Paylaş
Birleşmiş Milletler tarafından dün öğleyin yapılan paylaşıma göre, Gazze’de 10 Mayıs sonrasında İsrail saldırıları sonucu 75 bin kişi evinden olmuştur. Bu insanların 47 bini okullara, kalanlar ise başka ailelerin yanına yerleştirilmiştir. Saldırılarda 44 okul ve 6 hastane hasar görmüştür. Bir hastane de elektrik kesintisi nedeniyle faaliyet dışı kalmıştır.
Geçen 10 gün içinde Gazze’de ölen Filistinlilerin sayısı 219’a yükselmiştir. Bu toplam içinde 63 ölü, 43’ü erkek, 20’si kız olmak üzere çocuklardır. Ölenlerin 35’i kadındır.
Açıklamada aynı dönemde İsrail işgali altındaki Batı Şeria’da İsrail güvenlik görevlileriyle meydana gelen hadiselerle ölen Filistinlilerin sayısı ise 25 olarak gösterilmişti. Bu toplam içinde kayıplardan 4’ü çocuktur.
BM’ye göre, bütün bu çatışmalar zarfında İsrail tarafında hayatını kaybedenlerin sayısı ise 12’dir.
FÜZE SAVAŞI ÇOCUK ÖLÜMLERİYLE HATIRLANACAK
Kuşkusuz, her kesimden her can kaybı üzücüdür. Ancak yine de BM’nin açıklamasındaki rakamları kıyasladığımızda, İsrail’in Hamas’ın roket saldırılarına verdiği karşılığın muazzam bir orantısızlık içerdiğini vurgulamalıyız. Özellikle çocuk ve kadın ölümlerinin bu kadar yüksek olması karşısında, İsrail’in sivil-askeri hedefler arasında bir ayrım gözetmediği, bu yönüyle askeri harekât tarzının ciddi ölçülerde kuralsızlık içerdiği teslim edilmelidir.
Bu savaştan dünyanın her bir köşesindeki insanların zihinlerine kazınacak olan, İsrail füzelerinin ve bombalarının yıktığı binaların enkazları altından çıkartılan çocuk cesetlerinin fotoğrafları olacaktır. İsrail’in ABD’nin tanınmış haber ajansı Associated Press’in Gazze’de ofisinin bulunduğu binayı da vurması, bu savaşın hep hatırlanacak sembol görüntülerinden bir diğeridir.
Bugün İsrail’de işbaşındaki Başbakan Binyamin Netanyahu’nun, sınırsız bir pervasızlık içinde bütün dünyaya kafa tuttuğu ortadadır. Buna paralel bir şekilde, Netanyahu’nun temsil ettiği bu zihniyet dünya kamuoyunun vicdanında sert bir irtifa kaybı yaşamaktadır.
BM KARAR ALAMADI AB BİLDİRİ YAYIMLAYAMADI
Krizin seyrine bakarak 2021 yılında uluslararası sistemin işleyişiyle ilgili kendisini tekrarlayan bir dizi sonuca işaret etmek mümkündür. Her şeyden önce yaşanan bir insanlık trajedisi karşısında uluslararası kuruluşların ne kadar yetersiz ve beceriksiz oldukları bir kez daha sınanmıştır. ABD’nin vetosu nedeniyle Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nden bir ateşkes çağrısı kararı bile çıkartılamamış olması, dünya kamuoyunda bu kuruma dönük güven erozyonunu daha da arttırmıştır.
Avrupa Birliği krizde zemin kaybeden bir başka kuruluştur. İsrail dostu Macaristan, karar alma mekanizmasında zorunlu olan oybirliği kuralına dayanarak, AB’nin İsrail’e dönük dolaylı eleştiri de içeren bir açıklama yapmasını bloke edebilmiştir. Bunun sonucu AB’nin, İsrail’in kendisini savunma hakkını kabul etmekle birlikte, “Verilecek yanıtın uluslararası insancıl hukuka saygılı ve orantılı olması gerektiğini” ifade etmesi öngörülen bildirisi yayımlanamamıştır.
AB, 1990’ların ikinci yarısı ve 2000’li yılların başlarında gerçekleştirdiği hızlı genişlemenin de bir sonucu olarak bugün herhangi bir uluslararası kriz karşısında çözüm üretmek bir tarafa, bir ortak açıklama yapmakta bile acze düşen bir kuruluş durumundadır.
İslam dünyası da Filistin meselesi gibi en duyarlı olması gereken bir konuda olayların akışını değiştirebilecek yoğunlukta bir etki icra edebilmekten uzak olduğunu bir kez daha göstermiştir. İslam İşbirliği Teşkilatı’nın BM Genel Kurulu’nun toplanması yönünde bir ağırlık koyabilmiş olması her şeye rağmen olumlu bir gelişmedir. Ancak BM sisteminde belirleyici aktör Güvenlik Konseyi olduğundan buradan çıkacak kararların etkisi sınırlıdır.
BIDEN’IN İNSAN HAKLARI SÖYLEMİ HASAR ALDI
Bu krizden hasar alarak çıkan aktörlerden biri de Biden yönetimidir. Yönetimin insan hakları ve demokrasi konusundaki söylemi bu krizde ciddi bir şekilde tahrip olmuştur. Yola koyulduğu günden bu yana dış politikayla ilgili her önemli çıkışında insan haklarını ana perspektifi olarak vurgulayan Biden yönetimi, İsrail’in başvurduğu orantısız güç kullanımı ve yol açtığı çocuk ölümleri karşısında bu kuvvetli tutumunu ortaya koyamamıştır. Muhatabı İsrail olunca eleştiri hakkından feragat etmek zorunda kalması, Başkan Joe Biden’ın insan hakları söyleminin tutarlılığına gölge düşürmüştür.
Görülmüştür ki, Netanyahu’nun ABD yönetiminin kendisini karşısına alamayacağı yolundaki hesabı büyük ölçüde tutmuştur. Başkan Biden, telefon diplomasisi yoluyla Netanyahu’yu ateşkese ikna etmeye çalışsa da bir hayli zorlanmıştır. ABD basınındaki haberlerden Netanyahu’nun Biden’ın da sabrını taşırdığı anlaşılıyor.
Başkan Biden, bu arada hiç hesapta olmayan bir şekilde İsrail karşısında zayıf kaldığı yolunda kendi partisi içinden yükselen eleştirileri göğüslemek durumunda kalmıştır. Bu tür eleştiriler, ABD cephesinde daha önce pek karşılaştığımız bir tablo değil. İktidardaki Demokratik Parti içinde, özellikle Kongre’de pek çok şahsiyet, Yahudi lobisi faktöründen çekinmeden İsrail’in hareket tarzıyla ilgili kuvvetli itirazlarda bulunabildi. Bunlar arasında yalnızca genç kuşak siyasetçiler değil merkezde olan, İsrail’e dost bilinen kıdemli siyasetçiler de vardı.
Bir bu kadar önem taşıyan gelişme, ABD basınında İsrail’i eleştiren seslerin de daha yüksek bir perdeden duyulmasıydı. New York Times’ın tanınan köşe yazarlarından Nicholas Kristof’un önceki gün yayımlanan “İsrail ile sarsılmaz dostluk bağları sallanıyor” başlıklı yazısı bu bakımdan bir hayli çarpıcıydı.
İKİ DEVLETLİ ÇÖZÜM OLMADAN KİMSEYE HUZUR YOK
İsrail’in Filistinlilere reva gördüğü ve ABD’deki insan hakları kuruluşlarının da açıkça “ırk ayrımcılığı” diyerek adını koydukları politikalar, bu ülkenin kendisini en çok emniyette gördüğü Atlantik ötesinde de artık artan ölçüde sorgulanıyor. Bu yönüyle İsrail’in ABD’deki algısında azımsanmayacak bir kırılma yaşanıyor.
Amerikan toplumu, kendi vergileriyle finanse edilen bir askeri yardım programından her yıl İsrail’e 3.8 milyar dolar aktarıldıktan sonra bu müttefikinin orantısız güce başvurması, Filistinli masum insanları hedef alması, sivil ölümlere yol açması karşısında artan ölçüde rahatsızlık duyuyor.
ABD kamuoyu ve siyaset sahnesinde yükselmekte olan bu tepkilerin, yönetimin hemen İsrail’in bileğini bükeceği bir kritik yoğunluğa erişmesini beklemek gerçekçi görülmeyebilir. Ancak yine de bu yönde bir sürecin ivme kazanmakta oluşunun değeri, uzun dönemli muhtemel etkileri açısından azımsanamaz.
İçinden geçtiğimiz krizin en önemli sonucu, Filistin-İsrail anlaşmazlığına iki devletli adil bir çözüm bulunmadığı sürece kimsenin huzurunun olmayacağı gerçeğinin bir kez daha anlaşılmış olmasıdır.
Paylaş