Paylaş
Türk Hava Kuvvetleri genellikle bu kategoride dünyanın ilk beşi içinde kabul ediliyor. Sıkça F-16’ların Kuzey Irak’taki PKK hedeflerini nokta atışlarıyla nasıl etkisiz hale getirdiklerine ilişkin açıklamaları izliyoruz.
Keza, silahlı-silahsız insansız hava araçları teknolojisinde de ülkemizde önemli atılımlar gerçekleştirildi. Türk yapımı SİHA’ların yakın zamanda Libya ve Karabağ’daki savaşlarda sahada alınan sonuca nasıl etki ettiklerini anlatan övgü dolu yabancı analizler, şimdiden ciddi bir literatür oluşturuyor.
Gelgelelim, bu gibi üstünlüklere sahip bir ülke olarak kendi topraklarımızda, batı ve güney kıyılarımızda ortaya çıkan orman yangınlarını havadan süratle etkisiz kılacak imkânlara, araçlara sahip değiliz. Var olduğu varsayılan kapasitenin de vahim derecede yetersiz olduğu tecrübeyle anlaşıldı.
Dört bir cepheye yayılan orman yangınlarına Rusya’dan, Ukrayna’dan, İran’dan ve son olarak bazı Avrupa Birliği ülkelerinden gelen ya da geleceği açıklanan hava desteğiyle müdahale etmeye çalışıyoruz.
Bu işte çok büyük bir terslik yok mu?
*
Buradaki çelişkiye baktığımızda, öncelikle meselenin Türkiye’nin sahip olduğu kaynaklar, beşeri sermayesi ve teknolojik birikimiyle ilgili olmadığını hemen vurgulamalıyız.
Üstelik, Türkiye’nin aslında orman yangınlarıyla mücadele etmeye dönük bir yeteneğe yakın zamana kadar pekâlâ sahip olduğunu da biliyoruz. Çıkan yangınlara Türk Hava Kurumu’nun (THK) elindeki bu iş için özel olarak donatılmış uçaklarla etkili bir şekilde karşılık verildiği günler çok uzakta değil.
Oysa ormanların üzerinden gökyüzüne yükselen alevlerin görüntüsü karşısında dehşete düşerken, THK’nın elindeki yangın söndürme uçaklarının bugün hangarda yattığını öğrenmek hepimizi kahrediyor.
Böylesine korkutucu bir felaketle karşılaşıldığında ülkemizin bu kadar savunmasız kalması herkesi büyük bir infial duygusunun içine itiyor.
*
Yaşadığımız kâbusun düşündürücü birçok boyutu var. Bunların başında Türkiye’nin bu yangın dalgasına hazırlıksız yakalanmış olması geliyor. Bu durum yönetim anlamında azımsanamayacak bir zafiyete işaret ediyor. Çünkü, öncelikle Türkiye’nin böyle bir krize karşı ciddi bir hazırlığının ve bunu sağlayacak bir senaryosunun olmadığı ortaya çıkıyor.
Orman yangınları ülkemizin eskiden beri önemli bir sorunu. Ancak küresel düzeyde hüküm süren iklim değişikliği sorununa paralel bir şekilde orman yangınlarının yaygınlık ve tahribat derecesinin tehlikeli bir şekilde artması ihtimalinin devlet mekanizmaları içinde önceden tehdit değerlendirmesine alınmadığı anlaşılıyor.
Kuşkusuz, bu tür çalışmalarda, terör örgütünün de ülkeye orman yangınları üzerinden zarar vermek isteyebileceği pekâlâ hesaba katılmalıdır.
Rasyonel bir yönetim anlayışının geçerli olduğu bir ülkede -hangi nedenden kaynaklanırsa kaynaklansın- her türlü çevre felaketine karşı, devletin elinde “en kötü durum senaryoları” çerçevesinde çalışılmış muhtemel hareket tarzlarına dayanan eylem planlarının olması gerekir.
Ülkemizde böyle olsaydı, herhalde orman yangınlarının geçen hafta ilk ortaya çıkmasından sonra hepimizin tanıklık ettiği kargaşa hali ve zaman kaybı yaşanmayacak, etkili bir yanıt
verilebilecekti.
*
Meselenin bununla da bağlantılı olan bir diğer boyutu, Türkiye’deki mevcut yönetim sisteminin yapısıyla ilgilidir. En mikro düzeydeki kararların da Ankara’daki merkezi otoritenin oluruna bağlı olduğu bir karar alma mekanizması yapısında, önceden öngörülmeyen, hiçbir hazırlığın bulunmadığı bir felaket senaryosuna etkin ve zamanlı bir karşılığın verilemediği görülmüştür.
Tabii, meselenin göz ardı edilemeyen bir diğer yönü doğrudan liyakat faktörünü ilgilendiriyor. Tarım ve Orman Bakanı Bekir Pakdemirli, krizin seyri içinde ne ölçüde bu felaketin üstesinden gelebileceği hususunda kamuoyunda çok büyük bir tartışmanın konusu haline gelmiştir. En azından bundan sonrası için bu bakanlıkta güven duygusunu yaratacak yeni bir görevlendirme yapılması toplumu rahatlatacaktır.
Ayrıca, Türk Hava Kurumu’na atanan kayyum kadrolarının da bu kurumu dirayetle idare edebilecek donanımda olmadıkları, içinden geçilen krizde bütün çıplaklığıyla ortaya çıkmıştır.
*
Hiç olmazsa yaşadığımız felaketten gerekli derslerin çıkartılması, ölen insanlarımız, evlerini kaybedip açıkta kalan vatandaşlarımız ve kaybettiğimiz ormanlarımız, yangında yok olan hayvanlar için duyduğumuz üzüntüyü bir nebze hafifletebilir.
Halen tehlikeli bir şekilde sürmekte olan son yangınlarla ormanlarımızı korumak konusunda toplumsal farkındalığın yükselmesine dönük bir eşik de atlanıyor. İçinden geçtiğimiz, hep birlikte kahrolduğumuz bugünleri, ormanlarımıza sahip çıkmayı hedefleyen bir ulusal seferberliğin başladığı bir milat olarak düşünmek istiyoruz.
Bu seferberliği hayata geçirecek bir dizi somut adımların atılması gerekiyor. Öncelikle Orman Bakanlığı’nın Tarım Bakanlığı’ndan ayrılarak eskiden olduğu gibi tek başına bir uzmanlık bakanlığına dönüştürülmesi bunlardan ilki olabilir.
Yaşanan tecrübe ışığında Türkiye’nin yüz yüze gelebileceği benzer ihtimallere karşı en etkin mukabele stratejilerinin önceden hazırlanması, bunu sağlayacak yeteneklerin oluşturulması, bu yönde gerekli planlamanın yapılması artık bir zorunluluktur.
*
Önleyici adımlar önemli olduğu kadar, yangın yayıldığında havadan baskılanması tek geçerli çaredir. Bunun için haftanın 7 günü 24 saat mukabele etmeye hazır bir orman yangını söndürme filosunun iş başında olması şarttır. Bu misyonu yerine getirmek üzere gerektiği takdirde Hava Kuvvetleri Komutanlığı’nın imkânlarından yararlanmak, hatta doğrudan Hava Kuvvetleri’ni kullanmak bile düşünülebilir.
Türkiye’deki uygulamada Orman Genel Müdürlüğü, orman yangını söndürme görevleri için kamu ihale mevzuatına göre yüklenicilerden uçak ya da helikopter kiralama yoluna gitmektedir. İhale, tanımı gereği son tahlilde yükleniciler açısından bir hizmetin sağlanmasına dönük ticari bir faaliyeti içerir. Oysa Türkiye’nin ormanlarının, kıyılarının, doğasının, köylerinin korunması, ihale düzenine ihale edilmeyecek kadar kutsaldır, değerlidir.
İhale edildiğinde baş gösteren kâbusu günlerdir birlikte yaşıyoruz. Kızıla boyanmış bir gökyüzünün altında Bodrum’da sahillerden botlara binerek alevlerden kaçmaya çalışan insan görüntüleri, bir kıyamet filmi senaryosu değil, hayatın kendisidir.
Orman yangınlarıyla mücadelenin ihale sisteminden çıkarılıp, bir ulusal görev olarak tanımlanacağı yeni bir düzene bağlanması zamanı çoktan gelmiştir.
Paylaş