BDP’nin geçen hafta ortasında çift dillilik önerisini ortaya atmasından sonra yanıtını en çok merak ettiğim soru, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve ana muhalefet lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun bu çıkışa nasıl bir karşılık verecekleriydi.
MHP, çift dillilik konusunda beklediğim gibi kuvvetli bir tepki verdi. TBMM Başkanı Mehmet Ali Şahin’in “Cumhuriyet savcıları ve ilgili kurumlar üzerlerine düşen görevi yerine getireceklerdir” şeklindeki rahatsızlık ifadesi Adalet ve Kalkınma Partisi ve hükümet içindeki bakışı yansıtması bakımından oldukça fikir vericiydi. Ama ben yine de hükümetin resmi bir sözcüsünden gelecek, hükümeti bağlayan bir tutum açıklaması görmek istiyordum. Özellikle de her konuda muhakkak bir diyeceği olan Başbakan’ın ne söyleyeceği benim için çok önemliydi. TARTIŞMANIN ZEMİNİ KAYDI Ben hükümetten beklerken açıklama geçen cuma günü Genelkurmay Başkanlığı’ndan geldi. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin BDP’nin çift dillilik önerisi karşısında neler hissetmiş olabileceğini, konuya nasıl yaklaşacağını tahmin etmem benim için güç değil. Ama mesele Genelkurmay’ın açıklamasının içeriği, bunun doğruluğu ya da yanlışlığı değil. Mesele, işin prensibiyle ilgili. Genelkurmay’ın açıklaması ister istemez hükümetin vereceği tepkinin önüne geçmiş, tartışmayı başka bir zemine kaydırmıştır. Şu an zaten BDP’nin önerisini değil, Genelkurmay’ın müdahalesini tartışıyoruz. Genelkurmay bu açıklamayı yaptıktan sonra Başbakan Erdoğan hangi tutumu alırsa alsın, hangi görüşü belirtirse belirtsin, bu bir şekilde Genelkurmay’ın açıklamasıyla ilişkilendirilecektir. İlişkilendirilmese bile yapacağı her türlü beyanın yanında Genelkurmay’ın gölgesi de asılı duracaktır. DEMOKRASİNİN SAKATLANMA NOKTASI Çift dillilik konusuna sıcak bakabilirsiniz, karşı çıkabilirsiniz ya da BDP’nin talebinin altına düşen yumuşatılmış esnek bir formülü benimseyebilirsiniz. Bir demokraside herkesin bu konuda istediği gibi görüş oluşturabilme hakkı, özgürlüğü vardır. Eğer bu ülke bir demokrasiyse ve Kürt sorununa artık askeri değil barışçı zeminlerde siyaset kurumu üzerinden bir çözüm arıyorsak, çözüme ilişkin taleplerin de demokrasi zemininde ileri sürülebilmesi, açıkça dile getirilebilmesi gerekir. Bir demokrasinin içeriği ne kadar rahatsız edici olursa olsun bu tür taleplerin ifade edilebilmesini taşıyabilmesi gerekir. Türk demokrasisinin artık bu eşiği geçmiş olması gerekiyor. Sorun şurada: Genelkurmay, bu gibi çıkışlarla ifade edilebilirliğin sınırlarını çizmeye kalkışarak tartışmanın alanını daraltmış oluyor. Sonuçta neyin ne kadar tartışılabileceğine sivil siyaset değil Genelkurmay karar vermiş oluyor. Bu, demokrasinin sakatlanma noktasıdır. SANDIKTA RİSKİ OLMAYANLARA DÜŞEN GÖREV Olması gereken, bu konuda ne yapılacağına halk adına bu konuda yetkilendirilmiş olanların karar vermesi ve onların da bu tasarruflarından dolayı günahları ve sevaplarıyla halka karşı sorumlu olmasıdır. Çift dillilik konusunda alınacak pozisyonlar, önümüzdeki seçimde seçmenin iktidar ya da muhalefet partileri hakkındaki kanaatinin şekillenmesinde belirleyici başlıklardan biri olmaya adaydır. Demokrasi oyununda temel kural, seçmenin karşısına çıkanların riski de üstlenmesidir. Seçmenin o anki iradesine göre hatalı görülen bedelini öder, hatasız bulunan ödülü alır. Sandıkta riski olmayanların müdahil olması demokratik sürecin doğal akışını bozuyor. Burada seçmenle siyaset kurumu arasına kimsenin girmemesi gerekiyor. Genelkurmay sussun mu? Genelkurmay’ın rahatsızlığı varsa bunu anayasal zeminlerde meşru yollar içinde aktaracağı kanallar var. Genelkurmay Başkanı, doğrudan Cumhurbaşkanı ve Başbakan’la olan diyaloğu içinde bu rahatsızlıklarını aktarabilir. Ayrıca Milli Güvenlik Kurulu bu konuların ele alınması için uygun bir forumdur. Ancak Genelkurmay’ın kendisine tanınmış olan bu sınırların dışına çıkması demokratik rejim açısından kabul edilebilir bir durum değildir. Ordunun 27 Nisan müdahalesiyle yaptığı vahim hatadan hâlâ ciddi bir ders çıkarmamış olduğu görülüyor.