Paylaş
Erdoğan’ın Türkiye’yi Batı’dan uzaklaştırarak, dümeni Doğu’ya doğru çevirdiği, Rusya’ya yaklaştırdığı eleştirileri üzerinden yürüdü bu tartışmalar. Rusya’dan S-400 hava savunma sistemlerini alması da bu tezi savunanlar açısından görüşlerinin bir teyidi olarak değerlendirildi.
Türkiye Batı’dan uzaklaşıyor mu? Bu konuda yapılan yorumların, çıkan yazıların şimdiden ciltler dolusu yüklü bir literatür oluşturduğunu söylemek hata olmaz.
Bu durumu bir tarafa not edelim ve şimdi projektörlerimizi geride bırakmakta olduğumuz haftanın başında Brüksel’de yapılan NATO zirvesine çevirelim, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın NATO karargâhında düzenlediği basın toplantısından uluslararası camiaya gönderdiği mesajlara kulak verelim.
NATO ASYA’YA KADAR AKTİF OLMALI
Mesajlarını dinlediğimizde şunu anlıyoruz: Bir kere, bugün dünyanın manzarasına baktığında Erdoğan’ın çıkardığı sonuçlardan biri, NATO’nun ruhu ve işlevselliğiyle ilgilidir. Erdoğan, “Dünyanın içinde bulunduğu manzaranın NATO’nun üzerine inşa edildiği ittifak ve dayanışma ruhunun önemini gösterdiğini” düşünüyor.
Erdoğan’a göre, “Küresel istikrarın korunmasında NATO’nun hem belirleyiciliği, hem de üstlenmesi gereken sorumluluklar artmıştır.”
Bu saptamayı yaptıktan sonra Cumhurbaşkanı, “Üye devletler kurucu ilkelerine sahip çıkmalı ve ittifakı güçlendirmelidir” çağrısında bulunuyor.
Erdoğan, bunları söylemekle kalmıyor, “Akdeniz’den Karadeniz’e, Avrupa’dan Asya’ya kadar NATO’nun sağladığı güvenlik şemsiyesine ihtiyaç duyulan her yerde ittifak aktif rol üstlenmelidir” diye konuşuyor.
Ve ekliyor Cumhurbaşkanı: “Dönem sorumluluktan kaçma değil, elini taşın altına koyma dönemidir. Bilhassa NATO’nun küresel sınamalar karşısında daha etkin inisiyatifler üstlenmesi gerekmektedir.”
Bu arada, NATO’nun askeri bakımdan daha muhkem hale getirilmesi, siyasi boyutunun da tahkim edilmesi yönündeki kararlarına da kuvvetli bir destek veriyor.
EN İLERİ NATO BEYANLARINDAN BİRİ
Görüleceği gibi, NATO’nun değişik coğrafyalara açılarak küresel bir kimlik kazanmasını savunan, örgütün küresel meydan okumalar karşısında daha etkin olmasını talep eden bir Cumhurbaşkanı Erdoğan çizgisiyle karşılaşıyoruz.
Söylem analizi yapıldığında, muhtemeldir ki, Erdoğan’ın bu ifadelerini başbakanlığı ve cumhurbaşkanlığı dönemlerinde NATO konusundaki en ileri çıkışlardan biri olarak görebiliriz.
Kendisinin geçmişte birçok vesileyle Batı’ya doğrudan meydan okuyan açıklamalarını hatırladığımızda, bu kez farklı bir bakış ve üslup söz konusu.
Bir dönem Türkiye’nin Asya merkezli Şangay Beşlisi’ne katılması yolundaki beyanlarıyla Batı dünyasında pek çok merkezde kaşların kalkmasına yol açarken, bugün NATO’nun güvenlik şemsiyesini ihtiyaç duyulduğu takdirde Asya’ya kadar taşımasını isteyen bir Erdoğan var.
Üstelik, Çin Halk Cumhuriyeti’nin küresel bir güvenlik sorunu tarifiyle ilk kez bir NATO zirvesi bildirisine girmesinin hemen ertesine rastlıyor bu açıklamalar.
ANA TEHDİT RUSYA OLGUSU VE S-400 PARADOKSU
Erdoğan’ın çizgisini bu şekilde kayda geçirmesi, aynı zamanda bir paradoksun da altını çiziyor NATO karargâhında. Erdoğan NATO’ya bu etkin rolü atfederken, Türkiye’nin ittifakın başat aktörü ABD ile olan ilişkisi de Rusya’dan aldığı hava savunma sistemleri nedeniyle kilitlenmiş durumda.
Erdoğan, pazartesi günü ABD Başkanı Joe Biden ile görüşmesinde Rusya’dan S-400 alımı nedeniyle yaşanan anlaşmazlığı konuşurken, aynı gün NATO zirvesinin “Rusya’nın saldırgan eylemleri Avrupa-Atlantik bölgesi güvenliğine bir tehdit oluşturmaktadır” diyen bildirisine de onayını bildirmişti.
Aynı zirve bildirisinde NATO’nun Karadeniz’de varlığını göstermesi gereği de vurgulanıyordu. Zaten Erdoğan açıklamasında ittifakın güvenlik şemsiyesini Karadeniz’e taşımasından yana olduğunu da açıkça söyledi.
NATO’nun Karadeniz’de aktif olmasından -kıyıdaş taraf- olarak Rusya lideri Vladimir Putin’in duyacağı rahatsızlığın boyutlarını tahmin edebilmek için herhalde Kremlin uzmanı olmak gerekmiyor.
NATO ZİRVESİNİN YARATTIĞI PARADOKSLAR
Bu arada konu paradokslardan açılınca meseleye değişik açılardan da bakabiliriz. NATO bildirisinde terörizm Rusya’dan bir sonraki tehdit olarak sıralanıyor, müttefiklerin bu mücadelede dayanışma içinde olmaları gerektiği belirtiliyor. Ancak NATO müttefiki ABD bir terör örgütü olan PKK’nın Suriye’deki uzantısı YPG ile askeri ittifak kurmakta bir sakınca görmüyor.
NATO bildirisinin içine girince başka paradokslarla da karşılaşmak mümkün. Örneğin Erdoğan kuvvetle NATO’nun kurucu ilkelerine sahip çıkılmasını istiyor. Demokrasi boyutu bu kurucu ilkeler arasında en önemli değerlerden birini oluşturuyor. Gelgelelim Türkiye, bu alandaki sorunlu uygulamaları nedeniyle birçok müttefikinden gelen eleştirilerle karşı karşıya bugün.
İşaret ettiğimiz bütün bu çelişkilerin her biri önem taşımakla birlikte, Erdoğan’ın son Brüksel zirvesinde çektiği NATO çizgisinin ağırlığını herhangi bir şekilde ortadan kaldırmıyor.
UZAYIP GİDEN SORULAR
Galiba burada bütün mesele Erdoğan’ın NATO’da sergilediği tutumun önümüzdeki döneme hangi ölçüde yansıyacağıyla yakından ilişkili. Bu noktada bizi bekleyen bir dizi soruyla karşı karşıya geliyoruz. Bir kısmını sıralayalım:
Cumhurbaşkanı’nın NATO yönünde ortaya koyduğu kuvvetli irade, Doğu’ya yapılan açılımların sonuçlarının bir muhasebesi sonrasında geminin rotasını Batı istikametine doğru çevirme yönünde majör bir tutum değişikliğinin yansıması mıdır? “Türkiye’nin çapası Batı’dır” mesajı mıdır?
Bununla paralel bir şekilde, yeni ABD yönetiminde ve aynı zamanda ABD’deki birçok çevrede, Türkiye’nin stratejik yönelişinin değiştiği, yüzünü Doğu’ya çevirdiği konusunda ortaya çıkan tereddütleri dağıtmaya dönük bir hamle midir?
Yoksa bu beyanların kalıcı bir etkisi olmayacak ve NATO toplantısının ortamı içinde sergilenen bu tutumun ertesinde, Erdoğan önümüzdeki dönemde yine Batı’ya meydan okuyan, Türk kamuoyunun yakından bildiği söylemlerine dönüş yapabilecek midir?
Kalıcı olacaksa, NATO yönündeki bu konumlanma, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın dış politikada yaratmak istediği özerklik alanını nasıl etkileyecektir? Bu çerçevede Türkiye doğrudan müdahil olduğu bölgesel krizlerde ne kadar NATO ile işbirliği içinde hareket etmek isteyecektir?
Ve tabii çok kritik bir soru: Türkiye’nin NATO’yu bu ölçüde sahiplenmesini kuzey komşumuz nasıl karşılayacaktır? Bu çizgi Rusya ile ilişkilerde nasıl dengelenecektir?
Önümüzdeki haftalarda, aylarda bu soruların yanıtlarını hep birlikte izleyeceğiz.
Paylaş