Paylaş
Bu durum, 2013 İlerleme Raporu hakkında bize çok şey anlatıyor. Bu yılki raporun en çarpıcı temalarından biri Gezi Parkı direnişidir.
* * *
Bu başlığın raporda ne kadar merkezi bir yer tuttuğunu göstermek için önce yerine göz atalım. Raporun girişten hemen sonraki “2. Siyasi Kriterler ve Güçlendirilmiş Siyasi Diyalog” başlıklı bölümünün hemen altında “2.1 Demokrasi ve Hukukun Üstünlüğü” altbaşlığı var. Bakın bu bölüm nasıl başlıyor:
“Geçen mayıs ayı sonunda İstanbul’un merkezindeki Gezi Parkı’nda bir kentsel gelişim projesine karşı gösteriler başlamıştır...”
Salt bu girizgâh bile, gösterilerin Türkiye’de “demokrasi ve hukuk”un gidişatını tahlil etmek, aynı zamanda hükümetin bu başlıklardaki performansını okumak için AB açısından bir tür “turnusol kâğıdı” işlevi gördüğünü gösteriyor. Raporun yazılımı, Türkiye’de demokrasinin pek çok veçhesini Gezi Parkı ve onun çevresinde şekillenen gelişmeler, alınan tutumlar üzerinden değerlendiriyor.
Bu çerçevede en önemli saptamalardan biri, Gezi’nin “Türkiye’de aktif ve canlı bir vatandaşlık anlayışının ortaya çıkışının yansıması” olarak görülmesidir. Şu çelişkiye bakın ki, hükümetin kısmen “dış komplo” olarak açıkladığı Gezi Parkı direnişi, AB’nin gözünde Türkiye’de demokrasinin sivil toplum ayağının geliştiğini gösteren bir aşama olarak tescil ediliyor.
Raporda İstanbul Taksim’de başlayan ve diğer illere yayılan gösterilere karşı genel çizgileriyle destekleyici, koruyucu bir bakışın hâkim olduğunu söyleyebiliriz. Rapor, “şiddete başvuran küçük bir grubun” varlığını reddetmemekle birlikte, genelde gösterilerin “barışçıl” bir karakter taşıdığını vurguluyor, protestoları özünde Avrupa hukukunun tanıdığı gösteri özgürlüğünün doğal bir ifadesi olarak görüyor.
* * *
Bu noktada önemli bir ayrıntıya dikkat çekmek istiyorum. Söz konusu gösteriler, İlerleme Raporu ile birlikte onu tamamlayan bir belge olarak açıklanan, AB’nin genişlemesine ilişkin “Strateji Belgesi”nde de geniş bir şekilde değerlendiriliyor
İlginçtir ki, siyasi ortamdaki kutuplaşma ve uzlaşı ruhunun eksikliği ana raporda olduğu gibi burada da bir olumsuzluk olarak dile getiriliyor, hükümetin yasa çıkarırken, karar alırken diyaloğa girmeden yalnızca kendi parlamento çoğunluğuna dayanmayı tercih ettiği vurgulanıyor.
Hassas bölüm bundan sonra geliyor. İstanbul ve diğer illerdeki gösteriler, hükümetin eleştirel bir tonda söz edilen bu tutumunun yol açtığı “gerilim ve früstrasyonun sonucu” olarak gösteriliyor. Göstericilere ulaşma, onları dinleme yönündeki girişimler, rapora göre, “polisin aşırı güç kullanımı, kutuplaştırıcı dil ve genel bir diyalog eksikliği ile gölgelenmiş ve sınırlanmış”, “Çatışmaların sonucu altı kişi ölmüş, 8 binden fazla insan yaralanmıştır. İçişleri Bakanlığı müfettişleri polisin göstericilere karşı orantısız güç kullandığını tespit etmiştir.”
Buradaki mantığın akışına bakıldığında, hükümet çoğunlukçu yönetim tarzı nedeniyle eleştirilerek bu tutumun gösterileri tetiklediği belirtilmekte, ölümler de dahil olmak üzere yaşanan olumsuzluklar, hükümetin kutuplaştırıcı, aşırı güç kullanmayı önceleyen yönetim tarzının bir sonucu olarak takdim edilmektedir.
* * *
Her iki rapor birlikte değerlendirildiğinde, toplanma hakkının, gösteri yapma özgürlüğünün bugün AK Parti hükümeti ile Batı dünyası arasında iki tarafın demokrasi anlayışları açısından en önemli anlaşmazlık konularından birine dönüştüğü sonucuna varabiliriz.
Temel sorun bakışla ilgilidir. AB, şiddete başvurulmadığı sürece protestoların hoşgörüyle karşılanmasından yanadır. Barışçıl nitelikteki gösterilerde polis tarafından güç uygulanması, AB raporuna göre, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne aykırıdır.
İlerleme Raporu şu beklentiyi ifade ediyor: “Ülkede mayıs ve haziran aylarındaki protestolar sırasında ortaya çıkan insan hakları ihlallerine ilişkin iddialar, toplanma özgürlüğünü Avrupa standartları ile uyumlu hale getirmek amacıyla kapsamlı reformların gerçekleştirilmesi gereğinin altını çizmektedir.”
Bununla da yetinmiyor rapor. Özellikle biber gazının kuralsız bir şekilde kullanılmasını eleştiriyor, bu konuda AİHM’nin geçen temmuz ayında aldığı “Yaşa ve Diğerleri v. Türkiye” kararının gereğinin yapılması gereğini de hatırlatıyor. AİHM, bu kararındabiber gazı kullanımından kaynaklanan ölüm ve yaralanma riskinin azaltılması için sıkı kurallar getirilmesini talep etmişti.
Gelgelelim, AB’nin beklentileri ile hükümetin, polisin gösterilerdeki performansını yücelten çizgisi arasındaki uçurum pek kolaylıkla kapanacak gibi gözükmüyor.
Paylaş