Paylaş
Bunlardan birincisi, dönemin Dışişleri Bakanı Vahit Halefoğlu’nun 1984 yılı mart ayında Tahran’a yaptığı ziyareti izlemek üzere Cumhuriyet gazetesinin diplomasi muhabiri olarak ilk kez bu ülkeye gidişimle ilgili.
Bu geziden çok iyi hatırladığım bir durum, İran’dan Türkiye’ye dönüş yolunda yaşanmıştı. İran Hava Yolları’nın Boeing 747 tipi yolcu uçağının ikinci katında seyahat ediyordum. Uçuşun bir noktasında yolculara yapılan bir anonsla, uçakta İran İslam Cumhuriyeti kurallarının geçerli olduğu, kadınların örtünme kurallarına uymaları gerektiği duyurulmuştu.
Bazı İranlı kadınlar uçağın içinde başörtülerini çıkarınca, pilot anons yaparak rejimin kurallarını hatırlatma ihtiyacını duymuştu.
O yolculuğun en çarpıcı anlarından biri, uçak İstanbul Atatürk Havalimanı’na inip terminale park ettikten hemen sonrasına ait. Uçaktan havalimanının körüğüne geçilen sınır, İranlı kadınlar açısından iki farklı özgürlük alanının kesişme noktasıydı. Tam o noktada, görünmeyen bir duvar birden kalkıyordu. Uçaktan körüğe adımı atan birçok İranlı kadının ilk iş olarak başlarındaki örtüyü çıkarttıklarını ve pasaport kontrolüne bu şekilde gittiklerini çok iyi hatırlıyorum.
Buna benzer bir olaya yine Halefoğlu’nun iki yıl sonra 1986 yılı ağustos ayı sonunda Tahran’a yaptığı ziyareti izlerken tanıklık etmiştim. İran’a bu kez Türk Hava Yolları ile uçmuştuk. Gidişimizden bir iz yok belleğimde. Ancak dönerken Tahran Havalimanı’nda uçağa girip yerimizi almamızdan sonra ön kapıdan giriş yapan birçok İranlı kadının ilk işi, başörtülerini çıkarmak oluyordu.
İran rejiminin katı hicap kuralları, THY uçağının kapısına kadar geçerliydi.
*
Henüz 22 yaşında olan Mahsa Amini geçen 13 Eylül günü başörtüsünü doğru bir şekilde örtmediği, saçlarını açıkta bıraktığı gerekçesiyle Tahran’da metro çıkışında ahlak polisi tarafından gözaltına alındı. Götürüldüğü karakoldan sonra hastaneye kaldırılması gerekti. Üç gün sonra hastanede hayata veda etti.
Amini’nin ölüm haberinin alınması ve hayatını kaybetmesine giden süreçteki görüntülerinin ortalığa yayılmasıyla birlikte, İran’da 1979 yılında gerçekleşen İslam devriminden sonra geçen 43 yıl içindeki en yaygın kitlesel direnişlerden birine tanıklık ediyoruz.
Ülkenin her bir tarafında meydana gelen gösterilerde Amini’nin öldürülmesini protesto eden ve istedikleri gibi başlarını açabilmek için haykıran kadınları görüyoruz.
Geçen hafta sonu itibarıyla gösteriler 80 kadar şehre yayılmış bulunuyordu. Bu gösterilerin önemli bir yönü, daha çok kadınları ve gençleri ön planda görmemiz. Sosyal medyada geniş bir şekilde paylaşılan videolarda, İranlı kadınların bir bölümünü saçlarını keserken, bazılarını ise protestolar sırasında başörtülerini ateşe verirken izliyoruz.
Dinci rejimin bütün baskılarına, bağnazlığına “Artık yeter” diyen, bunun için hayatlarını tehlikeye atmaktan çekinmeyen cesur, gözü pek İranlı kadınları...
Ve başka görüntülerde ise kadınlara sopayla vuran erkekleri, onlara silahını doğrultup ateş eden polisleri, başları açık diye metroda bağırıp azarlayan mollaları izliyoruz.
Rejim güçlerinin verdiği sert karşılık sonucu İran’da bu gösterilerde hayatlarını kaybeden insanların sayısının 41 kişiye yükseldiği belirtiliyor.
*
İran’da bu tür kitlesel eylemlere ilk kez rastlanmıyor. Bundan önce de 2009 yılında seçimleri hile karıştırılması, 2017 yılında ekonomik kriz, 2019’da ise akaryakıt fiyatlarının artması üzerine ülke çapında yapılan ve her seferinde rejim tarafından şiddet kullanılarak acımasızca bastırılan gösteriler oldu.
Ancak bu kez önemli bir fark var. Bu kez, direnişin kıvılcımını çakan ve kendilerini silahların önüne atanlar öncelikle kadınlar. Bu direnişin ana öyküsü, İran İslam Cumhuriyeti rejiminin kendilerini zorla örtme baskısına karşı kadınların başkaldırışıdır. Kuşkusuz, uzun zamandır ülkede birikmekte olan pek çok olumsuzluk da bardağın taşmasında bir etken.
Olayların başlamasından sonra İran uzmanlarının yaptıkları değerlendirmelere bakarsanız, kendisini sivil halka karşı orantısız güç ve şiddet kullanımı konusunda herhangi bir sınırlamaya tabi hissetmeyen rejim, ne yapıp yapıp bu direniş dalgasını da bir şekilde bastıracaktır. Gerekirse sivil halktan yandaşlarını sokağa dökerek bekasını korumayı deneyecektir.
Yorumlar hangi yönde olursa olsun, kanımca İran’da olayların akışının nereye doğru gideceğini hiçbirimiz bilmiyoruz. Ülkede bir kırılma noktası, bir korku eşiği aşılmış gibi görünüyor. Ve ortaya çıkan enerjinin merkezinde kadınlar ve gençler var. Bu, İran’da daha önce karşılaştığımız, literatürde benzer referansı olan türde bir toplumsal hadise değil.
Uluslararası Kriz Grubu’nun İran uzmanı Ali Vaez, yaptığı değerlendirmede, cumhurbaşkanlığına aşırı muhafazakâr İbrahim Reisi’nin seçilmesi ve ekonomik kötüye gidişin, sosyal özgürlük talepleri karşılıksız kalan ve dünyayla daha yakın ilişki isteyen İranlıları umutsuzluğa ittiğine dikkat çekiyor.
Ali Vaez, The New York Times’a “Genç kuşakların böyle bir riski göze alabilmelerinin nedeni, artık kaybedecek hiçbir şeylerinin olmadığını görmeleri. Geleceğe dair hiçbir umutları yok. Ülkenin liderliği reformların önünü sürekli bir şekilde kapayınca, insanların sistemin reforme edilebileceği yolundaki umutları da kayboldu” diye konuşuyor.
Önceki cumhurbaşkanı Hasan Ruhani döneminde başörtüsü zorunluluğunun esnetilmesinin getirdiği göreceli rahatlamanın ardından, geçen yıl seçilen yeni Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi’nin yasağı yeniden katı bir anlayışla uygulatmaya başlaması ve ahlak polisinin baskısını belirgin bir şekilde artırması toplumda büyük bir sıkışma duygusuna yol açtı.
*
Ve kabul edelim ki son hadiseler, artık bütün dünyanın gözünde İran İslam Cumhuriyeti’nin üzerine, kadına el kaldıran, kadınları katleden acımasız bir teokratik rejim kimliğini iyice yerleştirmiştir.
Bu, varoluşunu kendi dini doktrinine dayanarak kadınları baskılamak üzerinden tanımlayan totaliter bir rejimdir. Kadınlara nasıl giyinmeleri, nasıl düşünmeleri, nasıl hareket etmeleri gerektiğini, daha doğrusu hayatlarıyla ilgili tercihleri onlara zorla dayatma hakkını kendinde görebilmektedir.
İran, büyük bir tarihi mirası, derin bir geleneği temsil eden köklü bir ülkedir. Bu komşumuzda yaşayan insanların en temel hak ve özgürlüklere sahip olabilmeleri, hayatlarını her türlü baskıdan uzak bir şekilde özgürce sürdürebilmeleri en doğal, en vazgeçilmez haklarıdır.
Gelinen noktada onların derdi bizim de derdimizdir. Bizlere düşen görev, özellikle İranlı kadınlara bu direnişlerinde yanlarında olduğumuzu göstermek, onlara bunu bir şekilde hissettirmek olmalıdır. Türkiye’deki insanların onlar için kaygılandıklarını bilmeleri bile yeterlidir. Kalbimiz, hayatlarına sahip çıkan, özgürlük talep eden korkusuz, cesur İranlı kadınlar için atıyor.
Paylaş