Paylaş
Bu vesileyle düzenlenen törene katılmak üzere Tahran’a gelen bir yabancı konuğunuz burada İsrail’in düzenlediği bir saldırıya hedef olup hayatını kaybediyor.
Üstelik yeni cumhurbaşkanı, İran’ın ölçüleri içinde ülkede reformcu bir çizgiyi temsil ediyor. Ülkesinin dünyayla daha barışık bir hale gelmesini savunuyor; keza İranlı kadınların örtünme konusunda gördüğü ağır baskılara eleştirel bir noktadan bakıyor. Ana yönelişi itibarıyla “ılımlı” bir duruşu var.
Değişime kapalı aşırı muhafazakar blokun kendisine karşı tam bir dayanışmaya girmesine rağmen Pezeşkiyan’ın bu seçimi kazanması, İran toplumu açısından bir değişim talebinin dışavurumu şeklinde okunmuş, komşumuza dönük genel bir iyimserliğin uç vermesine yol açmıştır.
*
İran’da yeni cumhurbaşkanının ve yansıttığı eğilimin başarılı olmasını isteyenlerin, onun elini güçlendirecek bir tutum izlemeleri gerektiğini belirtmeye ihtiyaç yoktur.
Ancak yapılan yorumlarda, İran’daki rejiminin yerleşik kurumlarının ve aktörlerinin oluşturduğu müesses nizamının Pezeşkiyan’a çok fazla bir hareket alanı açmayacağı, atmak isteyeceği adımları frenleyeceği yolunda zaten geniş bir külliyat ortaya çıkmıştır kendisi iş başı yapmadan önce.
Yine de, mutedil duruşuyla halkın azımsanmayacak bir kesiminde karşılığı olan bir siyasi şahsiyetin bu makama gelmesi, İran açısından ilginç bir denemenin, tecrübenin kapısını açmaktaydı.
İşte herkes dikkatlerini ona çevirmişken Tahran’da sahnede karşımıza çıkan, İsrail’in işlediği cinayet oldu.
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun bu pervasızlığının, her şeyden önce, İran’da yeni cumhurbaşkanının elini kolunu bağlamak isteyen güç merkezlerinin eline koz verdiği aşikârdır.
Pezeşkiyan da ülkesinin uğradığı bu saldırının ve İran açısından yol açtığı prestij kaybının ardından muhtemelen çizgisini yeniden ayarlamak ihtiyacını hissedecektir.
*
Netanyahu’nun liderliğindeki İsrail, Gazze’de geçen ekim ayından bu yana yürüttüğü ve kendisini hiçbir uluslararası kural ve ayrıca vicdani ölçüyle bağlı hissetmediği katliam stratejisinde, işi karşı cephede hedef aldığı liderlere bir başka ülkede suikast düzenleme noktasına kadar taşımış olmaktadır.
Saldırının en düşündürücü boyutlarından biri, İsrail’in Tahran’daki saldırıda öldürdüğü Hamas Siyasi Büro Başkanı İsmail Haniye’nin, Gazze’deki krizi sona erdirmeyi amaçlayan ateşkes anlaşmasını müzakere eden aktörlerden biri olmasıdır.
Katar’da sürgünde yaşamakta olan Haniye, bu ülkenin yanı sıra Mısır ve ABD’nin dahil oldukları görüşme sürecinde, Hamas adına masaya oturan kilit müzakereciydi.
Ve yine dün yapılan birçok yorumda da vurgulandığı üzere, Hamas’ın Gazze’de yaşayan lideri Yahya Sinwar’a kıyasla örgütte daha pragmatik, daha esnek bir çizgiyi temsil ediyordu.
*
İsrail müzakereciyi öldürerek, aslında müzakere sürecine, daha doğrusu çözüme, barışa bir ilgisinin, taahhüdünün bulunmadığını da ortaya koymuş olmaktadır.
Üstelik İsrail’in Tahran’daki eylemi, kısa saatler önce Lübnan’ın başkenti Beyrut’ta İran’ın desteklediği Hizbullah’ın komutanlarından Fuad Şükür’e dönük gerçekleştirdiği saldırının hemen ertesine rastlamıştır.
İsrail Başbakanı Netanyahu, düzenlediği bu saldırılarla Ortadoğu’yu her bir tarafından bir ateş çemberinin içine atıyor. Netanyahu, kendi siyasi bekası için bütün bölgeyi yakmayı göze alan sınırsız bir fütursuzluk içindedir.
İran, kendi başkentinde uğradığı bu saldırıya kaçınılmaz olarak misillemede bulunacak; vereceği karşılık Netanyahu cephesinde daha ağır bir askeri harekâta mazeret oluşturacak ve sonuçta bu tırmanışla hiçbir emniyet supabının kalmadığı bir eşiğe gelinecektir.
Korkulan, olayların akışının bütün Ortadoğu’yu topyekun bir savaş sarmalının içine çekmesi ihtimalidir.
*
Karşımızdaki temel mesele, Netanyahu’nun zapt edilebilmesinin imkânsızlığıdır.
Buradaki saldırganlığı, kural tanımazlığı durdurmakla görevli uluslararası kurumların işlevsizliği meselenin yalnızca bir boyutudur. Bunun yanı sıra, İsrail üzerinde pekala etkili olabilecek ABD’nin de Netanyahu’ya söz geçirmemesi/geçirememesi ve dahası askeri malzeme tedarik ederek suç ortaklığını sürdürmesi, bu yokuş aşağı gidişi hızlandırıyor.
Bu gidişatta, geçen hafta ABD’ye yaptığı ziyaret sırasında Kongre’ye hitap ederken defalarca ayakta alkışlanan Netanyahu’nun buradan aldığı cesaretin ve kendisine bahşedildiğine inandığı dokunulmazlık zırhının payı hiç de az değildir.
Kendisini coşkuyla ayakta alkışlayanlar ise gerçeklik algılarını kaybetmiş bir şekilde yangını nasıl körüklediklerini idrak edemeyecek bir gaflet içindedirler.
*
Meselenin kısa dönemdeki düşündürücü bir diğer yönüne de dikkat çekelim. Başkan Joe Biden’ın kasım ayında görevden ayrılacak olması dolayısıyla Demokrat yönetim siyasi sermayesini önemli ölçüde tüketmiştir. Seçime kadar geçecek önümüzdeki üç ayın Washington cephesinde yaratacağı güç boşluğu, Netanyahu’nun elini çok daha serbest hissetmesine yol açabilir. Bu durum, İsrail’i bugünkünden daha da saldırgan bir çizgiye itebilir.
Avrupa Birliği derseniz, onlar galiba uluslararası camianın protokol tribünündeki muhkem localarından endişeli ve üzgün bir ruh hali içinde izlemekle meşguller olan bitenleri...
*
Türkiye’ye gelirsek... Kuşkusuz, ülkemiz yükselmekte olan gerilimin ve çatışma ortamının bütün sıcaklığını hissedecek kadar bölgenin yakınında. Evet, Netanyahu İsrail’de iş başında olduğu sürece bulunduğumuz bölgeye huzur gelmeyeceğini biliyoruz.
Tabii ki Netanyanu’nun, Hamas lideri Haniye’nin öldürülmesi eylemi de dahil olmak üzere sergilediği sınır tanımaz saldırganlığına, katliamlarına karşı tepkimizi, duyduğumuz infiali en kuvvetli bir şekilde duyuracağız.
Bununla birlikte, herkesin kontrolden çıkmakta olduğu, ayarların tamamen bozulduğu bir coğrafyada Türkiye’nin her şeye rağmen sağduyusunu, soğukkanlılığını ve barışçı duruşunu koruması ve kendisini bu çatışma ortamının dışında tutması elzemdir.
Bütün bu kargaşa ortamının yayıldığı bir coğrafyada hiç olmazsa Türkiye’nin bulunduğu mevkide bir istikrar işlevi görebilmesinin ve çözüm yönünde rol oynayabilmesinin yolu öncelikle buradan geçiyor.
Paylaş