Paylaş
Türkiye, uzun süre yaşanan gerginliklerin ardından Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Mısır gibi ülkelerle ilişkilerini yeniden normale döndürme hamlelerini önemli ölçüde tamamlamış bulunuyor.
Mısır, en üst düzeyde ziyaret anlamında diğer iki ülkeyi geriden izlemekle birlikte, en azından Sisi rejimiyle de ilişkilerin belirgin bir iyileşme perspektifine yerleştiğini söylemek mümkündür.
Ortadoğu’ya yönelik bu restorasyon sürecinin dışında kalan başlıca ülke, Türkiye’nin güneyde 911 kilometre sınır paylaştığı Suriye’dir. Rusya ve İran’ın da katkı ve katılımlarıyla yapılan bir dizi girişime, denemeye karşılık Suriye ile ilişkiler henüz elle tutulur bir normalleşme çerçevesine girebilmiş değildir. Ve gelen bütün işaretler, bu ülkeyle ilişkilerin düzlüğe çıkabilmesinin çok sancılı geçeceğini göstermektedir.
* * *
Son günlerde gazetelere birbiri ardına yansıyan açıklamalara göz atmak bu sıkıntılı durumu okuyabilmek bakımından yeteri kadar fikir vericidir. Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ın Abu Dabi (BAE) merkezli “Sky News Arabia” kanalına geçen hafta verdiği mülakat bu bakımdan çarpıcı bir örnektir.
Suriye Arap Haber Ajansı’nın (SANA) Türkçe tam çevirisini de yayımladığı 9 Ağustos tarihli bu kapsamlı mülakatta, Esad’ın yanıtladığı sorulardan biri Türkiye ile ilişkileri konu alıyor.
Mülakatı yapan gazeteci, önce Şam’ın Türkiye ile diyalog konusundaki koşullarını hatırlatıyor. Suriye’nin “Türk güçlerinin geri çekilmesi” ve “teröristlere verilen desteğin kesilmesi” olmak üzere iki koşul öne sürdüğünü kayda geçiriyor. Türkiye’nin ise Suriye ile “önkoşulsuz görüşme talep ettiğini” söylüyor. Bu farklılığa işaret ettikten sonra “Cumhurbaşkanı Erdoğan ile görüşmeniz ne zaman mümkün olacak?” diye soruyor Beşar Esad’a.
Esad, yanıtına “Karşılaşmanın önkoşulu olmayan(ı) gündemsiz, hazırlıksız demektir. Hazırlıksız ise sonuçsuz demektir” diye başlayarak, görüşmenin önceden hazırlanması gerektiğini vurguluyor.
Ardından: “Peki Erdoğan ve ben neden buluşuyoruz? Örneğin serinletici içecekler içmek için... Net bir hedefe ulaşmak istiyoruz. Hedefimiz Suriye topraklarından çekilmek. Erdoğan’ın amacı Suriye’deki Türk işgalinin varlığını meşrulaştırmak iken... Dolayısıyla görüşme Erdoğan’ın şartlarında gerçekleşemez.”
Ardından Suriye’de yaşanan terörün sorumluluğunu büyük ölçüde Türkiye’ye atfeden Esad, bu çerçevede Nusra Cephesi ve Ahrar Eş Şam gibi grupları terörist kategorisinde nitelendirerek, bu grupların Türkiye tarafından “finanse edildiğini” ileri sürüyor.
Suriye Devlet Başkanı, bu arada, mülakatın bir başka bölümünde geçmişte Türkiye ile ilişkileri geliştirme siyaseti izlediğini hatırlatarak, “Gelecekte Türkiye’nin çekilmesinden sonra ilişkileri geliştirmek için farklı koşullar ortaya çıkarsa aynı politikaya geri dönmemiz doğaldır” diyerek, -çekilme koşuluyla- geleceğe dönük kapıyı açık tutuyor. “Komşularla iyi ilişkiler kurma ilkesi”ni vurguluyor.
* * *
Hemen belirtelim, Esad’ın mülakatında adı geçen El Nusra, Suriye’deki içsavaş sırasında bu ülkede El Kaide’nin uzantısı olarak kurulmuş, daha sonra El Kaide ile bağlarını kopardığını açıklayarak Heyet Tahrir eş Şam (HTŞ) adını almıştır. Buna karşılık, HTŞ, halen BM Güvenlik Konseyi ve Türkiye tarafından da “terör örgütü” olarak nitelendiriliyor.
Ahrar eş Şam ise İdlib merkezli bir başka cihatçı örgüttür ve içindeki bir dizi unsur zaman zaman HTŞ ile işbirliği yapmaktadır. Her iki örgüt de Türkiye’nin himaye ettiği Suriye Milli Ordusu’nun (ÖSO) dışındadır. Esad, her iki örgütü de Türkiye’nin desteklediğini iddia ediyor.
* * *
Bu arada, Esad’ın mülakatından kısa bir süre sonra Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler’in 12 Ağustos tarihli açıklaması, Ankara’nın Suriye’den çekilme konusundaki bilinen tutumunda bir değişiklik olmadığını gösteriyor. Güler, Sabah ve A Haber’e yaptığı bu açıklamada “Biz, Suriye’de barış istiyoruz” dedikten sonra şunları söylüyor:
“... Bunun başlangıcı olarak da kademeli görüşmeler yapıldı. Ama bizim hassasiyetlerimiz var. Sınırlarımızın ve halkımızın güvenliği sağlanmadan oraları terk etmemiz düşünülemez. Bu konuda Suriye Devlet Başkanı’nın da daha aklıselimle hareket edeceğine inanıyorum. Suriye’ye barış gelebilmesi için en önemli aşama ise yeni anayasanın yapılması ve kabul edilmesi.”
Cumhurbaşkanı Erdoğan da geçmişte yaptığı bir dizi açıklamada, Suriye’deki terör tehdidi ortadan kalkmadığı sürece bu ülkeden çekilme olmayacağını vurgulamış, örneğin en son 19 Mayıs’ta bu konudaki bir soru üzerine, “Öyle bir düşüncemiz yok, çünkü terör tehdidi devam ediyor” şeklinde konuşmuştu.
* * *
Güler’in bu sözlerinin hemen ardından Suriye’nin hem Savunma Bakanı Korgeneral Ali Mahmud Abbas, hem de Dışişleri Bakanı Faysal Mikdad, farklı ortamlarda yaptıkları açıklamalarla Şam’ın Türkiye karşısındaki suçlayıcı çizgisini tekrarlamıştır.
Burada dikkat çekici nokta şudur: Türkiye ile Suriye arasındaki temaslar önce istihbarat örgütleri arasında başlamıştı. Ardından, geçen yıl sonundan itibaren ve Türkiye’deki seçimlerin hemen öncesinde Türkiye ve Suriye hükümetlerinin üst düzey temsilcilerinin, Rus ve İranlı mevkidaşlarının da katılımıyla aynı masada karşı karşıya geldiği bir dizi toplantı gerçekleşmişti.
Önce 28 Aralık tarihinde Moskova’da Türkiye, Rusya ve Suriye’nin savunma bakanları ve istihbarat başkanları aynı masanın etrafında buluşmuşlar, ardından 25 Nisan’da bu üçlü format İranlı mevkidaşların katılımıyla dörtlü formatta tekrarlanmıştı. Bu toplantıyı 10 Mayıs tarihinde yine dörtlü formatta ve yine Moskova’da aynı ülkelerin dışişleri bakanlarının toplantısı izlemişti.
Bu toplantılarda Türkiye’yi dönemin Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar, MİT Başkanı olarak Hakan Fidan ve Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu temsil etmişti.
Ayrıca, bu dört ülkenin dışişleri bakan yardımcıları düzeyinde de nisan ayı başı ve haziran ayı sonunda iki ayrı toplantı düzenlenmiştir.
* * *
Çoğu seçimlerin öncesine rastlayan bu toplantılar Türkiye’nin Suriye ile ilişkilerinde bir normalleşme döneminin başladığı görüntüsünü vermekle birlikte, sonuçları itibarıyla bakıldığında henüz bir açılım sağlayabilmiş değildir.
Buna karşılık, söz konusu temaslar en azından tarafların önümüzdeki döneme nasıl baktıkları, ilişiklerin düzelmesine nasıl yaklaştıkları hususunda karşılıklı olarak birbirlerine görüşlerini, beklentilerini kayda geçirmelerine bir zemin oluşturmuştur. Masaya bir takım fikirler konmuş, bir yol haritasının hazırlanabileceği yolunda beklentiler ortaya çıkmıştır.
Ancak yine de gelinen noktada, Türkiye ile Esad rejimi arasında normalleşme ve bunun en kritik boyutunu oluşturan çekilmenin koşulları, zamanlaması konusundaki tutumların bu aşamada birbirine çok uzak olduklarını görüyoruz.
Peki bugün itibarıyla ilk bakışta uzlaşmaz gibi görünen bu farklılıklar önümüzdeki dönemde giderilebilecek midir? Bunun gerçekleşebilmesi hangi faktörlere, dinamiklere bağlıdır? Bu soruların yanıtlarını ayrı bir yazıda değerlendirmemiz gerekiyor.
Paylaş