Paylaş
Erdoğan, Anadolu Ajansı metnine göre, “Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesinin, hiç kimsede kaygıya ve endişeye sebep olmaması gerektiğini” belirttikten sonra şöyle devam ediyor:
“Cumhurbaşkanının Meclis tarafından seçilmesi sistemi eski değil, 27 Mayıs’ta başlayan darbe ürünü bir sistemdir. Türkiye’de seçimlerde gelmiş cumhurbaşkanı deneyimini geçmişte yaşamıştır ve hiçbir sorun çıkmamıştır.”
Başbakan, açık bir ifadeyle cumhurbaşkanının TBMM tarafından seçilmesinin 27 Mayıs sonrasında başladığını söylüyor.
Deşifrede hata olabileceği ihtimalini dikkate alarak, AK Parti’nin web sitesine girerek Başbakan’ın konuşmasının videosundan ilgili bölümü görüntülü olarak izledim. Evet, aynı ifadeleri kullanmıştı konuşmasında Başbakan.
* * *
Dün “Erdoğan’ın Olgularla Desteklenmeyen Açıklamaları” başlığıyla çıkan yazımda altını çizmeye çalıştığım durumun bir benzeri ile karşılaşıyoruz burada. Çünkü, “Cumhurbaşkanının Meclis tarafından seçilmesi” 27 Mayıs’tan sonra başlamış bir sistem değil. Cumhuriyet tarihi boyunca 2007’deki son seçim de dahil olmak üzere hep TBMM tarafından seçildi cumhurbaşkanları.
Örneğin, Erdoğan’ın sıkça atıf yaptığı Demokrat Parti döneminin Cumhurbaşkanı Celal Bayar da 22 Mayıs 1950 tarihinde yapılan seçimde oylamaya katılan 453 milletvekilinden 387’sinin oyunu alarak Çankaya Köşkü’ne çıkmış.
İlk kez önümüzdeki ağustos ayında cumhurbaşkanını doğrudan halkın seçmesiyle sistem değişmiş olacak.
Başbakan’ın geçmişe dönük bu hataya nasıl düştüğü sorusunun yanıtını bilmiyoruz. 27 Mayıs öncesinde milletvekili seçilerek Ankara’ya gelen siyasi şahsiyetlerin daha sonra Meclis tarafından cumhurbaşkanı seçilmesini anlatmak isterken bu yanlışı yapmış olabilir. 27 Mayıs sonrasında Türkiye’de yaklaşık üç on yıl süreyle asker kökenli cumhurbaşkanları döneminin yaşandığı doğrudur.
Yine de hangi fikirle bu ifadeye başvurmuş olursa olsun, Başbakan’ın ağzından çıkan bu cümlenin tarihsel olgulara tekabül ettiğini söyleyemeyiz.
* * *
Aynı konuşmada yine sorunlu gözüken ve Radikal yazarı Tarhan Erdem’in de geçenlerde yazısında dikkat çektiği bir nokta daha var. Başbakan, konuşmasında Afyon’u överken, bu ilin geçmişte Demokrat Parti’yi kuvvetle desteklediğini belirtiyor ve şöyle konuşuyor:
“İlk çokpartili seçimlerde, 1946’da, Afyonkarahisar, merhum Adnan Menderes ve Demokrat Parti’yi bağrına bastı, tüm hilelere, tüm engellemelere rağmen 8 milletvekilinin 8’i de Demokrat Parti’den seçildi.1950 seçimlerinde 9 milletvekilinden 9’u da Demokrat Parti’den seçildi. 1954’te Afyonkarahisar yine 9’da 9, 1957’de 10’da 10 yaparak Demokrat Parti’ye en güçlü desteği veren şehirlerimizden oldu.”
Erdoğan’ın sözlerinden ne anlarsınız? İlk bakışta ifadesinde bir hata yok. Ama ifadede DP’nin bu seçimlerde Afyon’da oyların neredeyse tümünü alarak her seferinde bütün milletvekillerini çıkardığı anlamı yüklüdür. Oysa DP’nin örneğin 1954’te “dokuzda dokuz yapması” doğrudan o dönemde geçerli olan seçim sisteminin kaçınılmaz bir sonucudur.
* * *
“Liste usulü çoğunluk sistemi” diye adlandırılan bu sistemde, bir ilde –tek bir oyla bile olsa- en çok oyu alan parti o ile ait bütün milletvekili kontenjanın tümünü kazanmış oluyordu. Hiçbir ilde milletvekili paylaşımı söz konusu değildi. Türkiye’de 1954 yılındaki seçimde toplam 64 ilden 60’ında bütün milletvekilliklerini DP almıştı. DP ülke çapında toplam oyların yüzde 57.6’sını aldığı halde seçim sisteminin işleyişi sonucu Meclis’teki 541 sandalyeden 502’sini kazanmış, CHP ise yüzde 35.3 oy aldığı halde yalnızca 31 sandalye almıştı.
Bu çerçevede 1945 yılında DP’nin “dokuzda dokuz” yaptığı Afyon’daki seçimin sonucuna baktığımızda, DP’nin 89 bin 969, CHP’nin 40 bin 872 ve CMP’nin 23 bin 379 oy aldığını görüyoruz.
Tarhan Erdem, yazısında bu çelişkiye işaret ettikten sonra o yıllarda bugünkü nispi temsil sistemi uygulansaydı DP’nin Afyon’da en çok 6 milletvekili çıkarabileceğini belirtiyor, ayrıca oy oranı büyüklüğünde bu ilin DP’ye verilen destekte Türkiye’de 26’ncı geldiğine dikkat çekiyor.
* * *
Aslında Başbakan’ın konuşmalarından benzer başka örnekler de verebiliriz. Bu aşamada çok çarpıcı gördüğüm bir-iki örnekle yetiniyorum.
Hem Başbakan’ın hem de kendisinin metin yazarlarının tarihi olgulara atıf yaparken daha özenli davranmaları kamuoyunun yanlış bilgilenmesini önlemek açısından da elzemdir.
NOT: Bu dizi içindeki birbirini izleyen iki yazıdan ilki Soma’daki büyük maden faciası öncesi kaleme alındığı için bugün köşemde birincinin devamını getirmek durumunda kaldım. Ülkemizi derin bir yasa boğan bu felaketi yarınki yazımda ele alacağım. Hayatlarını kaybeden işçilerimizin ailelerinin, yakınlarının acılarını paylaşıyor, başsağlığı diliyorum. SE
Paylaş