gibi kurumlarda çalışıyor gözüken bu personelin bir bölümünün söz konusu kurumlarda işe 2004-2007 yılları arasında başladığı kesinlik içinde ortaya konmuştur. Bunun gibi sayısız örnek verilebilir.
“Hayatın akışına uygunluk” bir ölçüt olarak kullanılacaksa, Yargıtay’ın gerekçeli kararında bu gibi çarpıcı çelişkileri hayatın akışıyla nasıl uyumlu bulduğu konusunda ikna edici bir izahat vermesi gerekirdi diye düşünüyorum.

NOT: Bayram nedeniyle yazılarıma kısa bir süre ara veriyorum. Okurlarımın Kurban Bayramı’nı kutlarım. SE

Yazarın Tüm Yazıları