Paylaş
Arslan geçen cumartesi gecesi hastanede öldüğünde Manisa Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 16 Temmuz 2016 tarihinde ‘2016/10380’ dosya numarasıyla açmış olduğu darbe soruşturması hâlâ bir sonuca bağlanmış değildi. Ne bir takipsizlik kararı verilmiş ne de bir iddianame açıklanmıştı.
Ancak bundan sonra uygulanacak olan prosedürü biliyoruz. Öldüğü için Başsavcılık, usul gereği Arslan hakkındaki soruşturmanın düşürülmesine karar verecek ve dosya diğer şüpheliler üzerinden yürüyecektir.
*
Arslan’ın ölümünün Türkiye’deki soruşturmaların yürüyüşünde sıkça karşılaşılan bir problemi göstermesi bakımından da uyarıcı bir yönü var. Bununla soruşturmaların yürütülüşünde süre açısından karşılaşılan orantısızlıkları kastediyoruz. Bir örnekle açıklamaya çalışalım.
Manisa’da 19 Temmuz’da Arslan ve maiyetindeki bir albay olmak üzere iki asker tutuklanmış, 21 Ekim 2016’da aynı tugaydan 8 rütbeli subay daha tutuklanmıştır.
Bu arada Genelkurmay Ana Karargâh davasıyla ilgili 221 sanıklı 2 bir 354 sayfalık iddianame 3 Mart 2017 tarihinde mahkemeye sunulmuş, yargılama 22 Mayıs 2017 tarihindeki ilk celseyle başlamıştır. Akıncı, Güvercinlik gibi yürümekte olan kalabalık diğer davalara hiç girmiyorum.
Buna karşılık tek bir tankın yürümediği, tek bir silahın ateşlenmediği Manisa cephesindeki soruşturma aradan yaklaşık 16 ay geçtiği halde hâlâ sonuçlanmamıştır. Türk kamuoyu bu soruşturmaya bir iddianame değil bir cenaze töreni üzerinden vâkıf olmuştur.
*
Tuğgeneral Arslan hakkında ‘hükümeti devirmeye teşebbüs’ iddiası üzerinden verilen tutuklama kararında, mevcut tutanak ve tanık beyanlarının yanı sıra en önemli delillerden biri olarak darbecilerin görevlendirme listesinde kendisini “Manisa Sıkıyönetim Komutan Yardımcısı” olarak göstermesine atıf yapılıyor. Soruşturma üzerinde gizlilik kararı bulunduğundan atıf yapılan tutanaklar ve tanık beyanlarının ne olduğu avukatı Ömer Arslan tarafından da öğrenilemedi geçen 16 aya yakın süre içinde.
Savcılık ve hâkime verdiği ifadelere bakılırsa Arslan, tatilden 01.30 sularında tugaya intikal ettikten sonra darbecilerin gönderdiği sıkıyönetim duyurusunu ve görevlendirme listesinde adını görmüş ve astlarına verdiği talimatlarda Ankara’dan gelen emri “paçavra” ve “Anayasa’ya aykırı” bir olarak nitelendirerek yere atmıştır.
Arslan lehine en önemli delillerden biri, tugayın bağlı olduğu dönemin Eğitim Kolordu Komutanı Korgeneral Faruk Şengün’ün 15 Temmuz gecesi yaşananlara ilişkin olarak kendi elyazısı ile kaleme aldığı ve imzaladığı tutanaktır. Kendisine bağlı beş eğitim tugayı var. Şengün, kalkışma olduğuna kanaat getirince 16 Temmuz saat 00.35’te tugay komutanlarına “Gelen emre uymamaları ve kışla dışına hiçbir şekilde personel, silah, araç gereç çıkarmamaları” emrini vermiştir. Emri üzerine 1 (Arslan), 3, 4 ve 15’inci tugay komutanları kendisini hemen aramıştır. Şengün “Tugay komutanları verdiğim emre tereddüt etmeden ‘emredersiniz’ diyerek uyacaklarını ifade ettiler” diyor. Komutan, daha sonra yaptığı görüşmelerde de farklı bir izlenim edinmemiştir.
*
Arslan’ın o gece konuştuğu bir diğer kişi de bağlı komutanı olmamakla birlikte bölgedeki en üst askeri yetkili olan Ege Ordu Komutanı Orgeneral Abdullah Recep’tir. Arslan, ifadesinde aralarında geçen konuşmayı şöyle anlatıyor: “‘Yavuz ne yaptınız’ diye sordu, ben de aldığımız tedbirleri anlattım. O da bana ‘birliğin içine dikkat et, birlik komutanların da senin kontrolünde olsun, bir olumsuzluk yaşamayalım’ dedi. Aldığımız tedbirlerden dolayı teşekkür ettiğini ve yanaklarımdan öptüğünü söyledi.”
Arslan’ın tutumunda tartışmaya açık gözüken tek konu, Ankara’dan gelen sıkıyönetim direktifinden Vali Mustafa Hakan Güvençer’e -sorduğu halde- söz etmemiş olmasıdır. Bu durumu valiyle neden paylaşmadığını anlatırken, Arslan, “Mesaj gelmesi nedeniyle yanlış anlama olabileceğini düşündüm. Vali bey beni aradı, kendisine mesajın içeriğinden dahi söz etmedim. Aldığım emniyet tedbirlerini anlattım, birlikte bir sıkıntı olmadığını söyledim” diye konuşuyor.
Tugayda bir darbe faaliyeti gözlenmese de bu durumun savcılık ve sulh ceza hâkimliği nezdinde Arslan hakkında aleyhte bir delil olarak değerlendirildiği tahmin edilebilir. Ancak böyle de olsa, hiçbir gerekçe soruşturmanın 16 ay boyunca bir sonuca ulaştırılmamış olmasını haklı göstermez.
Paylaş