Paylaş
Ve Hizbullah’la karşılaştırmalı bir düzlemde, Ergenekon davasında tutuklu bazı üniversite hocaları ve gazetecilerin terör örgütü üyeliği suçlamasıyla 10 yıl kadar içeride kalma ihtimallerinin yol açtığı adaletsizlik duygusu.
Karşımızda iç içe geçmiş gibi gözüken birden çok sorun var. Meseleye doğru bir teşhis koyabilmek için bunları birbirinden ayırıp tek tek ele almamız en doğru yaklaşım olacak.
BAKAN DA İNDİRİMİ SAVUNUYOR
Birincisiyle başlayalım. Ceza Muhakemesi Kanunu’nun (CMK) geçen yılın son günü yürürlüğe giren 252’nci maddesi, devlete, anayasal düzene ve milli güvenliğe karşı işlenmiş suçlarda tutukluluk süresinin 10 yıla kadar çıkabileceğini belirtiyor.
Bu makul bir süre değil. Adalet Bakanı Sadullah Ergin de dün NTV’de Nilgün Balkaç’a “Bu süre uzun zaten. Bizim konuşmamız gereken Türk yargısındaki uzun sürenin kısaltılmasıdır” diyerek, 2004 Aralık ayında TBMM’den geçmesinde bizzat rol oynadığı bu düzenlemenin artık değiştirilmesi gerektiğini teslim ediyor.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, yargılamanın ve tutukluluk sürelerinin makul bir süre içinde tamamlanmasını öngörüyor. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de çok sayıda kararında Türkiye’yi bu nedenle mahkûm etti. Sözleşme ve mahkeme içtihadı artık ulusal hukukumuzun üstünde olduğuna göre, Türkiye hem yargılamaları hem de tutukluluk sürelerini makul bir eşiğe çekmek zorunda.
AİHM’deki Türk yargıç Prof. Işıl Karakaş, dün Cumhuriyet’te yayımlanan demecinde “10 yıla kadar çıkan bir yorum, bir uygulama AİHM’nin bütün içtihatlarına aykırıdır. Toplam 3 yıl bile fazladır. Tutukluluğun makul süreyi aşmaması gerekiyor” diyerek bu ihtiyaca bir kez daha işaret etti.
9 YIL SÜREN BİR DAVA
Şimdi ikinci konuya geçiyoruz. Hizbullahçı katillerin tahliyesinin, evrensel hukuk çerçevesinde artık ertelenemez bir yükümlülük haline gelen tutukluluk süresini azaltma gereğini hiçbir şekilde gölgelememesi gerekiyor.
Peki çözüm ne? Tek bir çözüm var: Türkiye’de yargılamaların süratli bir tempoda görünmesini sağlayacak düzenlemeleri yapmak.
Bu açıdan baktığımızda, Diyarbakır’daki 6’ncı Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen Hizbullah davasının tam 9 yıl sürmüş olması Türk yargısı için başlı başına mahcubiyet verici bir performanstır. Bunun 5 yılı mahkemenin yalnızca Adli Tıp’tan CD deşifrelerinin gelmesini beklemesiyle geçmiştir. Toplumun bu kadar hassasiyetle yaklaştığı bir davada Adli Tıp ve mahkemenin bu ölçülerde gecikmelerinin hiçbir inandırıcı izahı olamaz.
YARGITAY’DA ÖNÜNÜ GÖRME SORUNU
Gecikmenin diğer boyutu Yargıtay’la ilgilidir. Hizbullah dosyasının Yargıtay’da geçen mart ayından bu yana beklediği biliniyor. Dosya Yargıtay’daki ilk durağı olan Başsavcılık’tan 9’uncu Ceza Dairesi’ne geçen ekim ayında gelmiştir. Yargıtay yöneticilerinin her seferinde iş yükünden şikâyet eden açıklamalarını biliyoruz, önemli ölçüde kendilerine hak veriyoruz.
Ancak iş yükü, neyin önemli neyin önemsiz, neyin öncelikli neyin ertelenebilir olduğu konusunda asgari bir muhakeme yürütme kabiliyetinin kaybolmasının mazereti olamaz.
31 Aralık 2010 tarihinde CMK 252’nci maddesinin yürürlüğe gireceği ve bu tarih adım adım yaklaşırken -ivedilikle bir karar alınmadığı takdirde- Hizbullah katillerinin serbest kalacağı bilindiği halde, bu sonuca kayıtsız kalınmasındaki feraset eksikliğinin hiçbir mazereti yoktur.
Bu sonucun toplumda adalet duygusuna olan inancı nasıl sarsacağını, ayrıca Yargıtay’ın saygınlığına nasıl bir darbe vuracağını 9’uncu Ceza Dairesi üyelerinin öngörmeleri gerekirdi. Yargıtay, bu dosyada ne yazık ki iyi bir sınav vermemiştir.
----------------------------------------------------------------------------------------------
BİR AÇIKLAMA: “CMK Değişikliğini Nasıl Atladık” başlıklı dünkü yazımızla ilgili olarak CHP TBMM Grup Başkanvekili Kemal Anadol aradı ve şu açıklamayı yaptı: “CMK yasası görüşülürken 4 Aralık 2004 tarihli oturumda, yazınızda da belirttiğiniz gibi, biz CHP olarak özel yetkili mahkemelerin kurulmasına karşı çıktık ve aleyhte oy kullandık. Ancak devlete karşı işlenen suçlarda tutukluluk süresinin 10 yıla çıkartılmasına ilişkin önergeye karşı olmamıza rağmen muhalefetimizi kayda geçiremediysek bunun nedeni içtüzüktür. Çünkü içtüzük önergelerde muhalefete söz hakkı vermeyerek büyük bir adaletsizlik yaratıyor. Bu, antidemokratik bir uygulama, ama içtüzüğün açık hükmü. Yoksa biz CHP olarak 252’nci maddeye yapılan eklemeye de muhalif kaldık.”
Paylaş