Paylaş
Cumhurbaşkanı Erdoğan, özellikle geçen ekim ayından bu yana verdiği beyanlarla Suriye ile yeniden normal ilişkiler tesis etme arzusunu taşıdığını son derece net ifadelerle ortaya koyuyor, Şam’daki Esad rejimine diyalog penceresini aralıyor. Örneğin, geçen 6 Ekim’de Prag’da yaptığı bir açıklamada “Vakti saati geldiğinde Suriye’nin başkanıyla da görüşme yoluna gidebiliriz. Şu an itibarıyla zaten alt düzeyde görüşmeler yapılıyor” demişti.
Erdoğan, ardından 17 Kasım tarihinde G-20 zirvesi için gittiği Endonezya’da yaptığı bir açıklamada “Siyasette ebedi olarak dargınlık, kırgınlık, küslük olmaz. Vakti zamanı geldiği anda oturur değerlendirir, ona göre bir yenilemeyi yapabilirsiniz. Hele hele Haziran seçiminden sonra bir sil baştan yapabiliriz” diye konuşmuştu.
Buna karşılık, geçen hafta 15 Aralık’ta Türkmenistan dönüşü uçakta gazetecilere yaptığı açıklamada Cumhurbaşkanı, Suriye’ye dönük normalleşme mesajlarını bir adım daha ileri götürerek, bu kez somut bir mekanizma da önerdi şu sözleriyle:
“Biz şu an itibarıyla Suriye-Türkiye-Rusya üçlü olarak bir adım atalım istiyoruz. Bunun için de önce istihbarat örgütlerimiz bir araya gelsin, ardından savunma bakanlarımız bir araya gelsin, daha sonra dışişleri bakanlarımız bir araya gelsin. Onların yaptığı görüşmelerden sonra da biz liderler olarak bir araya gelelim. Bunu da Sayın Putin’e teklif ettim. O da buna olumlu baktı. Böylece bir dizi görüşmeler zincirini başlatmış olacağız.”
*
Burada yeni olan nokta, Erdoğan’ın bu açılımı yaparken üçlü bir format önermiş olmasıdır. Bu format kaçınılmaz olarak Rusya’yı Türkiye ile Suriye arasındaki ikili düzeydeki meseleler üzerinde doğrudan bir muhatap haline getirip, söz söyleme konumuna taşıyacaktır.
Kabul edelim ki Rusya bu işlevi uzunca bir zamandır dışarıdan dolaylı bir şekilde zaten görmekteydi. Bu kez bir paydaş olarak doğrudan denklemin içine girecektir.
Erdoğan’ın bu hamlesi Kremlin’de memnuniyetle karşılanmıştır. Rusya, çok uzun bir zamandır Türkiye’ye Suriye’de PKK/YPG/SDG’den kaynaklanan güvenlik kaygılarını Esad rejimi ile diyaloga girerek çözüme kavuşturması yolunda ısrarla telkinde bulunmaktaydı.
Bu çerçevede Türkiye ile Suriye arasında terörle mücadele alanında işbirliği öngören 1998 tarihli Adana Mutabakatı’nın Putin tarafından birçok kez uygun bir zemin olarak vurgulandığını hatırlayabiliriz.
*
Bu noktada Cumhurbaşkanı’nın bir süredir gönderdiği mesajlara Şam’dan genellikle ihtiyatlı bir karşılık geldiğine dikkat çekebiliriz. Suriye’deki gelişmeleri İngilizce aktaran “Syrian Observer” isimli web portalının Lübnan’da yayımlanan Hizbullah çizgisindeki “Al Akhbar” isimli gazeteden aktardığı bir haber bu bakımdan kayda değerdir.
Söz konusu gazetede 29 Kasım tarihinde çıkan bir haberde, Suriye Devlet Başkanı Esad’ın bir grup Suriyeli gazeteci ve araştırmacıyla üç saat süren bir toplantı düzenleyerek dış politika ve savaşın seyri gibi konularda ayrıntılı değerlendirmelerde bulunduğu aktarılıyor.
Esad, açıklamaları sırasında ülkesinin bütün bölge ülkeleriyle ilişkilerini tek tek ele almış, bu arada Türkiye ile ilişkilerin seyri ve Erdoğan’ın mesajlarıyla ilgili de bir değerlendirme yapmıştır.
Buna göre Esad, önce Türkiye ile görüşmelerin istihbarat düzeyinde sürdüğünü belirtmekle birlikte, ikili görüşmelerin düzeyinin yakında yükseltileceğini söylüyor. Habere göre, Esad bu toplantıda “Türkiye Suriye’nin taleplerini karşılamak hususunda hazır olduğunu gösterdi” diye konuşmuş, ancak hemen arkasından “Suriye, Türkiye’den söz değil somut fiiller bekliyor” diye eklemiş.
*
Açıklamalarının önemli bir noktası, Esad’ın “Türkiye’nin samimi bir tutum mu sergilediği yoksa siyasi bir manevra mı yaptığını değerlendirebilmenin mümkün olmadığını” söylemesidir.
Bu sözleri Esad’ın kategorik olarak olumsuz bir yanıt da vermeden Ankara’nın açılımını tartmaya çalıştığını gösteriyor.
Buna karşılık, kimliğini açıklamadan konuşan “Suriye’ye yakın kaynaklar”a atfen çıkan bazı ajans haberleri daha olumsuz bir çizgi taşımıştır. Örneğin 2 Aralık’ta Reuters’da çıkan bir haberde bu kaynakların Suriye’nin “Somut bir şey getirilmediği takdirde böyle bir toplantıyı yararsız gördüğü ve şimdiye kadar istedikleri şeyin Türk birliklerinin tamamen bölgeden geri çekilmesi olduğu” yolundaki sözleri aktarılıyor.
Aynı haberde bir başka kaynak da Türkiye ile seçimlerden önce herhangi bir yakınlaşma olmayacağını belirtiyor.
*
Kuşkusuz, uluslararası ilişkilerin değişmeyen bir kuralı var. İlişkileri bozulmuş olan iki aktör düşünelim. Diyalogun yeniden kurulması için diğer tarafın talebiyle karşılaşan aktör, her zaman muhatabı karşısında kendi pazarlık pozisyonunu daha kuvvetli görür. Bu konumda olan ülkenin müzakerede daha fazla kazanım elde edebilmek, karşı tarafı kendi taleplerini kabul etme noktasına getirebilmek için başlangıçta süreci ağırdan alması sıkça karşılaşılan bir durumdur.
Nitekim, Türkiye’nin Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri ile ilişkilerini normalleştirme arayışlarının başlangıcında da bu tür durumlar yaşanmıştır. Mısır ile neredeyse iki yıla yaklaşan görüşmelere rağmen ilişkiler hâlâ tam bir normalleşme perspektifine oturtulabilmiş değildir.
*
Ancak Türkiye’nin Suriye ile ilişkilerinin ve sahadaki sorunların durumu bu ülkelere kıyasla çok önemli farklılıklar gösteriyor. Öncelikle, 911 kilometrelik sınırın üçte ikisinde Türkiye’nin Suriye sınırlarının içindeki güvenlik koridorlarında askeri mevcudiyeti bulunmaktadır.
Ayrıca, resmi rakamlara göre 4 milyona yakın Suriyeli sığınmacı bugün Türkiye’de yaşıyor. Suriyelilerin varlığı Türkiye’de toplumun ve iç siyasetin en yakıcı konularından biri haline gelmiştir.
Seçim öncesi dönemde Suriye ile normalleşme sürecinin devreye girdiği ve sığınmacıların en azından bir bölümünün Suriye’deki güvenli bölgelere intikalinin başladığı görüntüsü, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın üzerindeki baskının hafiflemesine yardımcı olabilecektir. Erdoğan, bu durumda kamuoyuna Suriyeli sığınmacılar meselesini en azından çözüm yoluna soktuğu mesajını verebilecektir.
Buna karşılık, Suriye’de iç savaşın patlak vermesinden sonra Türkiye’nin Suriye’deki silahlı muhalefete verdiği ve hâlâ vermekte olduğu kuvvetli desteğin Esad ile Erdoğan arasındaki ilişki üzerine koyduğu büyük bir menfi yük de söz konusudur. Bu durumun Şam’da yarattığı olumsuz iklim dikkate alındığında, Esad’ın Erdoğan’dan gelen açılım karşısında nasıl bir hareket tarzı izleyeceği önümüzdeki dönemin en kritik sorularından biridir.
*
Tabii burada Putin’in Esad üzerindeki nüfuzunu önemli bir faktör olarak hesaba katmamız gerekiyor. Esad’ın Ankara karşısında isteksiz bir tutuma yönelmesi halinde Putin’in devreye girmesi, Esad’ın bu öneriyi geri çevirebilme marjını sınırlayacaktır. Üçlü formatta Putin’in varlığı bu açıdan kritik bir işlev taşıyor. Ancak bu durum Türkiye ile Rusya arasındaki ilişkilerin dengesinde Putin’in eline ek bir koz verebilir.
Bir de bu Suriye ile normalleşme meselesine bakarken bir dizi faktörü de göz önünde bulundurmamız gerekiyor.
Esad gerçekten de Türkiye’deki milyonlarca sığınmacıyı yeniden Suriye’de görmek isteyecek midir? Sığınmacıların ne kadarı gönüllü olarak ülkelerine dönmek isteyecektir? Türkiye güvenli bölgelerden çekildiği takdirde Esad’ın bu bölgelerde güvenliği sağlayacak askeri gücü var mıdır? Ukrayna’da odaklanmış olan Rusya, Suriye’deki bu açığı kapatabilir mi ki? Normalleşme hayata geçerse bu durumda Suriye Milli Ordusu’nun (ÖSO) Türkiye’nin himayesindeki binlerce silahlı unsuru olacaktır?
Görüleceği gibi normalleşme süreci başladığı takdirde de yanıt bekleyen soruların sayısı birden artmaya başlıyor. Bu soruları ayrıca değerlendireceğiz.
Paylaş