Paylaş
Bu ifadeleri Mimar Sinan üzerine bir sanat tarihi seminerinden değil, ABD Dışişleri Bakanlığı’nın üst düzey bir yetkilisinin geçen pazartesi günü Bakan Michael Pompeo’nun İstanbul’a yapacağı geziye ilişkin basına verdiği resmi brifingden alıntılıyoruz.
ABD’li yetkilinin sözleri, Pompeo’nun önceki günkü İstanbul ziyareti sırasında neden Tahtakale’deki Rüstem Paşa Camisi’ni programına dahil ettiği konusundaki bir soruya yanıt olarak geliyor.
Gelgelim Pompeo’nun Rüstem Paşa Camisi’ne de uğraması, İstanbul gezisinin Washington ile Ankara arasında yol açtığı büyük sarsıntıyı hafifletmeye yetmemiştir. Çünkü, ziyaretin ağırlık merkezini ABD Dışişleri Bakanı’nın Fener Patrikhanesi’ne giderek, burada Rum Ortodoks Patriği I. Bartholomeos ile yaptığı görüşme oluşturmuştur.
Pompeo, ziyareti sırasında kaldığı Çırağan Oteli’nde ayrıca Vatikan’ın Türkiye’deki diplomatik temsilcisi Başpiskopos Paul Russell ile de görüşmüştür. ABD doğumlu olan Russell, Pompeo’nun Boston’dan tanıdığı bir din adamıdır.
POMPEO ANKARA’YI ÇOK KIZDIRDI
Türkiye’ye gelen Batılı devlet adamlarının birçoğunun İstanbul’da Fener Patriği’ni ziyaret etmeleri artık alışılagelmiş bir gelenek olmakla birlikte, Pompeo’nun teması her bakımdan farklıdır. Şu nedenle ki, Pompeo bizzat bu görüşme için Türkiye’ye ayak basmıştır.
Bu yönüyle diplomatik gelenekleri altüst eden, Türkiye ile ABD arasındaki ilişkilerin tarihinde benzerine pek rastlanmayan bir ziyaret olmuştur. ABD Dışişleri’nin bu seyahati ilk kez duyurduğu resmi açıklamasında, Fener Patriği ile görüşmede “Türkiye ve bölgedeki dini meselelerin ele alınarak, ABD’nin tüm dünya genelinde dini özgürlükler konusundaki güçlü duruşunun vurgulanacağı” belirtilmiştir.
Ankara’yı sinirlendiren noktalardan biri, ABD Dışişleri Bakanlığı’nın ziyareti açıklarken kullandığı bu ifadeler oldu. Dışişleri Bakanlığı, 11 Kasım’da sözcü Hami Aksoy tarafından yapılan bir açıklamayla bu ifadeleri sert bir dille eleştirdi.
Dışişleri’nin açıklamasında, “Dünyanın birçok yerinde başta Müslümanlar olmak üzere dini azınlıklar ibadetlerini elverişsiz koşullarda ve tehdit altında yerine getirmek zorundayken, gayrimüslim vatandaşlarımız ülkemizde dini vecibelerini serbestçe idrak edebilmekte, farklı inançlara mensup vatandaşlarımızın ibadet özgürlüğü korunmaktadır” denildi, bu çerçevede ABD Dışişleri’nin kullandığı ifadeler “son derece yersiz” bulundu.
Bu açıklamada, ayrıca “Kaldı ki, ABD’nin önce aynaya bakması ve kendi ülkesindeki ırkçılık, İslam düşmanlığı ve nefret suçları gibi insan hakları ihlallerine gereken hassasiyeti göstermesi daha doğru olacaktır” denildi.
GEZİNİN DİĞER DURAKLARINDA FARKLI DAVRANDI
Pompeo’nun ziyaretinin bir garip tarafı da şudur: ABD Dışişleri Bakanı, İstanbul’dan önce uğradığı Fransa’da hem Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron hem de kendi mevkidaşı Jean-Yves Le Drian ile görüşmüştür. Keza dün Tiflis’te Gürcistan’ın hem cumhurbaşkanı hem başbakanı, hem de dışişleri bakanı ile buluşmuştur. Yedi ülkeyi kapsayan gezisinin daha sonraki durakları olan İsrail, Birleşik Arap Emirlikleri, Katar ve Suudi Arabistan’da da bu ülkelerin devletin tepesindeki yöneticileriyle bir araya gelecektir. Bu durumun tek istisnası gezisinin Türkiye ayağıdır.
Bir bu kadar dikkat çekici olan, ABD tarafının ziyaretin hemen öncesinde düzenlediği basın brifinginde ziyaret planlanmasıyla ilgili verilen bir detaydır. Buna göre, ABD
Dışişleri hazırlık aşamasında, Pompeo İstanbul’da bulunduğu sırada kendisiyle temas etmek isteyen bir Türk yetkilisi olursa görüşmeye açık olduğunu, ancak zaman faktörü nedeniyle Türkiye’de ikinci bir durak (Ankara) yapamayacaklarını belirtmiştir. Sonuçta bir temas gerçekleşmemiştir.
YUNANİSTAN’A YAKIN DURUYOR
Pompeo, koyu bir Evanjelik olarak Hıristiyan kimliğini ve dini özgürlükler konularını Dışişleri Bakanlığı sırasında kuvvetli bir üslupla ortaya koymuş, vurgulamış olan bir siyasi. Bu konularda bir misyon duygusuyla da hareket edebiliyor. Ayrıca Washington’da, bakanlıktan ayrıldıktan sonra siyasi kariyerine devam etmesi ihtimal dahilinde görülen Pompeo’nun İstanbul ziyaretiyle kendi muhafazakâr tabanına mesaj verdiği şeklinde yorumlara da rastlamak mümkün.
Ancak bu ziyaret değerlendirilirken Pompeo’nun özellikle son dönemde Yunanistan’a çok yakın bir duruş sergilemiş olması da hesaba katılmalıdır. En son geçen eylül ayında Yunanistan’a gidip burada Başbakan Kiriakos Miçotakis’in Girit Adası’nda Hanya’daki evinde iki gün geçirmesi dikkatleri çeken bir adım olmuştu. ABD dışişleri bakanları genelde bölgeye geldiklerinde hem Türkiye, hem Yunanistan’a uğrarken, Pompeo bu denge politikasını tümüyle terk etmişti.
Pompeo, ayrıca Doğu Akdeniz’de hidrokarbon kaynaklarının değerlendirilmesinde Mısır, İsrail, Yunanistan ve Kıbrıs Rum Yönetimi’ni içine alan ancak Türkiye’yi dışlayan bölgesel yapılanlamalara da kuvvetli bir destek vermişti.
POMPEO İKİ AY SONRA YOK...
Aslında Pompeo’nun gezisi sırasında herhangi bir Türk yetkilisi ile görüşmemesini ikili ilişkiler açısından bir kayıp olarak değerlendirmek de yanlış olabilir. Şöyle ki, bugün itibarıyla Türkiye ile ABD hemen hemen her konuda derin görüş ayrılıkları yaşadıklarından, görüşme olduğu takdirde bu buluşmadan olumlu bir sonuç çıkmasını beklemek pek gerçekçi olmazdı.
Zaten daha Türkiye’ye gelmeden önce Fransa’nın ünlü ‘Le Figaro’ gazetesine verdiği demeç, Pompeo’nun giderayak Türkiye’ye karşı ne kadar olumsuz bir bakışa sahip olduğunu ve artık bunu gizleme ihtiyacını duymadığını göstermesi bakımından not edilmelidir.
Pompeo, Doğu Akdeniz, Suriye, Libya ve Kafkasya’daki krizleri hatırlatarak, Türkiye’nin bu alanlardaki politikalarının ‘agresif’ (saldırgan) olduğu konusunda Fransa Cumhurbaşkanı Macron ile görüş birliği içinde olduklarını belirtti, “Türk askeri kapasitesinin, artan şekilde kullanılması bizi endişelendiriyor” diye konuştu.
Pompeo’nun ziyareti bir anlamda Trump yönetimi ile Türkiye arasında geçen dört yıl içindeki ilişkilerin genel seyrinin final sahnelerinden biridir. Bu hadisenin bize anlattığı, iki ülke arasındaki ilişkilerin ne kadar dibe vurmuş olduğudur.
Ancak iki ay sonra Pompeo’yu sahnede görmeyeceğiz. ABD Dışişleri Bakanı, Trump başkanlık seçimini kazanmış olsaydı belki de Türkiye ile köprüleri bu şekilde tümden atmayabilirdi. Her halükârda Biden yönetiminin, 20 Ocak’ta işbaşı yaptığında Türkiye ile ilişkileri devralacağı tablo hiç de iç açıcı görünmüyor.
Paylaş