Paylaş
Bölgede gerçek anlamda güçlü bir bağımsız sendikacılık faaliyeti yürütülmediği için sendikanın sorumluluğunu ikincil planda değerlendiriyorum.
Özellikle İsmet Berkan’ın 21 ve 23 Mayıs tarihlerinde gazetemizde çıkan “Vahşi Devlet Kapitalizmi” ve “Devletin Çıkarı İle Halkın Çıkarı Çatıştığında” başlıklı yazıları, bütün bu faktörlerin ortaklaşa rolünü göstermek bakımından göz açıcı bir nitelik taşıyor.
***
Bu ortaklaşa sorumluluğun ana ekseninde Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’na bağlı Türkiye Kömür İşletmeleri’nin (TKİ) kömür madenlerinin çoğunu muhtelif yöntemlerle özel işletmelere kiralamasında aramak gerekiyor.
Bu kiralama yöntemlerinin tümüne kamuoyunda kısaca “rödovans” deniyor. Ancak uygulamada birbirinden farklı iki model söz konusu.
Birincisi, “hizmet sözleşmesi” yöntemi. TKİ, bir madenin işletme imtiyazını -baştan alım garantisi vererek- ihaleye çıkarıyor ve kendisinin ton başına en düşük satış fiyatını taahhüt eden şirkete işletmeyi devrediyor. Bu modelde yüklenici şirket kömürün satışıyla ilgilenmiyor. Tek alıcı var: Önceden fiyat güvencesi vermiş olan devlet...
Başlangıçta hizmet sözleşmeleri üretim miktarı için belli üst sınırlar içermekteydi. Ancak TKİ, bundan dört yıl kadar önce hizmet sözleşmesi yaptığı şirketlere “Ne çıkartırsanız alacağım” güvencesini verdi. Bu garantili satış modelinde şirket olarak ne kadar çok üretirseniz, o kadar çok kâr ediyorsunuz. Soma’daki facianın meydana geldiği madenin bu kategoride olduğu anlaşılıyor.
İkincisi, gerçek rödovans yöntemi. Bu modelde devlet ne üretime ne de satışa karışıyor. Yüklenici şirket üretimle birlikte kömürün pazarlamasından da sorumlu. TKİ, bu modelde işletme hakkını devrettiği şirketten satacağı kömürde ton başına rödovans denen bir imtiyaz payı alıyor. Bu modelde TKİ ihaleye çıkıyor ve satacağı kömürde ton başına en yüksek rödovans ödemesini hangi şirket taahhüt ederse ihale o şirkete gidiyor.
Rödovans modeli, çok basit bir anlatımla, devletin oturduğu yerden para kazanması anlamına geliyor.
***
İster hizmet sözleşmesi, ister rödovans olsun, her iki model de uygulamada aynı kapıya çıkıyor. Şöyle ki:
Birinci modelde, devlet alım güvencesi verdiği için yüklenici şirket satış gelirini, dolayısıyla kârını artırmak için ne yapıp yapıp üretimi maksimize etmeye çalışıyor. İkinci modelde, şirket kömürü doğrudan devlete satmasa da, yine üretimi maksimum düzeye çıkartma hedefine odaklanmış durumda. Bu arada, TKİ’nin istediği takdirde yüklenici şirketten
-rödovans payını da önceden alıp- kömür satın almasına engel bir durum yok.
Bu modellerin tetiklediği kaçınılmaz sonuç, madenlerde çevresel koşulların, fiziki emniyetin, can güvenliğinin ve bütün bunlara ilişkin denetim prosedürlerinin ikinci plana itildiği çılgınca bir üretimdir. Bu, Taraf’ta Tuğba Tekerek’in Soma’daki faciadan sonraki yazısıyla birlikte Türkçe’de kullanıma giren “hadi hadi sistemi”dir. Bu deyiş, maden işçilerine duraklamadan, nefes almadan çalışmaları, daha da çok üretmeleri için şefleri tarafından her fırsatta söylenen “hadi, hadi, hadi...” sözlerini anlatıyor.
***
Şimdi özellikle hizmet sözleşmeleri açısından madalyonun diğer yüzüne bakalım. Maden ocağında işletmeci kadar üretimin yükselmesini dört gözle bekleyen bir kurum da TKİ’dir. Çünkü TKİ de bu modelde mümkün olduğu kadar düşük maliyetle çok miktarda kömür alıp, bunu yüksek bir kâr marjıyla satma hedefine odaklanmıştır.
TKİ’nin web sitesine bakıldığında linyit kömürü satış fiyatlarının ton başına genellikle 130 ile 300 lira arasında değiştiğini görüyorsunuz. TKİ’nin 2014 yılında bazı işletmecilere kömür için ödediği miktar ton başına 50-55 lira civarında seyrediyor.
**
Sonuçta her iki modelin de AK Parti hükümetinin kömür üretimini artırmaya dönük politikasının ana araçları olduğu söylenebilir.
Kuşkusuz bir hükümet kömür üretiminin artırılmasını kendisine bir hedef olarak belirleyebilir. Buna karşılık, aynı hükümetin üretimi artırmaya dönük heyecan ve kararlılığını, madenlerin denetimi ve orada çalışan insanların sağlığı ve can güvenliği için de göstermesi yükümlülüğü vardır. Üretim yukarı doğru kamçılanırken, madenlerde etkin bir denetim sisteminin kurulması zorunludur.
Ancak bunun için kömür madenlerini sadece üretim miktarı ve TKİ’nin satış cirosu olarak algılamayan, aynı zamanda yerin altındaki insanları da gören, hisseden bir bakış gereklidir. Bu bakış olmadığında, Soma’daki işçileri bekleyen ölümün soğuk gölgesidir.
Paylaş