Paylaş
Kadri Gürsel’in önceki gün Milliyet’teki yazısında altını çizdiği “Ankara’nın Kuzey Suriye ikilemi”ni, gelin farklı sözcüklerle soru-yanıt formatında yeniden kurgulayalım:
SORU: Aşağıdaki şıklardan hangisi Türkiye’nin çıkarları bakımından daha uygundur?
YANIT A: Rasulayn’ın Türkiye’nin Abdullah Öcalan ile barış sürecini başlattığı PKK’nın çizgisindeki PYD güçleri tarafından kontrol edilmesi.
YANIT B: Kasabanın El Kaide’ye bağlı olduğunu gizlemeyen ve ABD’nin terör örgütleri listesinde yer alan cihadist El Nusra’nın denetiminde kalması.
***
Ankete dönelim. PYD lideri Salih Müslim’in dün Özgür Gündem gazetesinde M. Ali Çelebi’ye yaptığı açıklamaları esas alırsak, AK Parti hükümetinin birinci şıkkı işaretlediğini anlamamız gerekiyor.
Müslim, Dışişleri ve MİT yetkilileri ile yaptığı görüşmeleri anlatırken, El Nusra dosyasının gündemde önemli bir yer tuttuğunu gizlemiyor. PYD lideri, Türk muhataplarına “El Nusra sizin tarafınızdan geliyor” dediğinde, kendilerinden aldığı yanıtı şöyle aktarıyor:
“Yok, El Nusra Cephesi bizim denetimimizde değil, herkese düşmandır, bize de düşmandır. İlişkilerimiz de yoktur. Biz bunun için sizin yanınızda yer alacağız bu El Nusra cephesine karşı. Bakalım ne yapabiliriz diyorlar...”
Müslim’in aktardığı bu yanıt, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun geçenlerde Radikal gazetesi üzerinden yaptığı çıkışla örtüşüyor. Davutoğlu, bu gazeteden Ömer Şahin’e demecinde El Nusra gibi radikal grupları ima ederek, “Suriye’deki devrime en büyük zararı bu gruplar veriyor, haklı davaya ihanet ediyorlar. Türkiye’nin radikal gruplara destek olduğu gibi bir görüntü verilmesi kesinlikle doğru değil” demişti.
Hatırlayalım, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın geçen mayıs ayındaki Beyaz Saray ziyaretinin en önemli gündem maddelerinden birini, Obama yönetiminin Türkiye’nin El Nusra gibi gruplarla arasına mesafe koyması yolundaki beklentisi oluşturmuştu.
Özetlemek gerekirse, içsavaşın özellikle ilk döneminde Esad rejiminin devrilmesi için El Nusra’ya arka çıkan Ankara’nın bugün bu örgüt karşısında daha dikkatli bir çizgiye geldiğini ya da gelmekte olduğunu söyleyebiliriz.
***
PYD tarafının sınır güvenliği konusunda Türkiye’ye karşı özenli bir tutum içinde davranacağı yolunda verdiği güvence, görüşmelerin bir diğer sonucu olarak görülebilir. Müslim, Özgür Gündem mülakatında “Kontrolümüzdeki sınırlardan size bir zarar gelmez dedik. Sanırım anladılar” diye konuşuyor.
Buna ek olarak, Müslim’in, PYD’nin kontrolündeki yerleşimlere Türk sınırından insani yardım koridorlarının açılması konusundaki talebine de Ankara’nın olumlu yanıt verdiği anlaşılıyor.
Müslim, Ankara’nın hassas olduğu bir başlıkta, Kuzey Suriye’de savaş dönemi koşullarında halka belli hizmetlerin götürülebilmesi için “geçici bir yönetim”in oluşturulmasının kaçınılmaz olduğu, ancak bunun kalıcı olmayacağı güvencesini verdi. Ankara da geçici olması, “çoğulcu” bir anlayışla yürütülerek bütün etnik grupları kapsaması koşullarıyla bu konudaki itirazını yumuşattı. Müslim, bu konuda kendisine “Sizin hakkınızdır. Yapabilirsiniz, halkı yüzüstü bırakmamak iyidir” dendiğini anlatıyor.
***
Bu ziyaretin sonunda denklemin şu kabul üzerine kurulması gerekiyor. Kürtlerin, -Esad’lı ya da Esad’sız- Suriye’nin geleceğinde yeni bir statüye sahip olacakları bugünden belli olmuştur. Bu statünün koordinatlarını, Kürtlerin kazanımları anlamındaki genişliğini bugünden bilemiyoruz. Ancak Kuzey Irak’ta anayasal dayanağı da olan özerk bir yönetim kurabilmiş olan Kürtlerin, bu emsal ışığında Suriye’de bunun çok uzağına düşecek bir statüye razı olmaları beklenmemelidir.
Her halükârda Ankara’nın önümüzdeki on yıllarda Suriye sınırının çok uzun bir bölümünde komşu olarak bir “Kürt varlığı” ile birlikte yaşayacağı olgusunu artık kabullenme noktasına geldiğini söyleyebiliriz.
Hal böyle olunca, Suriyeli Kürtlere husumetle yaklaşmak yerine, onlarla kalıcı bir dostluğu bugünden inşa etmek, sağduyunun gereği ve daha gerçekçi, daha akılcı bir politika olarak beliriyor. Bunun yolu, onlara saygıyla yaklaşmaktan, tanımaktan, muhatap alıp konuşmaktan geçiyor.
Bu yönüyle Salih Müslim’in gezisi Türkiye ile Suriyeli Kürtler arasında diyaloğu başlatmak anlamında olumlu bir adım olmuştur, ayrıca içte Kürt sorununa çözüm amacıyla başlatılmış olan barış sürecini de tamamlamaktadır.
Paylaş