Paylaş
Dar yol, güneydoğudan gelen mevsimlik işçilerin derme çatma çadırlarının gelişigüzel dağıldığı tarlaların arasından geçerek sizi bir askeri üssün nizamiyesinin kapısına kadar getiriyor. Yol, karşınıza çıkan bariyerlerle birden son buluyor. Bariyerlerin 25-30 metre kadar gerisinde tek başına nöbet tutan bir asker dışında etrafta hiçbir hayat belirtisi yok.
Hemen ağaçların arkasında tek tük seçilen binalar bu üste 15 Temmuz darbe girişimine kadar faaliyet gösteren üç filodan biri olan 142. Filo’ya ait.
Başınızı güneydoğu istikametine çevirdiğinizde bir kilometre kadar uzakta gördüğünüz binalar ve hangarlar ise 15 Temmuz gecesi Ankara’nın üzerine ölüm yağdıran F-16’ların havalandığı, derdest edilip getirilen generallerin, subayların, sivil yöneticilerin kelepçelenip tek kişilik odalara atıldığı 141. Filo’dan başka bir yer değil.
15 Temmuz darbe girişiminin emir-komuta merkezi işlevini gören Akıncı Üssü, bugün nizamiyelerdeki nöbetçiler dışında hiçbir askeri faaliyete sahne olmayan ıssız, metruk bir askeri tesis olarak ovanın ortasında soyut bir dekor gibi duruyor.
Ve karşınızdaki tarlalar, -darbe gecesini üste geçirdikten sonra- 16 Temmuz sabahı burada tarlada jandarma tarafından yakalandığında “Tarla bakıyordum” diyerek kendisini savunmaya çalışan Adil Öksüz’ü çağrıştırıyor insanın aklında.
KAHRAMANLAR MİLLETE, HAİNLER BİZE
Üssün tekinsiz ıssızlığına tezat, kuşbakışı mesafede beş kilometre kadar uzaklıktaki “Sincan Ceza İnfaz Kurumları Kampusu”nun önünde ise birazdan başlayacak Akıncı Üssü davasının olağan hareketliliği var.
Talihin cilvesine bakın: O gece Akıncı’dan darbeyi yöneten ve uygulayan faillerin yargılandığı mahkeme salonu ve alıkondukları cezaevinin bulunduğu yerleşke, bu üsse en yakın yerleşim merkezlerinden biri. Adalet Bakanlığı’na bağlı bu yerleşkenin dev nizamiyesinin girişinde bakanlık ve 15 Temmuz logolarının hemen altına asılmış bir pankartta kampusun mesajı sizi karşılıyor: “15 Temmuz kahramanlarını millete emanet edin, hainlerini bize teslim edin”.
Nizamiyenin hemen karşısında Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin kurduğu yanları açık dev bir çadır var. Burada gelenlere simit, poğaça, krem peyniri ve reçelden oluşan kahvaltı ikram ediliyor. Çadırdaki plastik masa ve sandalyelerde oturup kahvaltınızı yapmanız mümkün duruşma salonuna geçmeden önce. Öğleyin çorba servisi ve kumanya ikramı var.
HER TARAFTA ŞEHİT FOTOĞRAFLARI
Büyük tentenin yan tarafında Kahramankazan ve Sincan belediyelerinin ve ayrıca Kızılay ile Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı tarafından kurulmuş, şehit ve gazi yakınlarının, vatandaşların oturabilecekleri tenteler var. Yerleşkenin önündeki düzenlemelerin, görsel unsurların hepsi 15 Temmuz gecesi Akıncı’da yaşanan olayları anlatıyor. Tentelere asılı resimlerde 15 Temmuz’da darbecilerin şehit ettikleri Kahramankazanlı ve Sincanlı vatandaşların fotoğrafları asılı. Her birinde gencecik insanların fotoğrafları ay-yıldızın üstüne yerleştirilmiş.
Belediye çadırının yanında bir itfaiye aracı, yolun ortasında ise Emniyet’in TOMA ve Kirpi’si duruyor. Nizamiyenin yanında davanın görüldüğü, mahkeme salonlarının bulunduğu yeni inşa edilmiş bina var. Duruşma başladığında keskin nişancılar binanın damında mevzi alıyor.
FUTBOL SAHASI GİBİ DURUŞMA SALONU
Bu binanın kapısından geçip koridorun sonundaki kapıdan içeri girdiğinizde, küçük bir futbol sahası büyüklüğünde bir mahkeme salonunun içinde kendinizi buluyorsunuz. 15 Temmuz gecesi Akıncı’da nizamiyenin arkasında olanlar, 141’inci Filo’dan F-16 savaş uçaklarını kaldıranlar, bu kez salonda hemen karşınızda sanık sandalyesinde oturuyor, jandarma tarafından çevrelenmiş bir şekilde.
Burası 56 metre uzunluğunda, 34 metre genişliğinde büyük bir mahkeme salonu. Salonun karşı cephesinde mahkeme heyetinin oturduğu yüksekteki kürsü var. Heyetin sol tarafından giriş kapısına kadar duvara paralel uzanan bölme boydan boya sanık avukatlarına ayrılmış. Futboldan bir benzetmeyle, bu bölüme kapalı tribün diyelim. Karşı kapalı tribün ise ikiye ayrılmış. Mahkeme heyetine yakın olan bölümünde müşteki avukatları, örneğin Cumhurbaşkanı ve şehit yakınlarının avukatları oturuyor ve sanıkları buradan sorguluyor. Devamında ise şehit ve gazilerin yakınlarının oturduğu ikinci bölme var. Salonda en çok elektriklenme, tansiyon burada yaşanıyor.
Ve nihayet salonun mahkeme heyetini cepheleyen karşı tarafında basına ve yine izleyicilere ayrılan bölüm var. Bu durumda gazeteciler, hadiseyi 50 metre kadar geriden izlemek, bir tür statta kale arkasından karşı kale önünü görmeye çalışmak gibi bir durum yaşıyor. Neyse ki, mahkeme heyetinin arkasındaki duvarda iki tarafa yerleştirilmiş dev ekranlar var. Yakın çekimden alınan görüntüleri, sanığın savunmasını bu yansıdan izleyebiliyorsunuz.
SALONDA MAVİ BERELİ- YEŞİL BERELİ AYRIMI
Mahkeme salonunda hemen gözünüze çarpan görüntü, sanıkların oturduğu geniş alanda görevli jandarmaların çokluğu. Neredeyse her sanığa bir jandarma düşüyor. Davada 481 sanık olduğunu ve çoğunluğun duruşmada hazır bulunduğunu hesaba katarsanız, içerideki jandarma yoğunluğu konusunda bir fikir edinebilirsiniz.
İki tür jandarma var salonda: Mavi bereliler ve yeşil bereliler... Mavi bereliler, jandarma komando. Yeşil bereliler ise klasik inzibat görevi yapan jandarmalar. Yerleştirme düzenine bakınca, berelerin rengi üzerinden salona hâkim olan stratejik konsepti hemen fark ediyorsunuz.
Mavi bereliler, uzunlamasına iki tarafta sanıklarla avukatları ve şehit yakınlarını ayıran sınır hatta konuşlandırılmış bulunuyor. İçeriden dışarıya, dışarıdan içeriye yapılabilecek muhtemel hareketleri, taşkınlıkları bastırmakla görevliler. Özellikle şehit yakınlarının oturduğu bölümün önünde yaklaşık 40 mavi bereli kuvvetli bir set oluşturuyor. Askeri tabirle, ciddi bir tahkimat var burada. Mavi berelilerin hemen yanına çekilen bir perde, müştekilerle sanıklar arasında bir duvar işlevi görüyor. Jandarma, geçen ay dava başladığında sıcak olaylara da sahne olan duruşma salonuna yüksek güvenlikli bölge statüsü uyguluyor.
Yeşil bereliler ise salonun içinde yayılmış durumda, hem enlemesine hem de boylamasına; yer yer sanıklara yüzlerini cepheleyerek oturuyorlar. Daha dikkatli baktığınızda, jandarmanın sanıkların olduğu alanda çevreleme yoluyla muhtelif gruplar, adacıklar oluşturduğunu fark ediyorsunuz. Örneğin, darbenin sivil yöneticileri (Kemal Batmaz, Nurettin Oruç gibi) diğer sanıklardan yalıtılmış durumda. Keza itirafçılar da çevrelenerek diğer sanıklardan koparılmış. Bunun gibi darbeci subayların lider kadroları ile astları arasında da perdeleme olduğu anlaşılıyor.
DEĞİŞKEN OTURMA DÜZENİ
Duruşma salonunda gözlediğim ilginç bir nokta da şu oldu. Sanıklara ayrılan bölümün en arkasında davanın altı kadın sanığından beşi oturtulmuştu. Bu grubun hemen önünde de lider/general kadrosundan Kubilay Selçuk ile Mehmet Dişli dikkat çekiyordu. Öğle arası verildikten sonra sanıklar yeniden salona geldiğinde Selçuk ve Dişli salonun ortalarında bir yere alınmış, sabahki yerlerine yine yönetici kadrodan eski tuğamiral Ömer Faruk Harmancık ve 15 Temmuz’da üssün komutanı olan eski tuğgeneral Hakan Evrim oturtulmuştu. Bu tablo, içeride sabit bir oturma planının olmadığını, jandarma görevlilerinin her birleşim için ayrı bir yerleşme düzeni tasarladığını gösteriyor.
Bütün bunlardan, darbenin sivil ve asker yönetici kadroları arasında ve bu kadrolarla diğer sanıklar arasında temasa, iletişime hiçbir şekilde izin verilmediğini anlıyorum. Sanıkların önemli bir bölümünün tek kişilik hücrelerde tutulması da yine aynı anlayışın bir uzantısı.
Disiplin o kadar sıkı tutuluyor ki, sanıklar ihtiyaç molası için dışarı çıkmaları gerektiğinde önce kelepçelenip, iki ya da üç jandarma eşliğinde tuvalete gidiyor. İlginç bir düzenleme, sanıkların duruşmaya doğrudan salonun içine çıkan bir tünelden getiriliyor olması.
15 Temmuz darbe girişiminin en önemli davasında yargılama işte bu fiziki koşullarda yapılıyor. Yarın da mahkemenin seyri ile ilgili izlenimlerimizi paylaşalım.
Not: Geçen cuma günü bu köşede çıkan yazımızda, 15 Temmuz’da Akıncı Üssü’nün nizamiyesinde darbeciler tarafından ateş açılarak öldürülen Yüzbaşı Özkan Hekin’e atfedilen ifade “Bu benim savaşım değil” olacaktır. S.E.
Paylaş