Esad, Türkiye ile diyaloğu ağırdan alma eğiliminde

Türkiye ile Suriye arasındaki ilişkilerin seyrini değerlendirdiğimiz dünkü yazımız geçen nisan-mayıs aylarında yürütülen bütün üst düzey temaslara karşılık, bir normalleşme sürecinin başlayabilmesi için iki tarafın görüşlerinin birbirine çok uzak olduğunu, farklılıkların uzlaştırılabilmesinin güçlüğünü konu alıyordu.

Haberin Devamı

Suriye, diyaloğun kurulabilmesi için Türkiye’nin ülkeden çekilmesini önkoşul olarak masaya getirirken, Türkiye sınır bölgesinin emniyeti güvence altına alınmadığı sürece Suriye’den çıkmayacağını belirtiyordu.

Ayrıca, Türk askerlerinin Suriye’nin kuzeyinden çekilmesinin Türkiye’ye doğru tetikleyebileceği muhtemel bir göç dalgasının Ankara’nın konuya bakışında başat bir mülahaza olduğunu da vurgulamalıyız.

Tabii, Türkiye’nin güvenlik alanındaki kaygılarının karşılanabilmesinin önemli ölçüde Suriye’ye bulunacak nihai bir çözümden geçeceği, çözüm ihtimalinin de ufukta görünmediği hesaba katıldığında, mesele daha da içinden çıkılmaz bir hale geliyor.

*

Gerçekçi bir değerlendirme yapılacaksa, Türkiye’nin bulunduğu bölgelerden çekilmesi halinde Esad rejiminin doğacak boşluğu doldurabilecek güce sahip olup olmadığı sorusuna da yanıt aramamız gerekir.

Haberin Devamı

Tam 12 yılı geride bırakan içsavaşta ciddi bir şekilde yıpranan, aynı zamanda halen çok ağır bir ekonomik krizin altında ezilmekte olan Suriye’nin buna ne kadar hazır olduğu tartışmaya açıktır.

Nitekim, bölgesel çatışmalar üzerinde uzmanlaşan ve objektif çizgisiyle tanınan düşünce kuruluşu Uluslararası Kriz Grubu’nun (International Crisis Group) hazırladığı Suriye ile ilgili son raporda da dikkat çekildiği üzere, Türkiye’nin kuzeyden çekilmesi halinde milyonlarca Suriyelinin yeniden sınıra yığılması ihtimali Ankara’da ciddi bir kaygı konusudur.

Aynı raporda, Ankara’nın, çekilmenin bu bölgelerde PKK’nın Suriye’deki uzantısı Suriye Demokratik Güçleri’nin meşruiyetinin güçlenmesiyle sonuçlanabileceği yolundaki kaygılarına da yer veriliyor.

*

Bir varsayım olarak “çekilme” tartışılırken, Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyinde ne kadar bir alan tuttuğunu da hatırlamakta yarar var. İki ülke arasındaki sınır 911 kilometredir. Fırat’ın Türkiye’den Suriye topraklarına girdiği nokta olan Karkamış’tan doğuya doğru gittiğimizde, Irak sınırına kadar 469 kilometre katediliyor. Sınır, Karkamış’tan batıya doğru Hatay’ın en güney noktasına kadar 442 kilometre uzunluğundadır. Türkiye, işte 911 kilometrelik bu toplamın yaklaşık üçte ikisinde sınırın Suriye tarafında askeri güç bulunduruyor bugün.

Haberin Devamı

Karkamış’tan batıya doğru Hatay sınırının uç noktasına kadar olan sınırın tümü bu kategoridedir. Sınırın bu kesitinde Fırat Kalkanı (Cerablus-Azez hattı), Zeytin Dalı (Afrin) ve Bahar Kalkanı (İdlib) harekât bölgeleri var.

Karkamış’tan doğuya, Irak sınırına kadar olan uzanan 469 kilometrelik sınırın TSK’nın kontrolü altındaki Barış Pınarı harekât bölgesi de yaklaşık 155 kilometre uzunluktadır.

*

İdlib hariç tutulursa, bütün bu bölgelerde sahada TSK’nın yanı sıra Türkiye’nin himaye ettiği, desteklediği Suriye Milli Ordusu (eski adıyla Özgür Suriye Ordusu) unsurları da bulunuyor.

Yine İdlib dışında kalan bütün bu harekât bölgelerindeki yerleşimler ile Türkiye arasında idari, ekonomi, sosyal, eğitim alanlarında oldukça yakın, kurumsal işbirliği bağları tesis edilmiştir. Bu çerçevede değindiğimiz coğrafyada belli ölçülerde bir özerkleşmenin yerleşmiş olduğunu belirtmek objektif bir tespit olacaktır.

Haberin Devamı

İdlib’de ise farklı bir durum söz konusudur. Burada saha hâkimiyeti önemli ölçüde BM Güvenlik Konseyi’nin terörist olarak kabul ettiği Heyet Tahrir eş Şam (HTŞ) adındaki bir örgüttedir. Yerel düzeydeki hizmetler HTŞ’nin denetimindeki “Ulusal Kurtuluş Hükümeti” adındaki idari yapı tarafından icra ediliyor. İdlib’de sahada TSK’nın da 10 bine yakın bir askeri gücü de bulunuyor, bir göç dalgası ihtimalini durdurmak için.

*

Suriye’deki fotoğrafın bütününe baktığımızda, Fırat’ın doğusunda ABD’nin kontrolü altında, PKK’nın Suriye’deki uzantısı olan YPG/PYD’nin ana omurgasını oluşturduğu Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG) işbaşında olduğu bölgeyi de denkleme almamız gerekir.

Haberin Devamı

“Devletçik”, “özerk bölge” gibi isimlerle adlandırılan bu bölge Suriye’nin yüzölçümünün yaklaşık üçte birini oluşturuyor. Burası ABD’nin Suriye’deki nüfuz bölgesidir.

Dolayısıyla, çekilme tartışmaları gündeme geldiğinde ABD’nin Suriye’den çıkması meselesinin de denklemin önemli bir boyutunu tutacağı göz ardı edilemez.

Burada ironik bir durum olarak, Fırat’ın doğusunda ABD’nin güdümündeki PKK dokulu bu özerk bölgenin bağımsız bir Kürt devletine evrilme anlamında oluşturduğu riskler konusunda Türkiye ile Suriye’deki Esad rejiminin görüşlerinin örtüştüğünü söylemek gerekir, her ne kadar taraflar bir normalleşme  sürecine girmemiş olsalar da...

Türkiye’nin Suriye ile önceki temaslarda PKK/YPG/PYD tehdidini iki ülke arasında bir ortak payda olarak vurguladığını tahmin etmek güç değildir. Bunun gibi son zamanlardaki saldırılarda görüldüğü üzere Suriye askerlerini de hedef alan DEAŞ’ın yarattığı tehdit de bir başka ortak payda olarak değerlendirilebilir.

*

Haberin Devamı

Tabii, çekilme başlığında zincirleme şekilde birbiriyle ilişkili ve çok iyi düşünülmüş çözümler gerektiren başka zor sorular da karşımıza çıkıyor.

En temel sorulardan biri, bulunacak bir çözümde Özgür Suriye Ordusu’nun içindeki grupların ne olacağıdır. Binlerce, binlerce silahlı insandan söz ediyoruz. Bu askeri formasyonların lağvedilmesi mi gündeme gelecektir? Bu takdirde silahlı kadroların akıbeti ne olacaktır? Bu insanların normal toplum hayatına dahil edilebilmeleri kolaylıkla sağlanabilir mi? Yoksa geliştirilecek bazı gevşek formüllerle bu gruplar Suriye Ordusu’na mı entegre edilecektir?

Aslında aynı sorular PKK uzantısı SDG bağlamında da yöneltilebilir.

Keza İdlib’de terörist kategorisindeki cihatçı silahlı gruplara Suriye’nin geleceğinde bir yer bulunabilir mi? Burada yerleşmiş olan ve ağırlıklı İslami esaslara göre faaliyet gösteren yönetim ne olacaktır?

*

Geride bıraktığımız yakın zaman kesitinde ortaya çıkmış olan özerk yapıların Suriye’nin toprak bütünlüğü ve siyasi birliği çerçevesinde ülkeye yeniden nasıl eklemleneceği, önümüzdeki dönemin en kritik sorusu olacaktır.

Esad rejiminin, içsavaş döneminde merkezi otoriteden büyük ölçüde kopmuş olan bu bölgeler üzerinde kendi açısından mümkün olduğu kadar geniş bir egemenlik alanı tesis etmek isteyeceği tabiidir.

Buna karşılık, geçen dönem içinde Şam’ın kontrolü dışındaki bölgelerde yerleşmiş olan özerk reflekslerin, bağımsız hareket etme alışkanlıklarının baskılanmasının sıkıntı yaratmaması da düşünülemez.

*

Birbiri ardına dizilen bütün bu sorular Suriye’de çözümün önünün çok büyük zorluklarla kaplı olduğunu gösteriyor.

İşi zorlaştıran temel bir etken, çok aktörlü görüntüdür. Çözüme etki edecek unsurları sıralarken, denkleme Esad rejimi, Türkiye, Rusya, İran ve ABD gibi ana aktörleri ve aynı zamanda şu ya da bu şekilde bu aktörlerle ilişkili olan sahadaki silahlı ya da silahsız sayısız muhalif örgütü dahil etmeliyiz.

Ayrıca, Suriye’nin Arap dünyası ile ilişkilerini düzeltmesinin ve Esad’ın tam 12 yıl sonra geçen mayıs ayında yeniden Arap Birliği zirvesine katılmış olmasının önemini yadsımayalım. Bundan, Esad ile ilişkilerini geliştirmekte olan Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Mısır gibi ülkelerin de Suriye’deki karmaşık sürece dahil olduklarını, daha doğrusu sahnede süreci etkileyebilecek aktör sayısının daha da arttığını anlamamız gerekiyor.

Birleşmiş Milletler’in geçenlerde Türkiye’deki Cilvegöz sınır kapısı üzerinden bu ülkenin güneybatısına ulaştırdığı sınır ötesi insani yardımları “Suriye hükümetinin izniyle” yaptığını açıklaması da Esad’ın uluslararası alanda zemin kazanmasını sağlayan bir başka gelişme olmuştur.

İçsavaştan devrilmeden çıkan Esad’ın, bütün bu koşullara baktığında zamanın kendisi lehine işlediğini düşünmesi muhtemeldir. Bu durumda Türkiye ile diyaloğa girmek konusunu ağırdan alabilir.

Sonuçta, Suriye’deki mevcut parçalı tablonun gözle görülür bir gelecekte sürmesi şaşırtıcı olmamalıdır.

Yazarın Tüm Yazıları