Paylaş
Bir meslektaşımız, kendisine muhalefetin AK Parti kongrelerindeki kalabalıkların COVID-19’un yayılmasına etkisi olduğu yolundaki eleştirilerini hatırlatıp, “Herkes sizden bir yorum bekledi. Bu konuyla ilgili hiç yorum yapmadınız. Şimdi ne söylemek istersiniz” diye sordu.
Bakan, “Teşekkür ediyorum. Öncelikle bu konuyu gündemde tutmanın kimseye faydasının olmadığı kanaatindeyim” diye söze girdikten sonra şu yanıtı verdi:
“Bugüne kadar bilgilendirmelerimiz, Bilim Kurulu üyelerimiz dahil olmak üzere, virüsün kapalı, kalabalık ortamlarda, yakın temasla bulaştığını biliyoruz. Bu bilgilendirmede bir değişiklik söz konusu değil. Dolayısıyla herkesin bu mücadelede üzerine düşen sorumluluğun gereğini yapması gerektiği kanaatindeyim. Buradan bir ayrıcalık çıkarma hikâyesini oluşturmanın doğru olmadığı kanaatindeyim.”
Koca, sözlerine devamla bu mücadelede tüm vatandaşların tedbirlere uymaları gerektiğini belirterek, “84 milyon olarak birlikte mücadele etmek zorundayız” diye ekliyor.
VATANDAŞTAN ÖZÜR DİLEYEN BAKAN
AK Parti’nin 24 Mart’taki büyük kongresine katılmadığı anlaşılan Koca’nın bu sözleri yorum gerektirmeyecek kadar açık. Yanıtının girişindeki ifadesinden konunun siyasi bir tartışmaya dönüşmesine, bu şekilde gündemde tutulmasına karşı olduğunu, bundan rahatsızlık duyduğunu anlıyoruz.
Ama açıklamasının bu kısmını bir tarafa koyarsak, daha sonra işin ilkelerini vurguladığı noktalarda Dr. Koca’nın hekimlik yeminine bağlı bir doktor kimliğiyle konuştuğunu teslim etmemiz gerekiyor.
Aslında Sağlık Bakanı’nın bu yöndeki açıklamaları bir ilk de değildir. Daha önce devletin üst kademesi ve AK Parti yöneticilerinin de hazır bulunduğu, sosyal mesafe kurallarına uyulmayan kalabalık bir cenaze törenine kendisinin de katılmasının yol açtığı tartışmalar karşısında, Koca, 24 Şubat tarihinde şöyle konuştu:
“Özellikle pandemide salgının nasıl seyrettiğini ve bulaşın nasıl olduğunu hepimiz biliyoruz. Kalabalık ortamlarda ve kapalı ortamlarda bu bulaşın daha da fazla olduğunu biliyoruz ve hep bunu bugüne kadar ifade etmeye çalıştık. Ben cenazede o tarz mesafenin ortadan kalkabileceği bir görüntünün olabileceğini öngörmedim. Öngörmem gerekiyor muydu? Evet, gerekiyordu. Bu benim kusurum. Vatandaşımdan bu anlamda özür diliyorum. 83 milyon olarak herkes eşit fedakârlık göstererek pandemi döneminde mücadeleye katkı sağlamalı, yani kapalı ve kalabalık ortamlardan uzak durmaya gayret etmeliyiz.”
BAKANIN ÇAĞRISI İLE SAHADAKİ DURUM ÖRTÜŞMEYİNCE
Bu iki açıklamasını yan yana koyduğumuzda, Koca, Bilim Kurulu’na da dayanarak, virüsün “kapalı, kalabalık ortamlarda yakın temasla bulaştığını” hatırlatıyor, herkesin bulaşıcılığa karşı tedbir noktasında gayret göstermesini istiyor, “eşit fedakârlık” gerektiğini söylüyor. Bakan “herkes” dediği ve “eşit fedakârlık”tan söz ettiğine göre, bu sözlerinin kapsama alanına mantıken kendi partisi de dahil olmalıdır.
Aslında Dr. Koca’nın açıklamaları, toplumun çok geniş bir kesiminin zihnini uzun bir zamandır meşgul eden bir çelişkiyi daha da derinleştiriyor.
Şöyle ki, topluma her vesileyle virüse karşı mesafe şartına uyulması, kalabalık ortamlara girilmemesi gerektiği söylenip, bunu sağlamak üzere sayısız karar, talimat, genelge yayımlanıyor; bu yasaklara uymayanlar hakkında yaptırım uygulanıyor kamu otoriteleri tarafından...
Toplum, diğer taraftan da uyulması gereken bu kurallarla tam ters çizgide giden yüksek profilli davranışlara, etkinliklere de -sıkça- tanıklık ediyor. Peki bu durumun yarattığı çelişkiyi nasıl izah edeceğiz?
AYNI GEMİDE YOL ALMA DUYGUSU
Soruları uzatmak mümkün. Sağlık Bakanı’nın salgınla mücadele için verdiği mesajlar ile bir kez bizzat kendisinin toplumdan özür dilemesine yol açan sahadaki bazı fiili durumlar arasındaki çelişki, bu mücadelenin inandırıcılığını gölgelemiyor mu?
Getirilen yasaklara uymayan vatandaşlara ceza kesilmesi ile bu kuralların hilafına hareket eden başkalarının adı konmamış bir yaptırım muafiyetinden yararlanmaları arasındaki çelişkinin toplum vicdanını rahatsız etmemesi düşünülebilir mi?
Koca’nın altını çizdiği “eşit fedakârlık” ilkesi sadece kubbede hoş sedası yankılanan bir söz olarak mı kalacaktır? Böyle kalması toplumda adalet duygusunu da zedelemeyecek midir?
Herkesin zihninde asılı duran bu sorulardan sonra temel tespitimizi yapalım. Yeniden tırmanma yönelişine giren, her gün çok sayıda vatandaşımızın (dün 152 vatandaşımız) hayatını almaya devam eden bu salgınla mücadelenin ancak topyekûn bir seferberlikle başarılabileceği konusunda bir tereddüt yok.
Bununla birlikte, bu büyük seferberliğin yaratılabilmesi, toplumun her kesiminin paylaşacağı bir güven duygusunun zedelenmemesi halinde mümkündür. Herkesin bu fırtınalı denizde aynı gemide birlikte yol aldığı duygusunda buluşması gerekiyor.
RESTORANLARIN RAMAZANDA KAPATILMASI TARTIŞMASI
Bu arada, açıklanan son kısıtlamalar çerçevesinde ramazan ayı boyunca kafe ve restoranlarda müşteri kabulüne son verilip, yalnızca paket servisine izin verilmesi kararı da yine benzer tartışmaları alevlendirecek gibi görünüyor.
Ramazan ayında virüsün bulaş riski dikkate alınarak toplu sahur ve iftar organizasyonlarına izin verilmeyeceği açıklanmıştır. Bu, salgını baskılamak açısından kendi içinde mantığı olan bir önlem olarak görülebilir. Ancak bu karar alınırken, paralel bir zeminde -mevcut uygulamada saat 19.00’a kadar yüzde 50 kapasiteyle çalışan- kafe ve lokantaların kapılarının paket servis dışında kapatılmasının gerekçesi izaha muhtaçtır.
Burada anlaşılamayan husus şudur. Ramazan 13 Nisan’da başlayacaktır. Ülke genelinde iftar saati doğu illerindeki bazı sınırlı istisnalar dışında saat 19.00 sonrasındadır. Dolayısıyla ramazanda saat 19.00’da kafe ve restoranlar zaten kapanmış olacağı için, bu mekânlarda iftar saatinde bir kalabalıklaşma sorunu zaten yaşanmayacaktır.
Bu tarihe kadar kafe ve restoranların akşam saat 19.00’a kadar yüzde 50 kapasiteyle açık kalmasında bir mahzur görülmemektedir. Salgının önlenmesi açısından kendisini dayatan bir önlem ihtiyacı varsa mantıken bu adımın hemen atılması gerekir. Eğer yoksa, o zaman salgınla mücadele bakımından 13 Nisan’a kadar görülmeyen bir riskin bu tarihten sonra nasıl belirdiği sorusunun yanıtı boşlukta kalıyor. Böyle olunca, söz konusu kısıtlamanın, toplu sahur ve iftarların yasaklanmasının dengelenmesine dönük bir adım olarak değerlendirilmesi kaçınılmazdır; en azından kamuoyunun önemli bir bölümü tarafından.
Muhtemeldir ki, ramazan ayı boyunca da salgına karşı mücadele sürerken, gündem kısmen bu kez söz konusu düzenlemenin yaratacağı tartışmalarla kaplanacaktır. Yine salgınla mücadelenin gerektirdiği toplumsal seferberliğin, bu çerçevede aynı gemide yol alma duygusunun zemin kaybedeceği bir durumdan söz ediyoruz.
Paylaş