Paylaş
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın dün partisinin grup toplantısında yaptığı konuşmayı İdlib konusunda bugüne dek yaptığı en kuvvetli çıkış olarak görmek hata olmaz.
İdlib üzerinde bir süredir bir tarafta Türkiye, diğer tarafta Rusya ve Esad rejimi arasında tırmanmakta olan gerilimi daha da yukarı çeken bu konuşmanın göze çarpan yönlerini ve krizin seyrine dönük muhtemel etkilerini şu şekilde değerlendirebiliriz:
RUSYA İLE İYİCE GERDİ
Konuşmanın önemli bir yönü, Cumhurbaşkanı’nın krizin sorumluluğunun atfedilmesinde Rusya’nın adını açıkça geçirmiş olmasıdır. Erdoğan, daha önce İdlib’deki saldırılardan dolayı doğrudan Esad rejimini sorumlu tutmakta, sivil ölümlere yol açan hava saldırılarının büyük bir bölümünü Rus savaş uçaklarının gerçekleştirmesine karşılık, Rusya’nın sorumluluğunu -bir iki istisna dışında- genellikle görmezlikten gelmeyi tercih etmekteydi.
Oysa Erdoğan, dün adresi açık bir şekilde tarif etti, projektörleri doğrudan Rusya’ya çevirerek bu ülkeyi bir hayli sert ifadelerle eleştirdi; üstelik yalnızca Rusya değil İran’ı da eleştrilerinin hedefine koydu...
Sahada ortaya çıkan durumun üç sorumlusu var Erdoğan’a göre: 1) Rejim, 2) Onunla birlikte hareket eden Rusya ve 3) İran destekli militanlar... Cumhurbaşkanı, bu üç özneyi tanımladıktan sonra “Sürekli sivil halka saldırıyorlar, katliam yapıyor, kan döküyorlar” diye konuştu.
Erdoğan, ayrıca Rusya’yı rejimle birlikte sahayı boşaltmak için “Bölge halkını Türkiye sınırlarına doğru hareketlenmeye zorlamakla” da suçladı.
Bütün bu ifadelerin Kremlin’de ve aynı zamanda Tahran’da kaşların kalkmasına yol açacağını tahmin etmek hiç güç değildir.
REJİM ÇEKİLMEZSE NE OLACAK?
Konuşmanın altı çizilmesi gereken ikinci yönü, Erdoğan’ın -şubat sonuna kadar- TSK’nın İdlib’deki gözlem noktalarının gerisine çekilmesi yönünde Esad rejimine geçen hafta yaptığı bildirimi daha sert bir tonda tekrarlamasıdır. Erdoğan, mesajın gereği yapılmadığı takdirde Türkiye’nin rejimi girdiği alanlardan “çıkartacağını”, hatta “kovalayacağını” söylemiştir. Bu beyanın sahada uygulanması rejimin ağustos ayından bu yana kazandığı alanların neredeyse tümünden çekilmesi ya da çıkartılması anlamına geliyor.
Erdoğan, böylelikle kendisini kuvvetli bir şekilde bağlamış oluyor. Bu durumda, ‘29 Şubat tarihine gelindiğinde rejim bu topraklardan çekilmezse ne olacak’ sorusu karşımıza çıkıyor. Önümüzdeki yaklaşık iki hafta içinde bir çözüm bulunamadığı ve rejim de geri çekilmediği takdirde, askeri güç kullanma seçeneğine mi başvurulacaktır? Bu takdirde Türkiye açısından sahada yalnızca Esad ordusu değil, onun en başlıca müttefiki Rusya ile de çatışma riski belirecektir.
HER YERDE MUKABELE STRATEJİSİ
Ayrıca Erdoğan, Türk askerlerine İdlib’de zarar gelmesi halinde, rejime yapılacak misillemenin coğrafi alanını geniş bir şekilde tanımlıyor.
Konuşmadaki ifadeler, bu takdirde verilecek askeri yanıtın İdlib dışında bütün Suriye coğrafyasına yayılabileceği bir ‘mukabele stratejisi’ öngörüyor.
RUSYA’NIN HAVA KONTROLÜ KISITLANABİLİR Mİ?
Erdoğan’ın konuşmasının dikkat çekici biri başka yönü İdlib hava sahasını konu alıyor. Buradaki kilit ifade, “İdlib’de sivil yerleşim yerlerini vuran hava araçları artık eskisi gibi rahat hareket edemeyecekler” cümlesidir.
Meselenin temelinde Suriye’nin Fırat’ın batısındaki hava sahasının İdlib de dahil olmak üzere Rusya tarafından kontrol edilmesi yatıyor. Bugünkü mevcut uygulamada bir Türk savaş uçağı ya da helikopteri İdlib hava sahasına ancak Rusya’nın oluruyla girebilir. Buna karşılık Cumhurbaşkanı’nın “Eskisi gibi rahat hareket edemeyeceklerini” söylemesi, Rus ve Suriye savaş uçaklarının ya da helikopterlerinin İdlib hava sahasındaki hareket serbestisinin bir şekilde kısıtlanacağı mesajını içeriyor.
Bu sözlerle hava sahasının ortak yönetimine ilişkin bir önerinin kastedildiğini zannetmiyoruz. ‘Güvenli bölge’nin kurulacağı Türk sınırına bitişik belli derinlikte bir bölgenin notamlama yoluyla uçuşlara kapatılması mı düşünülüyor? Yoksa, Türk savaş uçaklarının İdlib hava sahasına girmeleri talimatı mı verilecektir? Her halükârda bu kısıtlamanın nasıl getirileceğini görmek için sahadaki uygulamayı beklemek gerekiyor. Özellikle son seçeneğe yöneldiği takdirde Türkiye’nin Rusya ile İdlib hava sahasında karşı karşıya gelmesi kaçınılmazdır.
HTŞ’Yİ ZAPTURAPT ALTINA ALMAK
Erdoğan’ın konuşmasının bir sürprizi de, İdlib’de sahadaki silahlı muhalif gruplara dönük yaptığı uyarılarıdır. Bu uyarı “Bölgedeki muhalif gruplardan başıbozuk hareket ederek rejime saldırı bahanesi verenlere artık tavizsiz davranılacağı” mesajıyla iletilmiştir.
Türkiye’nin İdlib’deki silahlı muhalefet içinde Suriye Milli Ordusu bileşenleri üzerinde ciddi nüfuzu var. Ancak buradaki mesajın adresi çatışmasızlık öngören Soçi Mutabakatı’nın tarafı olmayan ve BM’nin terör örgütü kategorisine aldığı Heyet Tahrir eş Şam (HTŞ) gibi görünüyor. İdlib’de saha hâkimiyeti büyük ölçüde HTŞ’nin elinde bulunuyor. Erdoğan’ın açıklaması, pekâlâ HTŞ’nin sahadaki hareketlerinin zapt edileceği yönünde bir mesaj olarak alınabilir.
Öyleyse, Erdoğan cephesinde önemli bir adım anlamı taşıyor olması gerekir bu ifadelerin. Çünkü, rejime bir saldırı bahanesi verilmemesi, tersinden okunduğunda sahada mutlak bir ateşkes disiplininin gözetilmesi taahhüdünü içeriyor. Dolayısıyla bu sözleri Rusya’ya verilen ‘Biz silahlı muhalefeti sahada dizginleyeceğiz, siz de Esad’a hâkim olun’ mesajı gibi okuyabiliriz. Mesaj, bu yönüyle yeni bir ateşkes denemesinin altyapısını hazırlayabilir.
PUTİN İLE ERDOĞAN YİNE ŞAŞIRTABİLİRLER Mİ?
Ancak yine de Erdoğan’ın konuşması, özellikle askeri seçeneğe dönük kuvvetli vurguları nedeniyle İdlib’deki gerilimi daha da yükseltecektir. İlginç olan nokta, bütün bu sert söyleme rağmen diyalog kanallarının açık tutulmasıdır. Erdoğan’ın dün bu konuşmayı yapmadan önce Rusya lideri Vladimir Putin ile telefonda yeniden görüşmesi, ayrıca Moskova’ya bir Türk heyetinin gidecek olması, her şeye rağmen diplomatik bir çözüm arayışının sürdüğünü gösteriyor.
Erdoğan’ın sahada sürekli asker sevkıyatıyla desteklenen bu çıkışları rejimin önümüzdeki günlerde sahada ilerlemesini durdurabilecek midir? Yoksa rejim, Rusya’nın da desteğiyle Ankara’nın bütün uyarılarına rağmen İdlib şehir merkezine doğru bir harekâta kalkışabilir mi? Bu takdirde İdlib’de arzu edilmeyen en kötü durum senaryolarının önü açılabilir. Ya da yükselen basıncın zorlamasıyla her şeyin kopmakta olduğu zannedilen bir noktada Erdoğan ile Putin arasında masada sürpriz bir uzlaşı çıkar.
Ümit edelim ikinci ihtimal gerçekleşsin.
Paylaş