Paylaş
HAMAS’ın geçen cumartesi günü Gazze üzerinden İsrail’e muhtelif cephelerde başlattığı saldırılarla birlikte Ortadoğu’da daha çok kargaşa ve istikrarsızlık, daha çok belirsizlik ve ne yazık ki daha çok insan hayatına mal olacak yeni bir türbülans dönemine girilmiştir.
Muhtemelen önümüzdeki haftalara, aylara yayılacak, çok sert artçı dalgalarla devam edecek şiddetli bir deprem dalgasının, bir “büyük fırtına”nın henüz başındayız.
Ne kadar süreceğini, nerelere yayılacağını, ne gibi savrulmalara yol açacağını, hangi süreçleri tetikleyebileceğini şu andan tümüyle kestirebilecek durumda değiliz bu fırtınanın.
Tarihindeki en büyük baskınlardan birine uğrayan, ‘dokunulmaz ülke’ görüntüsünün üstü çizilen, ciddi kayıplar veren ve kendisini birden bekasıyla ilgili bir travmanın içinde bulan İsrail’in, ayrım gözetmeksizin başvurmakta olduğu sert misillemenin yıkım etkisini de bugünden kestiremiyoruz.
İsrail’in Gazze’ye dönük dün başlattığı abluka çok uzun sürebilir ve buradaki dar şeritte sıkışmış olan 2 milyondan fazla Filistinli için hayat yaşanmaz bir hale gelebilir. Bu durumun bütün bölgeye yönelik bir büyük göç dalgasını tetiklemesi yabana atılmaması gereken bir ihtimaldir.
***
Krizin seyri, aynı zamanda Arap-İsrail uyuşmazlığı ve Filistin sorununa ilişkin bir dizi kabulü, bu meselede kimin haklı kimin haksız olduğu konusundaki bazı yerleşik algıları sarsma potansiyelini de taşıyor.
Örneğin, Filistinlileri bugüne dek İsrail işgaline uğrayan, ayrımcı politikalara, uygulamalara maruz kalan mağdur insanlar olarak gören, Filistin davasına sempatiyle bakan kesimler açısından, ölen İsraillilerin cesetlerine Hamas militanlarınca yapılan saygısızlıkları insani ölçülerle açıklayabilmek mümkün değildir.
Bunun gibi, askerlerin yanı sıra, kadın erkek ayrımı yapılmaksızın her yaştan sivillerin, yaşlı insanların Hamas militanlarınca rehin alınarak kaçırılması gibi eylemler hiçbir şekilde onaylanamaz.
Emekli Büyükelçi Oğuz Demiralp’in, dün T-24’teki “Ukrayna ve Filistin” başlıklı, aslında anlaşmazlığın hiçbir tarafından sözünü esirgemediği yazısında vurguladığı üzere, meselenin bu kısmı savaş hukukunu düzenleyen Cenevre Sözleşmeleri’nin alanına giriyor.
Büyükelçi Demiralp, “Hamas’ın sivil hedeflere yönelmesi, sivilleri alıp götürmesi, kaçırdıkları kişilere yaptıkları muameleler, hepsi savaş suçudur. Hoş ve mazur görülemez. Bir kez savaş suçu işleme sarmalına girilirse, kolay çıkılmaz. İsrail de şimdi vuruyor sivil hedefleri” diye yazıyor.
***
Tabii bu tespit yapıldığında, birden yükselecek sesleri, bazı itirazları duyabilirsiniz. İsrail’in de geçmişte Filistinlilere dönük vicdan ölçüleriyle bağdaşmayan suçlarının, ihlallerinin kabarık dosyası hemen hatırlatılacaktır.
Ancak ihlalleri, günahları kıyaslayarak, bunlar üzerinde sayısal karşılaştırmalar yaparak varabileceğimiz bir yer yok. İhlallere ilişkin olgularla bütün çıplaklığıyla yüzleşmek durumundayız, suçu işleyen taraf kim olursa olsun...
***
Gazze’de ve sınırın İsrail tarafındaki yerleşimlerde patlayan bombaların sesi, yükselen dumanlar Ortadoğu’nun dört bir yanına da dağılıyor, her bir köşede yankılanıyor. Bölgedeki bütün denklemler bu aşamada tersyüz olmuştur.
İsrail, Donald Trump’ın ABD Başkanlığı döneminde başlamak üzere “İbrahim Anlaşmaları” çerçevesinde bir dizi Arap ülkesiyle ilişki kurma yönünde çok önemli mesafe kat etmişti. Hatta gelinen noktada İsrail ile Suudi Arabistan arasında gözlenen yumuşama ile birlikte normalleşme döneminin başlaması an meselesi olarak görülüyordu.
Gelgelelim, ortaya çıkan son gerilim karşısında Suudi Arabistan, İsrail ile yürütmekte olduğu müzakerelerde frene basma ihtiyacını duyacaktır. İsrail ile Arap ülkeleri arasındaki normalleşme arayışları belirsiz bir süre için askıda kalabilir.
Şiddet sarmalının İran’ı da içine alacak şekilde yayılması bütün bölgeyi ateşe atabilir.
***
Karşımızda beliren sorulardan biri, son gelişmelerin Türkiye ile İsrail arasındaki normalleşme sürecini ne şekilde etkileyeceğidir. İsrail, önümüzdeki uzun bir süre kendi güvenlik meselesine yoğunlaşmak durumundadır. Ancak Ankara Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ağzından, taraflara itidal çağrısında bulunarak, iki taraf karşısında dengeli bir çizgide durmak istediğini belli etmiştir.
Kuşkusuz bu tutumun sürdürülmesi, Türkiye’nin önümüzdeki dönemde her iki tarafla da kanalları açık bir ülke olarak, ortaya çıkacak bir dizi çetrefil meselenin çözümünde, örneğin rehinelerin serbest bırakılması, takası gibi muhtemel müzakere konularında bir rol oynama kapısını da aralık tutacaktır.
Burada İsrail’in Hamas’a yapacağı misillemenin özellikle Filistinliler cephesindeki sivil kayıplar başta olmak üzere kazanabileceği boyutlar, bu politikanın sürdürülebilmesini baskı altına sokabilir.
İsrail cephesinde gözler, aynı zamanda Türkiye’nin Hamas’la ilişkilerine de çevrilecektir. Ankara’nın Hamas kadrolarıyla ilişkilerinin, girilen bunalım döneminde İsrail ile normalleşmenin yürütülebilmesinde sıkıntılı bir durum yaratması ihtimali göz ardı edilmemelidir.
Her halükarda, Ankara’nın son derece dikkatli, soğukkanlı, duygulara teslim olmayan, doğrultusunu ilkeler ve kurallar üzerinden tanımlayan rasyonel bir çizgide hareket etmesi gerekiyor.
***
Yaşanan bu tablo, aynı zamanda Filistin sorununun 75 yıldır çözümsüz kalmasının geldiği en son noktayı da gösteriyor. Çözümsüzlüğün kronik bir hal alması sonuçta dünyaya gözlerini işgal altında açan mağdur insanların daha da radikalleşmesini ve Filistin hareketinde iplerin özellikle Gazze’de köktenci kadroların eline geçmesine yol açmıştır.
Tabii bu durum bizi çok daha büyük bir açmazın tam ortasına getiriyor. Ortalık köktencilere, Hamas ve İslami Cihad gibi örgütlere kalınca, masada çözümün müzakere edileceği makul bir muhatap da kalmamış oluyor.
Bu noktada Büyükelçi Demiralp, Batılı ülkelere de kuvvetli bir eleştiri yöneltiyor. Sorununun bir boyutu, İsrail işgali on yıllardır sürerken Batılı ülkelerin de bu işgali destekler durumda kalmalarıdır. Bu da kaçınılmaz olarak Filistinliler cephesinde radikalleşmeyi artırmaktadır.
Batı Şeria’daki Filistin Devleti Başkanı ve El Fetih lideri Mahmud Abbas’ın Filistin hareketi üzerinde anlamlı bir ağırlığının kaldığını söylemek güçtür.
***
Konu çözüm arayışı ise tabii İsrail tarafındaki tablo da farklı değildir. Orada da karar verici konumunda olanlar arasında zaten çözümü arzulayan pek kimse yok. İsrail, bugün tarihinin en sağcı, ultra milliyetçi kadrolarının toplandığı bir muhafazakâr koalisyon tarafından yönetiliyor.
Likud Partisi lideri Binyamin Netanyahu’nun sert bir kutuplaşmaya soktuğu ülkede çözümden, barıştan yana olan kesimler ciddi bir zemin kaybına uğramıştır.
Sonuçta, geçmişteki bütün çözüm fırsatlarının şu ya da bu nedenle heba edilmesi her iki tarafta da makul aktörlerin sahneden silinmeleriyle sonuçlanmış ve çözümsüzlüğün kalıcı bir hale gelmesine yol açmıştır.
Ne yazık ki, bu aşamada Gazze-İsrail ekseninde tırmanmakta olan savaşla ilgili olarak yapabileceğimiz hiçbir iyimser öngörü yok. İki devletli bir çözüm umudu girdiğimiz dönemeçte galiba her zamankinden daha da uzak görünüyor.
Paylaş