Paylaş
Prof. Osman Müftüoğlu, “muhtemel bir tsunaminin patlamak üzere olduğu” yolundaki kaygılarını gizlemedi önceki günkü yazısında. Yeniden kısıtlamalara gidilmesi yönünde bir dizi önlem alınırken, Türkiye’nin büyük ölçüde başa dönmekte olduğu ileri sürülebilir.
Üstelik, Sağlık Bakanlığı’nın veri açıklama yönteminde gittiği değişiklikler salgının geçen ilkbahardaki ilk dönemiyle bugünkü tablo arasında sağlıklı bir karşılaştırma yapabilmemize de izin vermiyor.
Örneğin, ilk dönemde yoğun bakımda tutulan ve ayrıca entübe edilen hastaların toplam sayıları ayrı ayrı verilirken, 29 Temmuz’dan bu yana ‘ağır hasta’ şeklinde farklı bir kategori açıklandığından, bu göstergeleri birbirleriyle kıyaslayamıyoruz.
Keza ilk dönem COVID-19 testi pozitif çıkan bütün vakalar paylaşılırken, artık testi pozitif çıkanlar arasında yalnızca belirti gösterenler ‘hasta’ başlığı altında duyuruluyor. COVID-19 pozitif olup belirti göstermeyenlerin sayısı paylaşılmıyor. Dolayısıyla farklı durumları gösteren ‘vakalar’ ile ‘hastalar’ı kıyaslamak yanıltıcı olabilir.
BİRİNCİ DALGADA EN YÜKSEK VAKA 5 BİN 138 ÇIKMIŞTI
Geçen nisan ayında salgının en yüksek eşikte olduğu 11 Nisan’da bir günde 5 bin 138 vaka açıklanmıştı. Bu, o dönemde kaydedilen en yüksek vaka sayısıydı. Ardından günlük vaka sayılarında sürekli bir düşüş eğrisi gözlenmişti. Buna karşılık temmuz ayında vaka değil hasta sayısı duyurulmaya başlanınca, bu eğrinin sonraki seyrini bilemiyoruz.
Yeni hasta sayısı önceki gün 3 bin 316 olarak açıklanmıştır. Ancak günlük vaka sayısının bunun çok üstünde olduğunu tahmin etmek hiç de güç değil. COVID-19 vakalarının genellikle yüzde 20’si belirti gösterdiğinden, toplam vaka sayısını tahmin etmek için genellikle belirtili hasta sayısı beşle çarpılıyor. Bu yöntemi uyguladığımızda 16 bin 580 gibi tahmini bir sayıya ulaşırız ki, bu da bizi aslında nisan ayındaki zirve eşiği olan 5 bin 138 vaka sayısının çok üstünde bir noktaya taşır. Kaldı ki, bu rakamın daha da yüksek olması muhtemeldir.
Vefat sayılarına bakıldığında, ilk dönemde en yüksek vakanın görüldüğü 11 Nisan günü COVID-19’dan 95 ölüm raporlanmıştı. Önceki akşamki vefat sayısı ise 94’tü. Birinci dalgada bir günde en yüksek vefat sayısı 127 kayıpla 19 Nisan’da kaydedilmiştir.
DÜNYA SAĞLIK ÖRGÜTÜ’NÜN SIRALAMASI DA SORUNLU
Tabii artık vaka sayıları açıklanmadığından Türkiye’nin durumunu bu gösterge üzerinden COVID-19 testi pozitif çıkan herkesi vaka olarak bildiren ülkelerle, özellikle Batılı ülkelerle kıyaslayabilme imkanına sahip değiliz.
Burada kısmen sorunun bir parçası da Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) tutumudur. Türkiye vaka değil yalnızca hasta sayılarını paylaştığını belirttiği halde, DSÖ Türkiye’nin hasta sayılarını kendi gösterge tablosunda ‘vaka’ olarak takdim etmekte bir sakınca görmüyor.
DSÖ’nün tablosuna göre, Türkiye vaka toplamı sıralamasında dünyada 25’inci geliyor. DSÖ’ye bakılırsa nüfusu 10.7 milyon olan Çekya bile 460 binin üstünde vaka sayısıyla aynı listede 414 bin 278 vaka ile gösterilen Türkiye’nin üstünde 22’nci sırada yer alıyor. Benzer bir durum DSÖ’nün günlük vaka bildirim tablosunda yaşanıyor. Avusturya, Macaristan ve Sırbistan gibi nüfus olarak Türkiye’den küçük ülkeler Türkiye’den daha çok vaka bildirmiş görünüyorlar.
Bu arada kıtanın daha büyük ölçekteki ülkelerinde salgının seyrine kısaca göz atmak da Avrupa’daki genel tabloyu anlamak açısından fikir verici olabilir. Örneğin Almanya, önceki gün itibarıyla 10 bin 824 vaka ve 62 ölüm olayı raporlamıştır. İtalya ise 27 bin 354 vaka ile 504 ölüm açıklamıştır. Keza İspanya’da önceki gün 12 bin 578 vaka, 162 ölüm olayı kayda geçmiştir.
Aslında her üç ülkede de geçen ekim ayı ve bu ayın başında gerek vaka gerek ölümlerde çok daha yüksek sayıları gördükten sonra alınan kuvvetli önlemlerle birlikte rakamlarda yeniden bir düşüş yönelişine girilmiştir.
DALGANIN GELİŞİ FARK EDİLEMEDİ
Salgının son dönemde Türkiye’de zemin kazanmasında rol oynayan faktörlerden biri şudur: Uzunca bir zamandır vakalar açıklanmadığı ve bunun yerine kamuoyuyla daha küçük olan hasta sayıları paylaşıldığından, ikinci dalganın yükselişi toplum tarafından zamanında fark edilememiştir.
Dalganın büyüklüğü tam olarak algılanmadığından toplumun azımsanmayacak bir kesimi genel bir rehavet içinde hareket etmiştir. Yaz aylarında turizm sezonunun değerlendirilmesi ve ekonominin çarklarının döndürülmesi ihtiyacı, toplumun geniş bir kesiminde normal hayata dönme arzusunun baskın hale gelmesiyle birleşince ortaya bugün yaşadığımız tablo çıkmıştır.
Burada karşılaşılan temel sorunlardan biri, geçen ilkbaharda salgınla mücadelede yaratılmış olan caydırıcılığın belli ölçülerde kaybedilmesidir.
YENİ DÖNEMİN İLETİŞİMİ HAYATİ ÖNEMDE
Geçen mart ve nisan aylarındaki ilk sert dalga yaşandığı sırada toplumun disiplinli bir hareket tarzının benimsemesinde uygulanan kısıtlamalarla birlikte, Sağlık Bakanı Dr. Fahrettin Koca’nın toplumla kurmuş olduğu iletişim de önemli bir faktördü. Bütün Türkiye’nin kilitlendiği basın toplantıları o dönem tesis edilen iletişimin yürüdüğü en etkili mecralarından biriydi. Ancak yaz başında COVID-19 karşısında kademeli normalleşmeye geçilmesiyle birlikte, Koca’nın basın toplantılarının arası açılmaya başlamış, bunun sonucu mesajların etki derecesi de azalmaya yüz tutmuştur.
Ayrıca, kamuoyuyla COVID-19 verilerinin paylaşımında yöntem değişikliklerine gidilmesi, açıklanan göstergelerin farklılaşması, bu değişikliklerin bazılarının kamuoyuna yapıldıktan sonra gecikmeli olarak duyurulması gibi gelişmeler de ilk dönemde beliren güven ilişkisini ne yazık ki olumsuz yönde etkilemiştir.
COVID-19’la mücadelede yeni bir aşamaya geçilecekse, bu dönemin iletişimi de hayati önem taşıyor. Ancak bu iletişimin başarısının bazı olmazsa olmazları var. Bunların başında şeffaflığa dönülerek toplumun güveninin kazanılması geliyor.
Kuşkusuz, bütün vakalara ilişkin rakamların paylaşılması, toplumun tehdidin ciddiyetini tam olarak kavrayıp bunun gerektirdiği dikkatle davranması ihtiyacı bakımından da zorunludur.
Paylaş