Paylaş
Listede aşağı doğru gittiğinizde birçok başvuruda “pasif çalışabilme” notunun yer aldığını görüyorsunuz. Bu arada tam tersine “aktif bir şekilde” çalışmak istediğini belirtenler de var.
Keza aynı sitede “Eleman Arayanlar” sayfasında duyuruya çıkan şirketler arasında da benzer kriterler kullananlara rastlanıyor. Açık ifadelerle “pasif çalışacak yardımcı kontrol elemanı mimar veya mühendis” aradığını belirten şirketler var.
Bu arada, iş arayan mühendis ve mimarların sıkça “düzenli maaş ödeme” ve “sigorta yaptırılması” gibi hususları koşul olarak vurgulama ihtiyacı duymaları da dikkat çekiyor.
Peki bu iş ilanları hangi sektöre, hangi kuruluşlara ait olabilir?
Bu duyurular son iki gündür yazılarımızda üzerinde durduğumuz, ülkemizin uğradığı son deprem felaketiyle birlikte önemi bir kez daha ortaya çıkan yapı denetim sektörüne aittir.
İnternette 29 Nisan 2021 tarihinde yayımlanmış olan bu ilanın altında info@yapıdenetimvedeprem.com.tr adresi var.
Yani, yapı denetimi alanında faaliyet gösteren firmaların kurduğu Yapı Denetim ve Deprem Mühendisliği Derneği’ni kastediyoruz.
*
Derneğin başkanı Nazmi Şahin’i dün telefonla arayıp kendisini deprem bölgesinde bulduğumda, sorum üzerine ilanlarda yer alan “pasif çalışma” gibi ifadelerden haberi olmadığını söyledi. “Böyle bir şeyin olmaması lazım” diye konuştu. Ayrıca, yapı denetiminden geçmiş olan binaların depremdeki durumunu konu alan bir raporu hazırlamakta olduklarını da kaydetti.
Derneğin internet sitesinde aynı iş ilanı sayfalarına dün baktığımda, iş arayanlar arasında pasif çalışabileceğini belirten kimseye rastlamadım. Ancak bu kez iş arayanlar arasında “Diploma veya pasif çalışma için lütfen aramayınız” notu düşen bazı duyurular dikkatimi çekti. Keza “düzenli maaş” vurgusunun pek çok duyuruda yer alması da bana düşündürücü geldi.
Aktardığımız bu örnekler yapı denetim sektörünün en azından belli kesimlerinde yerleşmiş olan çalışma kültürüyle ilgili bazı alışkanlıkları göstermesi bakımından oldukça çarpıcıdır.
Yapı denetim firmaları, kontrol sorumluluğunu yüklendikleri projelerde inşaatın imar planına, mevzuata, bu alandaki bilimsel ölçütlere uygun bir şekilde yürütülüp yürütülmediğinin incelemesini kadrolarında istihdam ettikleri profesyonel mühendis ve mimarlarla yaptırıyorlar.
Alıntı yaptığımız duyurular en azından “bazı” denetim firmalarının, kadrolarında çalışıyor gibi gösterecekleri mühendislerin diplomalarına ihtiyaç duyduklarına işaret ediyor. Keza “pasif çalışma” kavramından, şantiyede aktif bir şekilde çalışmadan denetleme raporlarına imza atmak gibi bir durumu anlamamız gerekiyor herhalde.
*
TMOOB’a bağlı İnşaat Mühendisleri Odası (İMO) tarafından 6 Şubat depreminin hemen ardından sahada yürütülen ilk çalışmalar çerçevesinde hazırlanan 14 Şubat tarihli ön değerlendirme raporuna bakılırsa, depremde göçen veya hasar alan binaların “bir kısmının” 2000 sonrasında yapılmış olduğu anlaşılıyor. Raporda “Hatta birkaç yıl önce yapılan bazı binaların da ne yazık ki göçtüğü veya ağır hasar aldığı tespit edilmiştir” deniliyor.
Eski tarihli binalarda malzeme zafiyetinin göçmeye yol açan faktörlerden biri olduğu kaydedilen bu raporda, buna karşılık “yakın zamanda inşa edilmiş yapıların neden göçtüğünü tahmin etmenin kolay olmadığı” belirtiliyor. Raporda “Eğer bu yapılarda malzeme zafiyeti göçme nedenlerinden biri olarak tespit edilirse yapı denetim sistemi çalışmamış demektir” sonucuna varılıyor.
Açıklamada tüm inşaat uygulamalarında “nitelikli bir denetim gerçekleştirilmesi” gereği vurgulanıyor. Ancak inşaat zincirindeki bazı halkaların çeşitli nedenlerle “ülkemiz koşullarında eksik kalabildiğine” dikkat çekiliyor. Rapora göre, sorunlardan biri, özellikle küçük ölçekli müteahhit firmalarının bir kısmının maliyetleri karşılamaktan kaçınmalarıdır.
Rapordaki şu saptamaya da dikkat çekelim: “Sorun yapılabilirlikte değildir. Sorun, bilinç düzeyi, deneyim, etik ve ahlaki kurallar kapsamında toplumsal bir sorundur.”
*
Tabii “yapı denetimi” dediğimizde, uygulamanın 1999 Körfez depreminin ardından çıkartılan bir yasa ile 2001 yılında 19 pilot ilde başladığını ve 2011 yılından itibaren 81 ilin tümüne teşmil edildiğini hatırlamalıyız. Son depremden etkilenen 10 il arasından Adana, Gaziantep ve Hatay 2001’den beri yapı denetim içindedir. Yasa uyarınca bu üç ilde 2001’den sonra yapılan inşaatların tümünün yapı denetimden geçmiş olması gerekir.
Buna karşılık son depremden etkilenen diğer 7 il olan Kahramanmaraş, Adıyaman, Diyarbakır, Kilis, Malatya, Osmaniye ve Şanlıurfa 2011’den itibaren yapı denetimi sistemine girmiştir. Yasaya uygun hareket edildiyse,denetim 2011’den sonraki binaların inşası sırasında yerine getirilmiş olmalıdır.
Gelgelelim, İMO’nun ön raporunda yakın dönemde yapılmış bazı binalarda, yani denetimden geçmiş olması gereken binalarda da çökme yaşandığı tespiti yapılıyor.
*
Bu durum bizi tartışmakta olduğumuz denetim sistemiyle ilgili sorunlara taşıyor. Bağımsız yapı denetimini üstlenen kuruluşlar yüklendikleri sorumluluğu yerine getirebilecek yeterlikte kadrolara sahipler mi?
Bu soruya yönelttiğim İnşaat Mühendisleri Odası Başkanı Taner Yüzgeç, “Kâğıt üstünde evet ama fiiliyatta hayır...” yanıtını veriyor.
“Peki denetimden geçmiş olan yapılarda inşaat faaliyetinin öngörülen kurallara, standartlara uygun bir şekilde yapıldığını söyleyebilir miyiz?” diye ikinci bir soru yönelttiğimde, Yüzgeç şunları söylüyor:
“Aynı cevabı veririm, kâğıt üstünde bürokrasi tamamlanmış oluyor ama birçok durumda fiilen denetim yapılmıyor. Şantiyeye gitmeden imza atanlar var.”
*
İMO Başkanı, sistemin neden işlemediği konusunda uzun bir sorunlar listesi sıralıyor. En başa da “nitelik” sorununu yerleştiriyor. Başkana göre, meselenin en önemli boyutu inşaatlarda denetimi yapacak olan mühendislerin gerçekten de bu görevi layıkıyla yerine getirebilecek uzmanlığa, tecrübeye, yetkinliğe sahip olup olmadıkları sorusuyla ilgilidir. “Mühendislik de doktorluk gibi bir deneyim mesleğidir” diyen Yüzgeç’e göre bu alanda ciddi sıkıntılar var.
Mühendislik mesleği açısından gerekli yetkinlik tarifleri yapılmadığından, mesleki yetkinliğe sahip olmayan kadrolar belli bir düzeyde uzmanlık ve deneyim gerektiren işleri pekâlâ üstlenebilmektedirler.
Bunu önlemek için mesleki yetkinlik kriterlerinin yerleştirilmesi gerektiğini, bu çerçevede öncelikle 1938 tarihli 3458 sayılı Mühendislik ve Mimarlık Kanunu’nun değişmesinin şart olduğunu kaydeden Yüzgeç, İnşaat Mühendisleri Odası’nın da bu alanda daha işlevsel hale getirilmesini savunuyor.
Yüzgeç, “Dünyada gelişmiş ülkeler arasında bir tek Türkiye’de bu kadar başı boş bir sistem var. Üniversiteden mezun olup her türlü imzayı atma yetkisine sahip olmak bir tek Türkiye’de olabiliyor” diye konuşuyor.
*
Önemli bir mesele daha var Yüzgeç’e göre. Piyasa dinamikleri, şirketlerin kârlarını yükseltme arayışları da yapı denetimini sakatlıyor. Sistem 2001 yılında ilk uygulamaya konduğunda denetim firmalarına yapılan ödeme projenin maliyetinin en az yüzde 4’ünü bulurken, bugün bu oran yüzde 1.5’a kadar inmiş bulunuyor. Değerlendirmesine göre, bu durum denetim firmalarını maliyetlerini düşürmek için mümkün olduğu kadar düşük maaşlı, tecrübesiz, genç personel istihdam etmeye yöneltmektedir.
İMO Başkanı, “Unutmayalım, denetim firmalarının en büyük maliyet unsuru mimar ve mühendislerin maaşlarıdır. Onlar da bu maliyeti hep ucuzlatmaya çalışıyorlar. Ama insanların güvenliği hedef ise öncelik kar ve zarar hesapları olmamalıdır” diye ekliyor.
Yüzgeç’e göre, şantiyelerde yaşanan sorunlar da ayrı bir fasıldır. Çünkü denetçilerin her müdahalesi, hem malzeme anlamında düzeltme maliyetleri tahakkuk ettirmekte hem de projede gecikmeye yol açacağı için süratli hareket etmek isteyen müteahhitlerle denetçiler arasında sıkça sürtüşme yaratabilmektedir.
Bu üç bölümlük diziyi toparlamam gerekirse, yaşadığımız son deprem felaketi diğer faktörlerin yanı sıra yapı denetimi meselesinin de artık yeni bir gözle ele alınmasının zorunluluğu hususunda herkesin gözünü açmış olmalıdır.
Paylaş