Paylaş
İdlib, Türkiye açısından birçok nedenle hayati önemde. Batı sınırının yaklaşık yarısı Hatay’a komşu, kuzey sınırının önemli bir bölümü TSK’nın kontrolündeki Afrin ile bitişik olan İdlib, sonuçta iki cepheden Türkiye’ye bakıyor. Dolayısıyla, oradaki en küçük bir gelişmenin bile Türkiye’ye dönük serpintileri söz konusu.
İdlib’de Birleşmiş Milletler’in resmi rakamlarına göre 3 milyon dolayında insan yaşıyor. Bu toplamın yarıdan biraz fazlası başka yerlerden buraya göç etmek zorunda kalmış olan Suriyeliler ve çok zor koşullarda yaşıyorlar.
HTŞ’NİN YARATTIĞI AÇMAZLAR
Çok önemli İdlib vilayeti, çünkü bu bölge Suriye iç savaşının bugün için kapanmayan en sıkıntılı parantezlerinden biri. Bu vilayetteki ana zorluk, sahanın kontrolünün büyük ölçüde El Kaide’nin Suriye kolu olan El Nusra’nın uzantısı Hayat Tahrir üş Şam’ın (HTŞ) elinde olması. HTŞ, BM Güvenlik Konseyi tarafından terör örgütü olarak kabul ediliyor. Türkiye de 31 Ağustos 2018 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanan bir Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle HTŞ’yi terör örgütleri listesine dahil etti.
İkilemlerden biri hemen burada karşımıza çıkıyor. Bir terör örgütü olan HTŞ, İdlib’de kendi idaresini kurmuş bulunuyor. Bu vilayette birçok hizmet HTŞ ye bağlı birimler tarafından yürütülüyor. Örneğin, Hatay Cilvegözü sınır kapısının karşısında Suriye tarafındaki giriş noktası da HTŞ’nin kontrolu altında. Salt bu durum bile İdlib’e buradan yardım ulaştırmak isteyen bütün uluslararası kuruluşları ve devletleri bir şekilde HTŞ ile muhatap olmak zorunda bırakıyor.
Önemli, çünkü Türkiye Astana sürecinde ‘gerilimi düşürme bölgesi’ ilan edilen İdlib’de ateşkesi denetlemek üzere 12 askeri gözlem noktası tesis etti. Bu gözlem noktalarını sıkı bir şekilde tahkim edilmiş birer küçük askeri üs olarak görebiliriz. Türkiye, böylelikle HTŞ’nin kontrolündeki bir sahada yabana atılmayacak büyüklükte bir silahlı güç bulundurarak İdlib’deki denklemin askeri aktörlerinden biri haline gelmiş bulunuyor. Çatışmaların kontrolden çıkacağı bir ‘en kötü durum senaryosu’nun bu bağlamda sahada ciddi riskler yaratabileceğini göz ardı edemeyiz.
İDLİB’DEKİ TEMEL İKİLEM
Şimdi meselenin en kritik kısmına varıyoruz. Türkiye, İran ve Rusya’nın bir araya geldiği Astana sürecinin çok temel bir ikilemi var. Bu süreçte HTŞ hem terör örgütü olarak kabul ediliyor ve bu örgütle mücadele edilmesi meşru görülüyor, hem de diğer yandan İdlib bir ‘gerilimi düşürme bölgesi’ ilan ediliyor, burada çatışmasızlık hedefleniyor. Uluslararası camia da İdlib’de sıcak bir çatışmanın çıkıp bunun büyük bir göç dalgasını tetiklemek suretiyle bir insani felakete yol açmasını arzulamıyor. Böyle bir göç dalgasının doğrudan Türkiye sınırına yöneleceğini söylemek kehanet olmaz.
Bu noktada meselenin bir başka boyutu olarak Esad rejiminin niyetleri devreye giriyor. İç savaştan galip çıkan Esad rejimi, kendi toprakları olduğu için bir an önce İdlib’e girip egemenliğini yeniden tesis etmek istiyor.
Suriye ordusu İdlib’e dönük topyekûn bir harekâta girişirse, Esad rejiminin insancıl hukuk karşısındaki vahim sicili, benzer şekilde HTŞ’nin yapabileceklerinin sınırsızlığı ile birleştiğinde nasıl bir tabloyla karşılaşırız? Bu takdirde sivil halkın büyük bir mağduriyete uğrayacağı bir ‘kıyamet senaryosu’nun yaşanacağı hususunda yaygın endişeler var. Bu durum Rusya’yı Esad’ın İdlib’de frenlenmesi konusundaki taleplere, beklentilere açık hale getiriyor.
SOÇİ MUTABAKATI NEFES ALDIRDI, ANCAK...
İşte bütün bu karmaşık faktörlerin bileşimi içinde geçen eylül ayında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Rusya lideri Vladimir Putin arasında imzalanan ‘Soçi Mutabakatı’, İdlib’de ateşkes rejimini devreye sokarak uluslararası camianın beklentilerine karşılık verdi, herkesin derin bir nefes almasını sağladı.
Mutabakatın açıkça telaffuz edilmeyen en önemli anlayışlarından biri, HTŞ unsurlarının Türkiye ile işbirliği içindeki ‘ılımlı muhalefet’in bünyesine çekilmeye ikna edilmesi, örgütün bu şekilde küçültülüp tasfiye edilmesiydi. Bu, Türkiye’ye düşen bir sorumluluktu. Gelgelelim uygulamada sahada bunun tam aksi bir sonuç ortaya çıktı. HTŞ, çözülmediği gibi geçen ocak ayı başında giriştiği saldırıyla Türkiye’ye yakın muhalif grupları İdlib’den çıkardı, bölgenin tek hâkimi haline geldi.
Rusya da özellikle ocak ayından sonra Suriye’nin elini kontrollü bir şekilde serbest bıraktı İdlib sınırında. İzlenen strateji, Suriye ordusunun İdlib’de hedef belirlediği noktaları sınırdan topçu atışıyla taciz etmesine dayanıyordu. Rejim, böylelikle HTŞ’yi sürekli baskı altında tutuyor, bu şekilde varlığını hissettiriyordu. Bu strateji geçen şubat ayıyla birlikte daha sistematik bir görüntü kazandı. Bundan Rusya’nın Suriye üzerindeki kontrolünü biraz daha gevşettiğini anlamalıyız. BM’ye göre, şubat ayından sonraki dönemde çatışmaların artmasıyla İdlib’de bulunduğu yerlerden kuzeye ve başka noktalara doğru göç etmek zorunda kalan sivillerin sayısı 140 bindir. Yine BM’ye göre, aynı dönemde meydana gelen çatışmalarda 200’den fazla sivil ölmüştür.
OLAN YİNE SİVİL HALKA OLACAK
Ve son olarak 1 Mayıs Çarşamba sabahından itibaren Suriye ordusu tarafından Rus savaş uçaklarının da fiilen katıldığı, topçu-helikopter-uçak unsurlarının birlikte kullanıldığı bir planlamayla İdlib’in güneybatısına doğru bir askeri harekât başlatıldı. Ancak yine de Esad ordusunun İdlib’e karadan girmediğine dikkat çekelim.
Düzenlenen harekâtta bombalanan yerleşimlerin bazılarının ‘Soçi Mutabakatı’ çerçevesinde ilan edilen ‘silahsızlanma bölgesi’ içinde bulunmasının bir sembolizmi de var. Bu durumun da işaret ettiği gibi geldiğimiz noktada Soçi Mutabakatı’nın şimdilik Rusya tarafından askıya alındığını söylemek hata olmaz. Bu mutabakatta “askeri operasyonlardan kaçınılması için önlem alma” taahhüdü altında olan Rusya, doğrudan savaş uçaklarıyla harekâta katılmaktadır. HTŞ’nin de rejim hedeflerine ve Rusların Suriye’de Lazkiye’nin hemen güneyindeki Hmeymim hava üssünü hedef alan füze saldırıları kuşkusuz Rusya-Suriye ikilisine geçerli bir gerekçe de sunuyor.
Sonuçta, Rusya’nın desteğindeki Suriye ordusu ile HTŞ arasındaki çatışmalarda arada sıkışacak olan sivil halktır.
HTŞ NEREYE GİDECEK?
İdlib’deki tırmanma önümüzdeki günlerde bir şekilde kontrol altına alınsa bile, çok temel bir sorun ortadan kalkmayacaktır. ‘Soçi Mutabakatı’ sorunu bir süre için baskılayan etkili bir çözümdü ama palyatif bir çareydi. Bir terör örgütü olan HTŞ İdlib’i kontrol ettiği sürece bu mutabakatın uzun süreli bir çözüm olamayacağını kabul etmemiz gerekiyor. Bu kabul de en zor soruyu önümüze getiriyor.
Suriye krizine günün birinde nihai bir siyasi çözüm bulunsa bile, İdlib’de sayıları en az 15-20 bin aralığı içinde tahmin edilen HTŞ militanları ne olacaktır? Hepsi de El Kaide ideolojisini benimsemiş olan bu cihatçılar nereye gidecektir?
Bunlar karşımızda asılı duran ve şimdiden yanıtları üzerinde kafa yormaya başlamamız gereken sorulardır.
Paylaş