Üçlü mutabakatın içeriği bütün NATO’ya teşmil edilebilir mi?

Bu köşedeki son yazılarımız geçen hafta Madrid’de yapılan NATO Zirvesi’nde alınan kararlar ve ayrıca bu toplantı sırasında Türkiye, Finlandiya ve İsveç tarafından imzalanan “Üçlü Mutabakat” üzerinde yürümekte olan tartışmalara odaklandı. Bugünkü yazımla bu seriyi -şimdilik- kaydıyla kapatmak istiyorum.

Haberin Devamı

Yapmak istediğim, geçen hafta üçlü mutabakatın imzalanmasından sonra kısaca değindiğim bir meseleyi biraz daha açmak. Bu mesele, NATO’ya üye olmak için başvuran Finlandiya ve İsveç’in mutabakata attıkları imzalarla Türkiye karşısında üstlendikleri taahhütlerin, mevcut NATO ülkeleri ve genelde bir bütün olarak NATO açısından ne anlam taşıdığı sorusudur. Birçok insanın zihninde, bu mutabakatın şimdi halıhazırdaki NATO üyeleri açısından ne ölçüde sonuç yaratacağı sorusu asılı duruyor.

NATO’NUN KAPISINDA PKK’NIN TERÖRİST KİMLİĞİNİN TEYİDİ

Önce bu tartışmanın çerçevesini çizelim. Bir kere mutabakatın beşinci maddesinde PKK’dan açıkça bir “terör örgütü” olarak söz ediliyor ve imzacı iki ülke, PKK ve onun uzantısı olan ya da bağlantılı grup ve şahısların faaliyetlerini önleme yükümlülüğü altına giriyor.

Haberin Devamı

Ancak her iki ülkenin bu müzakere sürecinin öncesinde PKK’yı zaten terör örgütü olarak kabul ettikleri hesaba katıldığında, metne bu hususun girmiş olması yeni bir pozisyon olarak görülmeyebilir.

Bu çerçevede PKK’nın Batılı ülkelerin önemli bir bölümü tarafından terör örgütü kimliğiyle kabul edildiğini hatırlayabiliriz. PKK, örneğin 1997 yılından bu yana ABD Dışişleri Bakanlığı’nın terör örgütleri listesinde yer almaktadır.

Keza, Avrupa Birliği’nin en üst karar organı Konsey’in 2 Mayıs 2002 tarihli kararında kabul ettiği terör örgütleri listesinde 6’ncı sırada “PKK” yazılı. Finlandiya ve İsveç de bu karara katılan AB üyeleri arasındaydılar.

Hâl böyle de olsa, bu iki ülkenin NATO’ya katılabilmek için PKK ile mücadele etme taahhüdünü Türkiye ile akdettikleri ayrı bir anlaşmada kayda geçirmiş olmaları yine de kendi başına anlamlıdır. Bir olgunun teyidinin yaptırılmasında ve güçlendirilmiş bir taahhüt şeklinde NATO üyeliğine giden yolun bir koşulu olarak irtibatlanmasında hiçbir mahzur yoktur.

YPG/PYD VE FETÖ ARTIK ULUSAL GÜVENLİK TEHDİDİ

Kanaatimce mutabakatın asıl önem taşıyan tarafı, PKK’nın Suriye’deki uzantısı olan askeri kanat YPG ile siyasi kanat PYD ve aynı zamanda belgedeki ifadesiyle “Türkiye’de FETÖ olarak tanımlanan örgüt” için getirilen düzenlemedir.

Haberin Devamı

Mutabakatın dördüncü maddesinde Finlandiya ve İsveç, önce “Ulusal güvenliğine dönük tehditlere karşı Türkiye’ye tam desteklerini” kayda geçirdikten bir sonraki cümlede “Bu çerçevede YPG/PYD ve Türkiye’de FETÖ olarak tanımlanan örgüte destek vermeyeceklerini” taahhüt ediyorlar.

Aynı paragrafın sonraki cümlelerinde bu ülkelerin terörizmi desteklemeyecekleri, keza isimlendirme yapmaksızın Türkiye’ye saldıran terör örgütlerini kınadıkları yolunda kuvvetli ifadeler de yer alıyor.

Adı geçirilen örgütlerin mutabakat metninin bu maddesinde “terörist” olarak tanımlanıp tanımlanmadıkları ucu açık bir münazara konusu olabilir. Ancak metnin ucu açık olmayan tarafı, yaptığımız alıntının da gösterdiği üzere YPG/ PYD ve FETÖ’nün hiçbir tereddüde yer bırakmayan bir berraklık içinde Türkiye’ye dönük birer “ulusal güvenlik tehdidi” olarak tanımlanmış olmalarıdır.

Haberin Devamı

Bu örgütlerin NATO çatısı altında yapılan üçlü bir anlaşmada adları geçirilerek tanımlanmış olmaları daha önce de belirttiğimiz gibi kayda değer bir ilktir.

NATO İÇİNDE İZAHA MUHTAÇ BİR ÇELİŞKİ

Burada beliren bir mesele, söz konusu örgütlerin NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg’in gözetiminde imzalanan bir anlaşmada bu şekilde kayda geçirilmesinin şimdiden NATO açısından bir paradoks yaratmış olmasıdır.

Mutabakatın NATO’nun gündemine soktuğu zor soru şudur: Bu iki ülke, YPG/PYD ve “FETÖ olarak adlandırılan örgüt”ü Türkiye’nin ulusal güvenliğine karşı tehdit kabul ediyorsa, mevcut NATO ülkeleri aynı başlıkta ne pozisyon alacaklardır?

Örneğin NATO üyeliğine aday İsveç, Türkiye’ye “tehdit” olarak kabul ettiği söz konusu örgütler karşısında taahhüt altına girerken, İsveç’in komşusu olan NATO üyesi Norveç, PYD/YPG ve FETÖ’yü benzer bir tehdit olarak kabul etmeyecek midir? Etmediği takdirde ortada bir çelişki belirmeyecek midir?

Haberin Devamı

Tabii bu soru yalnızca Norveç değil, onunla birlikte toplam 30 üyeli ittifakın Türkiye dışında kalan bütün üyeleri açısından da geçerlidir. Bu durumda YPG/PYD mensubu olan bir şahıs İsveç’ten Norveç’e geçtiğinde kendisini güvenceye mi almış olacaktır? Üyelik adaylığı için geçerli kabul edilen bir kriterin üyeler açısından geçerli olmaması bir tutarsızlık yaratmayacak mıdır?

Kabul edelim ki bu mutabakatın imzalanması NATO içinde bir “ikilik” durumu ortaya çıkarmıştır. Bu yönüyle bakıldığında bir standart kriter oluşturma meselesi gündeme yerleşmektedir.

ZİRVE BİLDİRİSİNDEKİ ATIF ANLAŞMAYA AĞIRLIK KAZANDIRDI

Sorunu daha da açabiliriz. Mutabakatın yanlızca üç ülke arasında imzalanmış olması, dolayısıyla görünüşte resmi bir NATO belgesi niteliği taşımaması buradaki çelişkiyi ortadan kaldırmıyor. Bir savunma örgütünde üye ülkelerin tehditler, tehlikeler karşısında ortak bir çizgi üzerinde buluşmaları, hareket etmeleri ittifak anlayışının gereği değil midir?

Haberin Devamı

Bu bağlamda vurgulanması gereken bir nokta da şudur. Madrid Zirvesi sonunda yayımlanan toplam 22 maddelik bildirinin 18’inci maddesinde Finlandiya ve İsveç’in üyeliğine davetiye çıkartılırken üçlü mutabakata da açık bir atıf yapılmıştır.

Bu bölümdeİttifaka her katılımda bütün müttefik ülkelerin meşru güvenlik kaygılarının gerektiği gibi karşılanması hayati önemdedir. Bu çerçevede Türkiye, Finlandiya ve İsveç arasında üçlü mutabakatın sonuçlandırılmış olmasını memnuniyetle karşılıyoruz” deniliyor.

Görüleceği gibi, zirve bildirisinde de NATO’ya üye ülkelerin devlet/hükümet başkanları, Türkiye’nin güvenlik kaygılarının karşılanmasından duydukları memnuniyeti ifade ediyorlar. Bildirideki bu kuvvetli referans da kanaatimizce mutabakata önemli bir ağırlık kazandırıyor. Son tahlilde bu mutabakat NATO Zirvesi’nin de sahiplendiği, alkışladığı bir metindir.

NATO’DA UYULMASI GEREKEN DAVRANIŞ KODLARI

Bu noktada geçmişte Türkiye’yi BAE, Romanya, Birleşmiş Milletler Cenevre Ofisi ve Almanya’da Büyükelçi olarak temsil etmiş olan diplomat Tugay Uluçevik’in “21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü” sitesinde yayımlanan bir değerlendirmesine özellikle dikkat çekmek istiyoruz.

Büyükelçi Uluçevik’e göre, üçlü mutabakat metninin önemli yönlerinden biri, içerik itibarıyla herhangi bir NATO üyesinin diğerine karşı uyması gereken “davranış kodlarını” içermekte oluşudur.

Bu tespitten sonra Uluçevik, şu görüşü belirtiyor:

Üçlü Muhtıranın muhtevasıyla henüz üye olmadan İsveç ve Finlandiya’ya yüklenen vecibelerin halen NATO üyesi olan devletler için de esas itibarıyla geçerli olduğu; Üçlü Muhtıra’da yer alan hükümleri, Türkiye’nin PKK, YPG/PYD, FETÖ gibi terör örgütlerine destek veren devletlere karşı da hukuken olmasa bile siyaseten dermeyan edebileceği görüşündeyim.”

Buradaki kritik vurgu, mutabakatın bütün NATO ülkelerine karşı “hukuken olmasa da siyaseten öne sürülebileceği” görüşüdür.

TÜRK DİPLOMASİSİNE YENİ GÖREV

Bu yönüyle bakıldığında, mutabakatın imzalanmasıyla birlikte önümüzdeki dönemde Türk diplomasisinin önünde yeni bir görev de tanımlanmış oluyor.

Bu görev, İsveç ve Finlandiya’nın kabul ettiği ve Madrid Zirvesi bildirisinde de övgü konusu yapılan bu mutabakatın içerdiği yükümlülüklerin, şimdi bütün NATO üyelerine karşı da öne sürülmesi ve yaratılan bu emsalin açtığı kapıdan başka müttefiklerinin de girmesini sağlamaktır. Kapı açılmıştır.

Yazarın Tüm Yazıları