Paylaş
Ancak bakın bu açıklamadan sonra neler oldu?
Letonya kökenli Muizniesk’in açıklamasının en önemli unsurlarından biri, barışçıl toplanma hakkına saygı gösterilmesi talebine odaklanıyor. Bir diğer beklentisi, son olaylarda aşırı güç kullanan polisler hakkında etkin soruşturma yapılması ve sorumluların cezalandırılması.
Muizniesk’in açıklamasında hükümete övgüler de var. Komisere göre, “Gezi olayları bağlamında göreceli olarak az sayıda tutuklama olması olumludur ve hükümetin reform çabalarının sonuç getirmekte olduğunu göstermektedir”.
İlginçtir ki, Avrupa Konseyi temsilcisi, görüştüğü, aralarında doktor, akademisyen, öğretmen ve gazetecilerin de bulunduğu profesyonel grupların, -protestolar sırasındaki şiddet içermeyen eylemleri nedeniyle- “gözdağı” ve idari-adli önlemlerle karşılaşma ihtimalinden “korkularını” ifade ettiklerine de dikkat çekiyor. Komiser, ardından “Türk otoritelerini, bu korkuları ivedilikle dağıtmaya ve herhangi bir misilleme algısına meydan vermemeye” davet ediyor.
* * *
Bu açıklama pazartesi günü Avrupa Konseyi’nin web sitesine konduktan bir süre sonra Taksim Gezi Parkı’na girmek isteyen
TMMOB ve Türk Tabipler Birliği’nin üst düzey yöneticilerinin de içlerinde bulunduğu
50 kişilik bir grup gözaltına alındı, daha sonra bu kişilerin evlerine baskınlar düzenlendi, hatta
polis bazı evlere kapıları kırarak girdi. Muizniesk, ertesi günü (salı) bir tweet atarak üç noktanın altını çizdi:
“1. Dün gözaltına alınan barışçı göstericilerin bir an önce serbest bırakılması çağrısında bulunuyorum. Özgürce toplanmak hayati bir insan hakkıdır.
2. Olay yerinden geçerken biber gazı kapsülüyle vurulan ve sağlığı kritik bir durumda olan 17 yaşındaki Mustafa Ali Tombul’un başına gelenden dolayı çok üzgünüm.
3. Polis gücünün ölçüsüz bir şekilde kullanılmış olması ivedilikle soruşturulmalıdır. Aşırı güce başvuranlar cezalandırılmalıdır”.
İnsan Hakları Komiseri’nin açıklamasında “sindirme” ve “korku” faktörlerine değindiği ilk açıklamasının ertesi günü (salı) bir başka “teyidi”, TBMM’den geçirilen bir yasa değişikliğiyle Taksim Platformu’nun önemli bileşenlerinden TMMOB’nin gelir kaynaklarının kesilmesi oldu.
Dün öğleden sonra bu yazıya başladığımda gözaltına alınanlardan 38’i serbest bırakılmış, 12’si ise tutuklama talebiyle hâkime sevk edilmişti. Sonucu hangi yönde olursa olsun, burada başvurulmuş olan polisiye ve adli tedbirin Batı dünyasında toplanma hakkına dönük bir müdahale olarak değerlendirilip, Gezi Parkı direnişi sonrasında beliren olumsuz bakışı daha da aşağı çekeceğini tahmin etmek hiç zor değil.
* * *
Muizniesk’in açıklamaları, etkin soruşturma konusunun önümüzdeki dönemde özellikle Avrupa kurumları açısından çok kritik bir beklentiyi oluşturacağını da gösteriyor. Batı, aşırı ve orantısız güce başvurulduğu, biber gazı kullanımında kuralların dışına çıkıldığı konusunda mevcut görüntülü deliller ışığında ikna olmuş durumda. Bütün mesele, Türkiye’de bu başlıklardaki hak ihlalleriyle ilgili etkin bir soruşturma yapılıp yapılmayacağı sorusunda düğümleniyor.
Bu soruya iki düzlemde bakmamız gerekiyor. Birincisi savcılıklar tarafından yürütülecek olan adli, ikincisi ise bizzat İçişleri Bakanlığı müfettişlerinin yürütecekleri idari soruşturmalar. Avrupa Konseyi, bu soruşturmaların bağımsız, tarafsız ve etkin bir şekilde yürütülmesini bekliyor. Bu üç koşul karşılanabilir mi? Özellikle Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın her fırsatta polisin icraatını kuvvetli ifadelerle övmesinin bu soruşturmalar üzerinde caydırıcı bir etki yaratma potansiyeli göz ardı edilmemelidir.
* * *
Etkin soruşturma eksikliği, yani hak ihlallerine neden olan görevlilerinden hesap sorulmaması, Türkiye’nin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde sıkça mahkûm olmasına yol açıyor. Etkin soruşturma yapılmaması, bizzat bir insan hakları ihlali olarak değerlendiriliyor mahkeme tarafından.
Nitekim AİHM, daha geçen salı günü açıkladığı “Zuhal Subaşı-Ali Çoban/Türkiye” kararında, bu iki vatandaş 2006 yılında yalnızca polis copu ve biber gazına maruz kaldığı için değil, kötü muameleye uğradıklarına ilişkin şikâyetleri İzmir Cumhuriyet Savcılığı tarafından etkin bir şekilde soruşturulmadığı için de “ihlal” verdi Türkiye’ye.
Bu ilginç zamanlamada AİHM’den çıkan kararın Türkiye’deki karar vericiler ve yargı için taşıdığı bir mesaj yok mu sizce?
Paylaş